30 Haziran 2011 Perşembe

Kara Şövalye ve Bir Av Kazası

Because [Dark Knight] is the hero that Gotham deserves, but not the one it needs right now...and so we'll hunt him...because he can take it...because he's not a hero.....*

(*) Çünkü [Kara Şövalye] Gotham’a yaraşır bir kahraman, ama şu anda [ona] ihtiyaç yok… Onun peşine düşeceğiz, çünkü o bununla başa çıkabilir… çünkü o bir kahraman değil

Batman-Dark Knight filminden bir dialog





Sinema meraklısı oğlumun aktardığı bu diyalog, Contador ve Fransa Turu’na cuk oturuyor. Alberto Contador, Fransa Turu’na yaraşır, lakin bu sene için kendisine ihtiyaç duyulmayan bir kahraman. O olmasaydı harika bir yarış izleyecektik (2011 Giro da aynı kadere mahkum oldu). 189 sporcu onu kovalayacak ama o bu baskıyla başa çıkabiliyor. Üstelik sürmekte olan doping soruşturması nedeniyle de artık bir kahraman değil…

Contador benim seyrettiğim, (belki de Merckx’den bu yana yetişmiş) en müthiş etap yarışçısı. Olağanüstü yeteneği, ihtirası ve kazanma hırsıyla hedeflediği yarışları kaybetmiyor. 2 ay önce, katılması beklenmeyen yarışta, tarihin en zor Giro parkurunu o kadar kolay kazandı ki, Nibali ve Scarponi stajyer gibi gözüktüler. Eski takım arkadaşına etap kazandırdı, beğenmediği parkuru değiştirtti, Zomegnan’ı işinden etti . Duyumlara göre vejeteryen da olmuş. Clenbuterol‘lü Bask ineği yüzünden hayvancılığa bile el atacak neredeyse…

2 ay sonra durumda bir değişiklik yok. Müthiş tırmanma yeteneği ve arka arkaya tempo değiştirebilen fiziksel yapısı onu, yine katılmayacağı beklenen bu Tour’un tek favorisi yapıyor. Neredeyse Saxo Bank’daki 8 domestiğini umursamadan yazacağız. O derece güçlü. İtalya Turu’nun yorgunluğunu üstünden atması uzun sürdü ama İspanya Şampiyonası’nda yol yarışında 2., ITT’de 3. olarak formunu yükseltmeye başladı. Zaten çok çabuk forma giren bir fiziği var.. Açık kapı bırakacağımız “saman nezlesi, alerji” gibi bahaneler de yok yaz ortası. P-N 2008’de açlık kriziyle kaybettiği etap/GK dışında bir başarısızlığını hatırlamıyoruz. Kaza geçirmez, dağda zinciri atmaz (!) ya da bir av kazasına kurban gitmezse (bkz. Andy Schleck maddesi) Kara Şövalye dördüncü kez Fransa Turu şampiyonu olur.


Andy “Poupou” Schleck* (Leopard-Trek): Ne güzel olacaktı halbuki… Bask Ülkesi’nin otlaklarında beslenmiş Sarı Kız’ın bonfilesi sayesinde Contador ceza alacak, Lüksemburglu çocuk hem 2010 hem 2011 Fransa Turu şampiyonu olacaktı… Aslında CAS’ın kararına göre hala olabilir ama Oscar Pereiro’nun kariyeri mahvoldu yolda kazanmadığı Fransa Turu mahkeme sonrası ona verilince. Andy bunu istemez.

Sarı bisiklet geçen sene uğur getirmedi Poupou'ya

Andy Schleck son yıllarda Alberto’yla başa çıkabilen tek yokuşçu. Kışları avlanmaya ayırdığı vakti TT çalışmaya verse bu iş olacak gibi. Bu sene az yarıştı. L-B-L’de üçüncü oldu, Giro’ya katılmadı (ki ilk Giro’sunda 2. gelmişti). Bahar Klasikler’nde Gilbert’den yediği tokattan sonra TdSuisse’e kadar ortada gözükmedi ama hiç de parlak bir performans göstermedi İsviçre’de. Evet, o yarışta formunun zirvesinde olması beklenmiyordu ama daha istikrarlı bir yarış çıkarmalıydı (hakkını yemeyelim Yokuş Klasmanı’nı kazandı). Ama o Puanlı mayo istemiyor Fransa’da.

2010 Fransa Turu (Tourmalet bayırı)

Ama belki de bir Süpermen değildir Andy. Çok yetenekli fakat hepimiz gibi zayıflıkları olan, ara ara iradesini kaybeden, çelik disiplini delinen biridir, kim bilir? Öylelerimiz de belli bir yaşam kalitesini tutturabiliyoruz. Eğer Andy Schleck balık tutmanın huzuru ve mutluluğunu Champs Elysées’deki birincilik kürsüsüne değişebilen biriyse ona saygım daha da büyür. Ama değilse, içinde Sarı Mayo ihtirası alev alev yanıyorsa, bunu da göstermesi gerek. Ve bu sene de ikinci olursa Contador’la kışın bir av partisi düzenlemekten başka çare kalmayacak gibi gözüküyor. Suçu Frank üstlenir, o hapisteyken ailesine Poupou bakar. Şampiyonların kaderi bu…

(*)Poupou: “Pupu” okunur, Yaroslav Popoviç’le karıştırmayalım lütfen…


Cadel Mur de Huy'de

Cadel Evans (BMC):
Bize “kan, ter ve gözyaşı”ndan başka bir şey vaat etmiyor. Yokuşlardaki perişan halini sevmeye bile başladık. Bu sene az yarıştı, taze kaldı, sonuçlarını da aldı. 2011’deki dereceleri göz kamaştırıyor (Tirreno Adriatico ve Romandie’de şampiyon, Dauphiné’de 2.). Sağa sola devrilerek, düşük kadans tempolu tırmanışıyla mücadeleden hiç vazgeçmiyor ama bizi ikna da etmiyor. Bahis firmaları 1/27 veriyorlar ANZAC zaferine. Oynayan biri olsam ona basardım paraları. Kazanması mümkün ama asıl iddaa oranı süper!


Ivan Basso (Liquigas):
Mesleki deformasyondan ötürü İtalyanlar’la aşk/nefret ilişkisi geliştirdim şu 12 yılda. Basso da bundan payını alıyor. Ona umut bağladım, hayran oldum, çok kızdım, bağışladım, takdir ettim. Giro’da Nibali’ye attığı (hadi “atmak zorunda kaldığı” olsun) kazık hala içimde. Etna’da antrenmanda düşüp hazırlıkları aksadığında “ilahi adalet” dedim. ITT’lerde eski ışığını göremiyoruz uzun süredir. Kazadan dolayı aksayan planları sonucu Dauphiné’de hiç hazır değildi. Son 20 günde formunu artırıp, Tour’un ilk haftasında yarış kondüsyonuna ulaşmayı umuyor. Sonra? Contador düşecek, Poupou balığa çıkacak, Basso şampiyon olacak…


Bradley Wiggins (Sky Team):Birkaç tane daha İngiliz kaynak okusam Wiggo’yu şampiyon ilan edeceğim. İngiliz basını bizimkine rahmet okutur valla (en azından bisiklet yazmıyor bizimkiler). Wiggins pistten geliyor, TdF 2009’da hasbelkader 4. oldu ama okuduklarımıza bakacak olsak, güneş batmayan imparatorluğa ilk şampiyonluğu getirecek. Adnan Polat da GS’ı Avrupa Ligi şampiyonu yapacaktı geçen sezon di mi?

Wiggins hayatının en iyi form düzeyine ulaştı. Dauphiné TT’lerinde çok iyiydi, yokuşlarda da zaman kaybetmedi ve GK şampiyonu oldu. Birayı azaltmış, kendini Sky’ın ilk senesindeki gibi performans stresine de sokmuyor. Haziran ortası formunun zirveye çıktığını ve bunu Temmuz sonuna kadar sürdüremeyeceğini düşünüyordum ama geçen hafta İngiltere yol/ITT şampiyonu olduğunu düşünürsek hala iyi durumda demektir (yarışta beyaz forması sayesinde hemen tanıyacağız). Uygulaması gereken formül aynı: Dağlarda kaybettiğin zamanı TT’lerde telafi et, Andy’e “İngiltere’de Nehir Balıkçılığı” kitabı hediye et ve ilk üçe girmeye çalış.

Bradley Wiggins Criterium du Dauphiné podyumunda Sarı Mayo ile

Dörtlü Çete (RadioShack): Klödi, Levi, Jani ve Horny (pardon Horner). Neymiş efem taktikleri? İlk dağ etabında bu arkadaşlardan hangisi gücünü gösterirse takım onun için çalışacakmış. Bruyneel üç yıl önce Contador yerine 37 yaşında bir Teksaslı’yı seçtiğinde zihinsel melekelerinden şüphelenmeliydik zaten. Dört lider taktiği Fransa Turu’nun 98 yıllık tarihinde yok (en fazla 2: Hinault & Lemond, onu da vurdular sonra). Ben çetenin elemanı olsam, yarışın ilk haftasına maksimum formla gelirim, Super Besse etabını kazanıp ve son 10 gün takım bana çalışırken formumu korumak için Bask bonfilesi ararım.

Eski Dörtlü Çete Üyeleri

İşin kötüsü Klöden, Leipheimer ve Horner harika bir yıl geçirdiler. Klödi sezon başından beri muhteşem TT koşuyor, Bask Turu’nu kazandı, P-N’de 2. oldu. Yazının icadından önce Fransa Turu’nda podyuma çıktığı söyleniyor ama kaynak bulunamıyor. 36 yaşının baharında. Bir U-Boat gibi sessiz ve derinden gidiyor. Bizi çok şaşırtabilir…

Levi Leipheimer, Klöden’den iki yaş daha büyük. Td Suisse’i son günkü harika ITT performansıyla kazandı, Kaliforniya Turu’nda Horner’in arkasında ikinci oldu. Fransa Turu’nda podyumu var, ama şu gezegende zamana sadece Ajda Pekkan direnebiliyor…

Chris Horner daha da yaşlı!!! Tevellüt 23 Ekim 1971, fakat kariyerinin en iyi sezonunu yaşıyor. Coca Cola, pizza ve çikolatayı azaltıp 5 kg verince Katalunya Turu’nda 4., Bask Turu’nda 2. oldu. Geçen sene TdF’da düşen Lance için çalışırken kaybettiği zamana rağmen GK’da 10. oldu. Mayıs ayında Kaliforniya Turu’nu nefis kazandı ve “Beni yokuşlarda Contador’dan başkası geçemez” diye meydan okudu. Daha beş yıl yarışmayı düşünüyor. Sonra Ajda’yla beraber anti-ageing işine girecekler. Chris Horner bu, her şey beklenir.


Janez Brajkovic ise üç haftayı tolere edip edemediğini artık kanıtlamak zorunda. Şimdiye kadar iki denemesi pek başarılı olmadı. Çıkaramayabilir, gocunacak bir şey yok bunda. Bu haliyle bile haftalık her yarışta şampiyonluğa oynayabilir. Kariyerini o yönde şekillendirebilir. Ama Ikarus gibi o da ışığı, güneşi istiyor. Ucunda yanmak olsa bile…


Benelux Tayfası: Önce Robert Gesink (Rabobank). 2010 Fransa Turu altıncısı. Bu sene Umman Turu’nu kazandı, Tirreno’da ikinci, Bask Turu’nda dördüncü oldu. Daha 25 yaşını yeni bitirdi. Bisikletçi fiziği hala gelişiyor. ITT çalışmalarına ağırlık vererek bu konuda da kendisini geliştiriyor, Rabobank çok iyi bir takımla geliyor. Mollema, tenDam ve Barredo ona destek olacaklar. Kaza bela yaşamazsa (ki biraz sakar bir oğlan) ilk 5 normal. Yanında hediyesi Beyaz Mayo olacak.

Benelux'ün LUX kısmını yukarıda ele aldık aslında. Ama Andy'e o kadar yer ayırdık, Frank Schleck'den de bahsedelim... Frank kardeşi kadar yetenekli değil...Hep öyle olur zaten. Abi disiplinli ama kapasitesi sınırlı, kardeş ise zeki ve tembel... Frank kardeşi L-B-L kazanınca sevinçten hüngür hüngür ağlayan bir ağabey. Andy tüm kibritlerini yakana kadar en büyük destekçisi olacak.
Frank Schleck ve Robert Gesink


Jürgen van den Broeck (Omega Pharma-Lotto). 1.86mt/69 kg. Kapalı kutu, web sitesi bile daha yayında değil. Az konuşuyor, Felemenkçe olduğundan da anlamıyoruz. 2001 ITT Gençler Dünya Şampiyonu… Zamanla etap yarışçılığı ve yokuş çıkma yeteneklerini artırdı. 2010TdF’da beşinci olunca genel klasmanda son 25 yılın en başarılı Belçikalısı oldu. Bu sene P-N’i saymazsak iyi yarışlar çıkardı. Dauphiné prologu kazandı, GK’da dördüncü oldu. Omega Pharma ilk hafta Gilbert için çalışacak ama Belçika takımlarında yokuşçu olmak çölde kutup ayısı olmak gibi bir şey. O alışkın…




Samuel Sanchez (Euskaltel-Euskadi): Geçen sene Fransa Turu’nu 4. bitiren adamı buraya yazmayacak mıyız yani? Samuel’i biz uçar gibi yokuş inerken sevdik. Takımını, rengini, kuruluş felsefesini, temsil ettiği halkı sevdik. 33 yaşında Fransa Turu kazanma ihtimalini sevdik. Ama Sanchez ve Euskaltel zamana karşı etaplarda çok zaman kaybediyorlar. Ancak ilk 10 mümkün (geçen sene TTT yoktu)

Şanzelize Tour Korosu: 198 sporcuyu tek tek yazamayacağımıza göre, geri kalan genel klasman ümitvarlarını birer cümleyle geçelim:
  • Damiano Cunego (Lampre-ISD):Büyük bir kayayı sürekli olarak dağın tepesine taşıyıp geri düşüren gerzek kimdir?
a) Sisyphos b) Cunego c) Prof. A. Demir d) Hepsi
  • A.Vinokurov (Astana): Etap cazibesi genel klasmanı gölgeleyecek ve yaşlı kurt bu uğurda kendini heba edecek. Babası da içkiyi bırakmış bu arada…

  • R.Kreuziger (Astana): Giro’yu kazanmaya gidip, eli boş dönen bir genç, Fransa’da bir eski dopingciye domestik görevi yaparken Beyaz Mayo’nun hayalini kurar… Olaylar gelişir

  • Tony Martin (HTC-High Road): Saate karşıda çok usta ama hep dağ etaplarından birinde yerçekimine yeniliyor.

  • Peter Velits (HTC-High Road): Geçen sene Vuelta’yı üçüncü bitirdi ama bu sene oldukça alçak bir profil çiziyor. Motivasyonunu kaybetmezse son ITT’de klasmanda ilk 20 arayacak. Umudu Kadir İnanır’ın sms’lerinde.

  • Rein Taaramae (Cofidis): P-N’de 4, Dauphiné’de 45. oldu, Estonyalı sıcağa gelemiyor mu acaba? Çöldeki Kutup Ayısı –II-

  • David Arroyo (Movistar): Bir yıl önce Giro’yu ikinci bitirmiş bir güzel insanı buraya yazmamak olmaz. Yoksa olur mu? Olur sanırım…
198 sporcunun hepsinin 25 Temmuz'da sağ salim ailelerine kavuşması dileğiyle...


Not: Aslında bir de Puanlı – Yeşil - Beyaz Mayo risalesi lazım ama yazana kadar Tur başlayacak. Arada dedikodusunu yaparız.











29 Haziran 2011 Çarşamba

Tour Pedallamakla Aşınmaz!!!

Zamanın akış hızına şaşırmayı bıraktım artık. Andy Schleck’in Port de Bales’de zinciri attığı anki çığlığım ve Eurosport Almanca spikerinin sesi hala kulaklarımda… O günle bugün arasında 50 koca hafta geçmiş. Bu sürede oğlum yeni okulunda ilk yılını bitirdi, kızım ergenliğin tüm fırtınalarını üstümüze yağdırmaya başladı, sevgilim de evlendi… Yazının çerçevesini çizen yol bisikletinde ise Vuelta, Dünya Şampiyonası, Giro, Paris-Roubaix ve tüm Bahar Klasikleri koşuldu bitti. Contador’da yasaklı madde bulundu, Armstrong sporu yine bıraktı, Schleck biraderler yeni bir takım kurdu. Elli hafta tüm bu olaylar için yeterli bir süre aslında; eğer bana 10 hafta geçmiş gibi gelmeseydi…

Yaşlanmanın bir etkisi de, yaşamın kıyısına doğru yapılan koşunun gittikçe hızlanması. Ve eğer gerçek onu nasıl algıladığımızsa, Fransa Turu gittikçe daha sık yapılıyor demektir. Haziran’ın son haftası geldi bile ve Cumartesi günü Le Grand Boucle 98. defa başlıyor (“Boucle” her ne kadar Tur/Döngü demekse bile, dilimizde saç ile anılan “bukle” kelimesiyle aynı kökten olması hoşuma gidiyor).


Fransa Turu tek yıllarda saat yönünün tersine bir parkur izler; fakat bu sene ortaya karışık bir rota servis edilmiş. 2 Temmuz’da Vendée’den başlayacak yarış, 14 Temmuz’a kadar saat yönünde koşulacak. Vendée’den sonra Bretagne (yani kuzey), sonra Normandiya (ve doğu) bölgelerinden geçilecek. Ardından güneye dönülerek, Fransa’nın üçüncü dağ sırası sayılan Massif Central ve bilahare Pireneler’e varılacak. Yıl 2011 ve saat yönünde bir TdF!!! Daha neler göreceğiz acaba?!!

Pireneler’e varıp da, hala saat yönünde ısrar edersek Alpler ve Galibier’nin 100. Yılı kutlaması ancak Biscaye Denizi’nde yapılacağından, kafile Pau’da yön değiştirecek. Bisikletçiler güneşi arkalarına alarak pedal basacaklar; St. Gaudens, Montpellier ve Gap kentlerinde durakladıktan sonra, müthiş zor bir hafta boyunca Galibier, L’Alpe d’Huez ve en sonunda Grenoble’a varacaklar. Pireneler’in efesi Tourmalet’dir ya, Alpler’in de kurucu babası Col du Galibier sayılır. Fransa Turu’nda ilk defa kullanılışının yüzüncü yılı şerefine, bu yaşlı bayır, iki ayrı etapta, iki ayrı yönden geçilecek.


Fransa Bisiklet Turu’nun parkuru hazırlanırken dikkat edilen bir nokta, ilk haftanın sadece sprinterlere ayrılmış olmaması. Daha birinci etabın finişi, Kat.4 bir yokuş olan Mont des Alouettes. Vendée’nin öz evladı T. Voeckler veya P. Gilbert’den birinin etap sonunda Sarı Mayo’yu giymesi yüksek bir olasılık. İkinci gün Sarı Mayo mutlaka el değiştirir (Europcar ve Omega Pharma Lotto TTT’de iddialı değiller), Redon’da biten 3. Etap ise sprinterler için ilk ideal parkur olacak.

Dördüncü gün finiş için seçilen kasaba yine bir yokuş. Brötonlar’ın gururu, sempatik isimli Mur de Bretagne (Britanya Duvarı). Tırmanış altı üstü Kat.3 olmasına karşın ortalık hareketlenecek. Yerel kimliklerine çok düşkün Bröton halkının ciddi bir bölümünü bu son yokuşta, yolun iki kıyısında göreceğiz. Gerçek yokuşçulardan ziyade patlayıcı gücü yüksek “puncheur”ler şanslı. (J.Rodriguez katılmadığına göre yine Gilbert, Cunego veya Vino??).

5. ve 6. Etaplar kaçış gruplarına uygun bir profil sunmakla beraber sprinter takımlarının iştahı buna izin vermeyebilir. 7. Etabın sprintle bitmesi daha garanti gibi. Pelotonda gittikçe azalan dopingli sporcu sayısı, kaçış gruplarının başarılı olmasını son 2 yıldır kolaylaştırmış da olsa, yeni sponsor arayan HTC-High Road, Mark Cavendish’e Chateauroux’da zafer kazandırmak isteyecek. Vendée, Bretagne ve Normandiya rüzgarlı bölgeler olarak tanınıyorlar. İlk hafta boyu, açık arazide olası bir çapraz rüzgar durumunda, GK takımları birbirlerini tuzağa düşürmeye çalışabilirler.

Fransa’nın Masif Central bölgesine geldiğimizde daha ciddi yokuşlar başlayacak. Super Besse kayak merkezinde bitecek 189 km’lik 8. Etap’ta dört kategorize tırmanış var. Genel Klasman favorileri için pek zorlu bir parkur olmasa bile, içlerinden bazıları bu ilk ciddi yokuşta güçlüklerle karşılaşabilir. Puanlı Mayo’yu kapmak isteyenlerin kaçış grubuna buyurmaları önemle rica olunur…

İlk dinlenme günü sonrası koşulacak iki etap sporcuları Pireneler’e hazırlayacak. Bu hafta sprinterlere şans tanıyan parkurlardan biri Blaye-Les-Mines – Lavaur etabı. Tour’un ilk baba etabının Fransızlar’ın bayramı 14 Temmuz’a denk gelmesi herhalde tesadüf değildir. İlk defa çıkılacak Horquette d’Arcizan yokuşunu takiben iki bildik HC (Hors-Catégorie) canavar; Tourmalet ve Luz Ardiden bizleri bekliyor (ofisi kırma günü olarak not ediniz!). Ertesi günkü Pau-Lourdes etabında da Col d’Aubisque geçilecek.

14. Etap’ta Col de Portet d’Aspet’den geçerken Fabio Casartelli’yi (ve Kivilev, ve Weylandt ve Tondo) anacağız. Yarış son derece sert HC yokuşu Plateau de Beille’de bitecek, Pirene Dağları da Tour 2011’deki rolünü tamamlamış olacak.

Pireneler’den Alpler’e yol alırken iki geçiş etabı göreceğiz. Limoux-Montpellier sprinterler için biçilmiş kaftan. Bir günlük aradan sonra koşulacak Saint-Paul-Trois-Chateaux*- Gap ise finişten 12 km önce yer alan Kat2. tırmanış Col de Manse sayesinde hem kaçıp etap kazanmak isteyenlere, hem de GK’da biraz fark açmayı planlayanlara çok uygun bir profil sunuyor.

(*):”Üç-Şatolu-Aziz-Pavlus” diye doğrudan veya” Üç Konaklar-Aziz Yıl...” diye anlam çevirisi yapalım…

Bu yılki Fransa Turu’nun son bölümü Alpler’de koşuluyor. 179 km’lik Gap-Pinerolo etabı bana 2009 Giro’yu hatırlattı. O yarışta Fausto Coppi’nin 1949’da kazandığı efsanevi 262 km’lik Cuneo-Pinerolo etabını tekrarlamayı planlayan RCS, Fransız topraklarında Madeleine, Vars, Izoard ve Montgenevre zirvelerini geçtikten sonra İtalya’ya geri dönüp Pinerolo’da bir finiş tasarlamıştı. Ancak uyuz ve gıcık Fransız bürokrasisi, ülkedeki telsiz frekanslarının Giro’da kullanılanlarla uyumsuz olduğunu öne sürerek uzun süre ayak diremiş, sonunda Col de la Madeleine inişindeki yol çalışmalarının bit(iril)memesi yüzünden; efsanevi bir etap kele dönmüştü. Ama Fransa Turu bu sene yüzü hiç kızarmadan Pinerolo’ya gidiyor. Ne diyeyim.. Başlarından Sarko eksik olmasın inşallah...


Pinerolo dönüşü de epik bir etap söz konusu. 200.4 km’de üç tane HC tırmanış bizi beliyor. Col Agnel, Col d’Izoard ve Col du Galibier (Lautaret yönünden). TdF şimdiye kadar Galibier’den 57 kez geçti ama ilk defa etap bitişi gerçekleşecek. Lojistik sıkıntıları çözmüşe benzeyen ASO, şimdiye kadar en yüksek irtifada biten etabı da gerçekleştirmiş olacak (2.645 mt). Son dağ etabı da, yeni moda olduğu üzere kısa bir parkur. 109.5 km’lik 19. Etap muhtevasında Col du Telegraphe, yine Galibier (bu defa kuzey yönünden) ve sonunda da L’Alpe d’Huez var.


Bu yazıyı okuyanlara artık L’Alpe d’Huez’i anlatmaya gerek yok sanırım. Numaralanmış ve her birine yokuşu fetheden büyük şampiyonların ismi verilmiş 21 sert virajı, 13,8 km uzunluğu ve ortalama %7,9 eğimi, bisikletçileri bekleyen yaklaşık 200-300.000 kişilik taraftar topluluğuyla bu bayır Fransa Turu’nun en şöhretli yokuşu ünvanını taşıyor. İlk defa 1952’de kullanılmasına karşın (elbette Coppi!!) karşın, hemen efsanevi bir nitelik kazanan, uzun yıllar Hollandalı sporcuların başarılı olması nedeniyle Felemenk Dağı olarak anılan L’Alpe d’Huez’de TdF 2004’de düzenlenen yokuş ITT’sini 1 milyon kişi seyretmişti!! Oturaklı, efendi Galibier ve Tourmalet’ye bakınca L'Alpe d'Huez baba parasıyla hovardalık yapan bir genci andırıyor.


L’Alpe’i en son 2008’de Carlos Sastre’nin Sarı Mayo’yu kazandığı performansında görmüştük (Sastre’yi bir daha görmedik zaten). Geçen sene Dauphiné’de Contador-Brajkovic düellosuyla bizi tahrik etmişti. Bu defa filmin asıl oğlanı olarak tekrar karşımızda (yalnız bir rica: lütfen bir kısım ukalaya özenip mekana “L’Alpe” demeyelim).

Son gün Grenoble’da koşulacak 41.5 km’lik ITT genel klasmanı belirleyecek ama, L’Alpe d’Huez podyumunda Sarı Mayo’yu kim giyerse Paris’te de üstünde göreceğimizi düşünüyorum. Kim olabilir bu kahraman derseniz; Alberto ve saz arkadaşlarını diğer yazıda konuşalım.

27 Haziran 2011 Pazartesi

Beyzbol Öğrenelim (2) - Oyunun Akışı

Serinin ilk yazısı: Beyzbol Öğrenelim (1) - Temel Strateji 

İlk derste atıcı yönetiminden bahsetmiştik; şimdi atıcı merkezli olarak bir oyunun akışını anlatmaya çalışacağız.

Bir beyzbol maçının zamansal süresi yoktur. Onun yerine süre inning birimiyle ölçülür. Bir beyzbol maçı toplam 9 inning sürer. Eğer 9 inning sonunda maçın durumu berabereyse maç eşitlik bozulana kadar birer inning uzar. Sanırım bu alanda rekor 27 inning'dir. Beyzbol hakkında zaman sınırı belirlenmemiş tek majör spor olduğu sık sık söylenir.

Beyzbol takımları sahada 9 kişi ile yer alırlar. Oyunda savunma takımı atıcısı ile topu fırlatırken hücum takımında da elinde sopa ile dikilen vurucu, yani batter vardır. Takım oyuncularının hücumda hangi sırada topa vurmak üzere gelecekleri maçtan önce belirlenir. Buna "batting order" denir. Bu batting order çok önemlidir; hem taktiksel olarak hem de kaprissel olarak. Zira birinci ve üçüncü sırada vurmanın ayrı önemleri vardır. Neyse, buna sonraki yazılarda değineceğiz.

Bir inning, rakip takımın 3 vurucusu oyun dışı kalana kadar devam eder. Bir maçın ilk inning'inde evsahibi takımın atıcısı topu fırlatırken deplasman takımının vurucuları topa vururlar. Bu durumda oyuna "Top of 1st inning" sanal zamanındadır. Deplasman takımının 3 oyuncusu oyun dışı kalınca "Middle of 1st inning olur" ve bu sefer sıra evsahibi takımın vurucularına geçer. Bu durum da "Bottom of 1st inning"dir. Bu böyle 9 inning devam eder. Evsahibi takımın deplasman takımından sonra vurmasının şöyle bir esprisi vardır: Maçın son inning'inde evsahibi takım gerideyse bile son olarak skor yapma şansı vardır. Ha bu arada belirtmeden geçmeyelim, skor topa vurarak yapılır. Topu atan takıma savunma takımı, vuran takıma da hücum takımı denir. Bu anlattıklarımıza somut örnek olarak aşağıdaki resme baktığımızda, Colorado takımı 5. inning'de hücumunu bitirmiş ve sıra Cubs'a geçmiştir. 5'in yarısı bittiği için "Mid 5th" demektedir.

Örnek bir maç durumu.
Savunma perspektifinden baktığımızda atıcı o inning'den kurtulmak için rakibin 3 vurucusunu oyun dışı bırakmak zorundadır. Bir oyuncuyu oyun dışı bırakmak için iki yöntem vardır: Ya adama 3 tane isabetli atış yapmak lazımdır, ya da adamın topa vurma sonucunda oyun dışı kalması lazımdır. Bu ikincisini bu yazıda ihmal edeceğiz (Eh be kardeşim, bu ihmal edilen şeyler birike birike dağ oldu)

Atıcı, topu yatay olarak home base adı verilen beyaz noktanın üstünden ve dikey olarak vurucunun dizi ile omuzları arasından geçirmek zorundadır. Topun fırlatma sonucunda bu noktadan geçip geçmediğine hemen arkada duran hakem karar verir. http://en.wikipedia.org/wiki/Strike_zone

Eğer atıcı topu bu noktada geçirirse isabetli atış, yani "strike" olur. Eğer geçiremezse ıska, yani "ball" olur. Eğer atıcı 3 kere strike yaparsa vurucu oyun dışı kalır, 4 kere ıska yaparsa vurucu oyun dışı kalmadığı gibi kendisine mükafat olarak birinci üs (first base) verilir ve oraya doğru yürür (walk) Bu skor atıştan önce 0-1, 2-3 falan gibi laflarla belirlenir. İlk sayı ıska, ikincisi ise isabet sayılarıdır.

Buraya kadar atıcının hep isabetli atmayı düşüneceği zannedilebilir, ama öyle değildir. Örneğin yukarıda söylediğimiz sanal noktanın tam ortasında top fırlatıldığında vurucu büyük ihtimalle topu saha dışına yollayarak beyzbolun en havalı sonucu olan "home run" yapar. O yüzden vurucu topu daha çok köşelere doğru fırlatır.

Ünlü Jason Giambi topa vurmak üzere sopasını sallarken

Ünlü Yankees vurucusu Jason Giambi topa vurmak üzere sopasını sallarken

Atıcının atışının ıska olması için topun sanal alandan geçmemesi kadar, vurucunun da sopasını oynatmaması gerekir. Eğer ıskaya rağmen vurucu vuracak şekilde sopasını sallarsa yine isabetli atış kaydedilir. Dolayısıyla top kendisine 90 mil civarında hızla yaklaşırken vurucu topun ıska veya isabetli olup olmadığını anlamalı ve ona göre sopasını sallayıp sallamayacağına karar vermelidir. Eğer atıcı topu köşelere ve kenarlara doğru fırlatırsa vurucuyu tereddütte bırakacaktır. Ara ara atıcı topu bilerek ıska atarak vurucunun dengesini bozmaya çalışır.

Vurucu elinde sopasıyla beklerken vücudu ile "home base" denen beyaz noktanın üstünü kapatmamalıdır. Ancak gelen topa daha hakim olabilmek için bu noktaya doğru yaklaşık durabilir. Bu durumda atıcı, vurucuya yakın noktada geçecek şekilde topu fırlatmak (inside pitch) suretiyle vurucuyu korkutarak bu noktadan uzaklaştırmayı dener. Eğer top vurucuya çarparsa vurucu "walk" yapar. Bu vurucu için iyi bir şey gibi gözükse de, beyzbol topu oldukça serttir ve can acıtıcıdır. Genelde vurucuya çarpan veya çok çok yakınından geçen toplar kavgaların başlıca nedenidir.  http://en.wikipedia.org/wiki/Brushback_pitch

Topla şişleme sahalarımızda görmek istemediğim olaylara yolaçabilir

Daha önceki yazımızda atıcının atışlarını tahmin edilemeyecek şekilde karıştırmasının öneminden bahsetmiştik. Zira atıcının ne atacağı tahmin edilirse vurucunun işi oldukça kolaylaşır. Atıcı atacağı stili gizlemek için eldivenini kullanır. Zira hangi stilde atacaksa topu o şekilde tutması gerekir.

Çok kabaca 3 çeşit atış vardır:

1. Fastball: Bu atışta top düz gider; en temel atıştır. Ayrıca en hızlı atış şeklidir, ancak eğer yeterince hızlı olmazsa kolay vurulur. http://en.wikipedia.org/wiki/Fastball

2. Breaking ball: Sağa veya sola falso alan atış şeklidir. http://en.wikipedia.org/wiki/Breaking_ball

3. Changeup: Tahmin edilenden yavaş atış şeklidir. Bu durum vurucuları yanıltarak ıska geçmelerine veya kötü vuruş yapmalarına sebep olur. http://en.wikipedia.org/wiki/Changeup

Tabii bu atışların oldukça fazla sayıda varyasyonları vardır. Sonuçta atışın stili ile atışın sanal alanın neresine doğru olduğu ve önceki atışların tarihçesi (ki bu vurucu tarafından tahmin edilebilirliği belirler) atışın etkinliğini belirler.

Şu ana kadar belirtmediğimiz, ama çok önemli olan tutucu (catcher) pozisyonu vardır. Bu vatandaş, atıcı tarafından atılan topu tutan, bol maske ve koruyucu kullanan adamdır. Bu adamın işlevi çoktur, ama yazımız bağlamda ilk işi, atış tipleri konusunda atıcıya taktik vermektir. Bunun için çeşitli el işaretleri vardır. Bu işaretleri tutucu verir, çünkü kendisi vurucu tarafında görülemez. Bir beyzbol maçı seyrederken topun nereye doğru fırlatılacağını tutucunun elinin pozisyonuna bakarak anlayabilirsiniz.

Resimde sağda çömelmiş durumda bulunan kişi tutucudur. Tutucu pozisyonuna sonraki yazılarımızda değineceğiz; şimdilik atılan topların tutulmasıyla görevli olduğunu söylememiz yeterlidir.


5 Haziran 2011 Pazar

Giro, Contador, WW108 ve Tondo

Sen ölüm
Sayrılıklardan sonra gelirsin peki,
Şu dev gibi, şu dipdiri gençlerle işin nedir?
-Fazıl Hüsnü Dağlarca



Giro 2011 biteli bir hafta oldu ama yarış hala kafamda dönüp duruyor. İlk görüntü WW108! Hemen ardından Xavier Tondo’nun gülümseyen masmavi gözleri…

Yarıştaki en parlak görüntü ise Alberto Contador’un sergilediği üstünlüktü. Yarışı 6 dakika gibi bir farkla bitirdi ama biliyoruz ki bu fark rahatlıkla 8-9 dakika da olabilirdi. TTT hariç hiçbir etapta zorlanmadı; istediği zaman atak yaptı, ikinci defasında etrafta kimse kalmamacasına…Üç haftanın sonunda son derece taze, hala dinçti ve hiç gerek olmamasına karşın son ITT’de 3. oldu.

Etapları hayalimde yaşadıkça, Contador’un yokuşlarda hiçbir domestiğe ihtiyaç duymadığını, yalnız tırmandığını hatırlıyorum. Her zaman korkularak söylenen “X izole oldu, rakipleri arasında tek başına!” klişesini Contador için kullanamadık. Değil takım arkadaşına ihtiyaç duymak, rakip takımlardaki sporculara etap kazandıran bir performans ortaya koydu. Önce Jose Rujano’ya, sonra da eski “gregario”su Paolo Tiralongo’ya birer etap hediye etti. Hatta Tiralongo’nun etabı kazanmasını sağladı bile denebilir ki, Rujano’ya yaptığı jestten daha da etkileyici bir hareketti bu.
Contador Rujano'nun zaferini yakinen izlerken
Contador’un yarıştaki genel rahatlığı, sükuneti ve kendinden emin tavrı ve Zomegnan’ın tüm itirazlarına karşın Monte Crostis’i iptal ettirirken gösterdiği iktidar, onun yeni “patron” ya da -Savaş Alparslan’ın deyimiyle- “pelotonun ağası” olmak yolunda ilerlediğini bana düşündürdü. Ağalık koltuğu Armstrong bıraktığından beri boş ve Cancellara’dan sonra tek gözüken aday da Contador. İspanyol bu iddiasını farklı bir şekilde ortaya koyuyor. Lance gibi, Hinault yada Anquetil gibi demir bir yumruğu ve karizması yok liderlik etmek için. O, en iyi olduğunu tartışılmaz biçimde göstererek, rakiplerinin adeta gözüne sokarak apoletleri takıyor. İstediği an sizi pataklayacak hasmınızın sakin ve huzurlu bir edayla kedisinden söz etmesi gibi… “Bak Cadel, sana reddedemeyeceğin bir teklif yapacağım!!”

Bu Giro’nun bende Contador üstüne uyandırdığı izlenim böyle. Geçen sene Tour’da daha zarar görebilir bir portre çizmişti (birisi “vulnerable”a Türkçe karşılık bulsun). Armstrong etkisi de olabilir, belki yeterince formda da değildi. Ama 2010 Temmuz ayındaki Contador’la 2011 Mayıs ayındaki Alberto çok farklı bir psikolojiye sahip gözüktü. Eğer Contador iki ay sonra Fransa Turu’nu kazanırsa, hele de 2-3 dakika falan fark atarsa patronluğu iyice güçlenecek.

Contador’un önündeki tek yağmur bulutu, ertelene ertelene Ağustos’a atılan CAS duruşması. Mahkemede aklanırsa ya da hafif bir cezayla kurtulursa Merckx’e parmak ısırtacak başarılarla kariyerini bitirebilir: 7 Fransa Turu + 3 Vuelta + 4 Giro (mesela yani!). Yetenekleri diğer Bahar Klasikleri için uygun olmayabilir belki ama isterse Fleche Walonne ve Amstel Gold’u da zaferleri arasına katabilir. Bu ikisi tam ona göre… Dünya Şampiyonu olmak da ister mi? Elbette. Giro sonrası Contador’un yapabileceklerinin sınırı yok gibi duruyor.

Yarıştaki diğer herkes Contador’un yanında figürand. Biraz Jose Rujano biraz da John Gadret karakter oyunculuğu yaptılar. Cav ve Petacchi başta olmak üzere 12. Etap’tan sonra tüyen tüm sprinterler filmin kötü adamlarıydılar. Scarponi ve Nibali podyumda yer almış olsalar bile Contador’un karşısında ikna edici olmaktan çok uzaktılar. Özellikle Vincenzo Nibali’nin performansı Jesse James’i “vuramayan”bir “Korkak Robert Ford”u düşündürdü. Biraz ağır oldu belki ama “Lo Squalo di Messina” (Messinalı Köpekbalığı) lakabını almışsa insan, dişlerini de gösterecek.

Giro, son derece zor bir parkur seçimiyle Fransa turuyla doğrudan rekabet etmek yerine yokuşçuların özel önem verdiği “niş” bir yarışa dönüşebilir. Zomegnan’ın gelecek sene için Güney İtalya’da çok zor bir yokuş daha bulduğu konuşuluyor. Elbette bu sene yaşanan sorunlar (etapların değişmesi, Monte Crostis’in iptali, çok uzun transferler yarış direktörünün işine mal olmazsa…
Wouter Weylandt (1984-2011)
Wouter Weylandt’ın şanssız, beklenmedik, zamansız ölümü, boğazına kadar dram dolu bisiklet dünyasına naklen ölümü de kattı. Dengemi, terazimi bozdu, kırdı attı. Eşine, doğmamış bebeğine, küçük kızına, Tyler Farrar’a mı üzüleyim, yoksa 26 yaşında hayattan kopan genç bir insana mı, bilemedim. Fransa Turu’na hazırlanan Tondo’nun; evinin garajında kendi arabası tarafından ezilerek ölmesi ise yaşamın inanılmaz saçma ve anlamsız şekillerde yok olabileceğini gösterdi. Doğrusu buna dair çok örnek gördüm. Kapadokya’da şofben zehirlenmesinden sınıf arkadaşımı kaybettim, bir tanıdığımın eşi damdan düşüp öldü. Ama Tondo’nun ölümünde beni asıl sarsan şey, ev kavramının mütemmim cüzü olarak düşündüğüm “emniyet hissi”ni yerle bir etmesi oldu. Ölüm ölüm gibi olmalı… Dağlarca’nın dediği gibi hastalıklardan sonra, yada ülkeni, özgürlüğünü savunurken…




Xavier Tondó (1978-2011)

Bu iki saçma ölüm, yaşamın tek başına hiçbir anlamı olmadığını, yaşadıklarım ve seçimlerimin hayatıma anlam ve amaç verdiğini gösterdi. Wouter Weylandt ve Xavier Tondo’ya gittikleri yerde uzun, keyifli sürüşler dilerim...

(Yazı Repras tarafından yazılmıştır ama teknik bir aksaklıktan ötürü bunu ispat edemiyoruz)