13 Şubat 2012 Pazartesi

Moneyball İçin Laflar Hazırladım

Moneyball filmi ülkemizde de gösterime girdi. Brad Pitt'in başrolünde oynadığı film duyduğum kadarıyla çok beğenildi. Filmin konusu beyzbol, ben de çevresinde "beyzbol bilen manyak" olarak tanındığımdan, herkes bana ne düşündüğümü soruyor. Hatta filmden çok etkilenmiş bir arkadaş "Hocam, bir akşam kapınızı çalıp beyzbol konusunda sizden feyz almak arzusundayım müsaade ederseniz" bile dedi.

Henüz filmi izlemedim. Film izlemeyi pek beceremeyen bir insanım. Ama eğer İstanbul kar yüzünden trafiğe çıkılamayacak hale gelirse işyerinden metroyla Taksim'e akıp filmi izleyeceğim, belki.

Üstelik filme konu olan kitabı da okumadım. Ama moneyball'u, veya aslında esas laf olan Sabermetrics'i eskiden beri biliyorum. Yine de biraz moneyball lafının kendimce etimolojisine gireyim. İlk olarak moneyball lafını NBA'in all-star haftasındaki üçlük yarışmasında duymuştum. Bu yarışmada su kanaletine benzer bir düzenekle basketçinin önüne toplar geliyor, o da oradan alıp alıp topu potaya fırlatıyor. Normal kahverengi toplar girince 1 sayı sayılıyor, ama moneyball adı verilen Amerikan bayrağı desenli top ise 2 sayı sayılıyordu. Tabii burada amaç tekdüzeliği azaltmak, zira o top gelince ister istemez stres düzeyi artıyor.

Bu işlerin piri Larry Bird moneyball'u potaya gönderirken


Bunun dışında alınan kritik bir ribaunt, maç sonunda skoru belirleyecek önemli bir atış veya bilardodaki son top gibi şeylere de moneyball demeyi seviyor Amerikalılar. Ayrıca Dallas Mavericks takımına da nedense moneyball deniyor (henüz çözemedim, internet aramaları diğer moneyball ile domine olmuş vaziyette) ve hatta kulüple alakalı gayriresmi bir sitenin adı da Mavsmoneyball.com'dur.

Neyse, sabermetrik üzerinden yazımıza devam edelim. Önce iki şeyi tespit edelim: Beyzbol çok köklü bir spordur ve bir oyuncunun performansı için yüzyılı aşkın süredir kullanılan çeşitli istatistikler vardır. Bunlar HR, RBI, BA, ERA gibi rakamlardır. (Bu gibi istatistik kalemleri ve genel olarak beyzbolu öğrenmek için Beyzbola Giriş adlı bir yazımız emrinize amadedir). İkinci tespit ise, beyzbolda, yahut daha spesifik olarak, beyzbolun en üst düzey ligi MLB'de NBA, NFL gibi diğer liglerin aksine salary cap, yani sezonluk harcama limitinin olmamasıdır. New York Yankees ile Boston Red Sox gibi zengin takımlar iyi oyuncuları parayı bastırıp kaparlar. (2011 sezonundaki takım başına senelik maaş toplamları için bu linke bakabilirsiniz)

Oakland Athletics köklü bir beyzbol takımıdır, ancak bu takımlarla başedecek kadar parası yoktur. 1997'den beri takımın genel müdürü olan Billy Beane (Brad Pitt bu kişiyi canlandırıyor. Brad Pitt'in resmini koymayacağım, eğer onun için okumaya devam ediyorsanız şimdi çıkabilirsiniz) az parayla rekabet edebilmenin çaresini sabermetrikte buluyor. Sabermetrik, yukarıda bahsettiğimiz geleneksel istatistikler yerine, değişik hesaplamalar yoluyla, oyuncuların galibiyetteki bireysel paylarını bulmayı amaçlayan alternatif bir istatistik kalemleri bütünüdür. Bunu ilk bulan Bill James adlı bir beyzbol yazarı ve tarihçisidir.


Billy Beane (bence Brad'den daha yakışıklı :)

Filmi seyretmediğim için hikaye kısmını kısa tutacağım. Sonuçta ne oluyor derseniz, Beane oyuncu transfer ederken veya draft ederken normal istatistiklerle çok dikkat çekmeyen ama "sabermetriği" iyi oyuncuları ucuza transfer ediyor. Takım 2002-2006 yılları arasında çok mütevazi bütçelerle büyük takımlarla aşık atıyor (büyüklerin bütçeleri 100 milyonu geçer). Gerçi Oakland Athletics (popüler jargonda A's diye geçer) bu dönemde hiç şampiyon olamıyor ama az parayla çok iş yapabildikleri için bayağı ilgi çekiyor.

Oakland en başarılı sezonu olan 2002 yılında 162 maçta 103 galibiyet alıyor (100 galibiyeti çok ender geçer takımlar) ve aslen br ekonomi yazarı olan Micheal Lewis bu sezon üzerine kurduğu Moneyball adlı kitabı yazıyor. Kitap best seller oluyor, film de bu kitap üzerinden yapılıyor zaten.


Kitabın kapağı (bende var-Ed.)

Kitabını okumasam da, filmini seyretmesem de, sabermetriği zihin açıcı birşey ve hatta ilerleme olarak görüyor ve Oakland Athletics'in bunu cesaretle uygulamasını takdir ediyorum. Sistemin işe yaradığı anlaşıldı ki, artık çoğu beyzbol takımı bünyesinde sabermetrik uzmanları çalıştırıyor. Boston Red Sox'un 86 yıl aradan sonra şampiyon olmasının en büyük mimarlarından, Chicago Cubs'ın yeni genç GM'i Theo Epstein da (Hain!!! - Ed.) bu yönteme değer veren biri olarak biliniyor ve Cubs organizasyonu da sabermetiğe göre tekrar tasarlanıyor.

Elbette insan sabermetrik gibi bir yöntemle tanışınca beyzbol dışındaki sporlarda, ve hatta spor dışındaki konularda da böyle yöntemler bulunabilir mi diye ister istemez düşünüyor. Kendi profesyonel iş hayatım açısından baktığımda, şirketlerin üst düzey yöneticilerinin daha Moneyball filmini izlemezken BI (business intelligence) yöntemleriyle, yani varolan verileri değişik şekillerde analiz ederek örneğin "Hmmm, 17-19 yaşındaki okula gitmeyen erkeklere az satış yapıyormuşuz. Hemen buna önlem alalım da satışlarımız artsın" gibi sonuçlara varmayı istediklerini biliyorum. Filmin izlenmesiyle beraber bu istekleri artacaktır. Sabermetriğin başka sporlara, örneğin bizim futbola uyarlayabilirliğini irdeleyen yazılar da pırtrak gibi çoğalıyor. Dolayısıyla, sabermetriği bu açılardan genelleyerek hazırladığım lafları sunmak istiyorum:

  • Sabermetriği bir çeşit simyacılığa benzetebiliriz. Simyacılık nasıl değersiz maddelerden altın etmeyi amaçlıyorsa, bu da değersiz oyunculardan yıldız elde etmeye çalışılıyor gibi anlaşılabilir. Değersiz derken, elbette fiyatı düşük anlamında kullanıyorum; örneğin hava değersiz ama gayet faydalı bir maddedir. Bunun gibi bir oyuncu yıldız ise zaten bu her türlü istatistiğine yansır, sayılarla uğraşmadan gözle bile anlaşılır. Karmaşık sayısal metodlar ile her takıma gerekli olan faydalı oyuncular keşfedilebilir, ama yıldız keşfedilemez. Maalesef şampiyonlukların olmazsa olmazı, yıldız oyunculardır.
Yıldız Oyuncu: Yetmez ama evet

  • Spor takımı da olsa, şirket de olsa, rekabet ortamında yaşayan her birim rekabetçi avantajlara ihtiyaç duyar. Sabermetrik, özellikle ilk çıktığı zamanlarda Oakland Athletics takımı için rekabetçi avantaj olmuştu. Ancak rekabetçi avantajlar eğer kolay taklit edilebilir türden ise, o zaman herkes bunları kullanmaya başlar ve kimse için avantajlı tarafı kalmaz. Oakland Athletics'in başına gelen de budur ve yıl 2012'ye geldiğinde tekrar sıradan bir takıma dönüşmüştür, zira sayısal yöntemleri elinde bilgisayar olan herkes kolaylıkla taklit edebilir. Önemli olan sürdürülebilir rekabetçi avantajlardır; örneğin Los Angeles Lakers, şehrin güzel, cazip ve büyük bir pazar olması sebebiyle her zaman böyle bir avantaja sahiptir. Her takım elbette böyle doğal avantaja sahip olmasa da, iyi bir takım kültürü (bu işletme jargonunda kurum kültürü diye geçer) oluşturularak da taklit edilmesi zor ve sürdürülebilir bir rekabetçi avantaj elde edilebilir.

En Güvenilir Kurum Anketinde San Antonio Spurs Sürprizi

  • İstatistikleri önemsemenin en temel zayıflıklarından biri, istatistiğe konu olan kişilerin (yani, örneğimizde oyuncular) istatistiklere göre oynama (gavurlar buna "gaming the system" der) denen suçu işlemelerine olanak sağlamasıdır. Örneğin bir basketbolcu istatistik olarak güzel gözükmek için savunmada kendini yormayıp hücumda daha aktif olabilir. Yine de temel istatistiklerde bu hileyi yapmak daha zordur, ama sabermetrik gibi oyunun ayrıntılarına giren istatistiklerde bu daha kolay yapılabilir. Örneğin bir futbolcu için koşma mesafesini önemsediğimizi düşünelim: Bir futbolcu sırf bu rakamı yüksek çıksın diye çaktırmadan gereksiz yere koşabilir. Diğer yandan sabermetrik, gelişmiş metodlarıyla geleneksel istatistik kalemlerine yapılabilecek bu tarz hileleri de ortaya çıkarabilir.

Shane Battier sabermetriğe bile yansımayan acayip bir adamdır. Okuyunuz.

  • İşleri sahaya inmeden sayısal olarak değerlendirmek, masa başının konforu, fildişi kulede olmanın seksi gizemi gibi avantajlara sahip olduğundan çok çekicidir. Bu da işin tam olarak nasıl yapıldığını, rakamlara yansımayan kaliteli şeyleri (örneğin basketbolda etkili bir screen), gözardı edebilme tehlikesine sahiptir. (Ayrıca bkz. Linearity Trap)
  • Sabermatiğin bir başka dikkate almadığı konu da psikolojik ve sosyolojik yönlerdir. Bir oyuncunun liderlik yeteneği, takım arkadaşlarıyla uyumu, soyunma odasına getirdiği/götürdüğü huzur gibi şeyler maalesef dikkate alınamayor. Ama yöneticiler, karar mekanizmalarında, elbette sadece sabermatik kullanmadıklarından diğer yollarla oyuncunun bu yönlerini de araştırıp karara varabiliyorlar. Bence sabermetrik benzeri metodlar, eski tarz insani ilişkilerle beraber güzel bir karışım haline gelebilirse daha tatmin edici olacaktır..

6 Şubat 2012 Pazartesi

Contador'a Ceza... Ne Şiş Yansın Ne Kebap!

Alberto Contador'un bitmek bilmeyen "clenbuterol" davası sonunda nihayete erdi. Üç CAS hakimi Contador'u suçlu bularak 2 yıl ceza verdiler. Ceza İspanya Federasyonu'nun Contador'a bir yıl ceza vermeyi önerdiği 25 Ocak 2011 tarihinden başlatılacak. Contador'un 2010-2011 arasında yarışmadığı 5 ay 19 günlük süre de cezadan düşülünce Contador 5 Ağustos 2012'ye kadar yarışmalardan men edildi. Ayrıca 2010 Fransa Turu şampiyonluğuyla, cezanın başladığı tarihten bu yana tüm yarışlardaki dereceleri de yok sayıldı. Bu durumda Contador'un Giro 2011 zaferi de elinden alındı. Kurul, UCI'ın Contador'a verdiği 2,485,000 SFr.'lık cezayı daha sonra karara bağlayacak.


Vazoyu geri alalım bi zahmet hocam!!

CAS kararında, UCI'in ve Contador'un clenbuterol maddesinin vücuduna nasıl girdiğine dair tezlerini olasılık dahilinde bulduğunu ama her iki açıklamaya da fazla itibar etmediğini belirtti. Eldeki delillere göre, yasaklı maddenin vücuda başka besin kaynaklarından girmiş olmasının daha olası olduğunu açıkladı. Bilindiği gibi UCI, Contador'un kan nakli yaptığını, Contador ise yediği ete bulaştığı için clenbuterol testinde pozitif çıktığını öne sürüyorlardı.

Cezayla birlikte Fransa Turu 2010 şampiyoluğu Andy Schleck'in oldu. Kendisi bugün itibarıyla kariyerinin ilk etap yarışını kazanmış sayılacak. Giro 2011 de, yarışı ikinci bitiren Michele Scarponi'ye verilecek. Ancak iki sporcu da, yaptıkları ilk açıklamalarda bu ünvanları kazanmamış sayacaklarını söylediler.


"Andy'ciğim şampiyonluğun kutlu olsun canım kardeşim"


Açıkçası, kötümser bir bakış açısıyla bakarak, Contador'un ceza almayacağını düşünüyordum. Adaletin güçlü ve başarılı kişilere pek de dokunamadığı topraklardan yetişmiş biri olarak Contador'un sistem tarafından bir şekilde korunacağını düşünüyordum. Aslında pek de yanılmış sayılmam. Verilen ceza son derece ince düşünülmüş gibi gözüküyor. Ceza 2 yıl olmasına karşın, Contador'un en az mağdur edilmesi için özel bir çaba gösterilmiş. Normal olarak, sporcunun son yarıştığı tarihten (Contador için Ocak 2012'de koştuğu Arjantin Turu) itibaren 2 yıl yasaklanması gerekirken; hakimler kurulu, tuhaf bir mantıkla, süreyi Ocak 2011'den başlattılar. Bu sayede, pratikte Contador sadece 6 aylık bir ceza almış oldu. Evet El Pistolero TdF 2012 ve Londra Olimpiyat Oyunları'nı kaçıracak ama Vuelta 2012'de geri dönmüş olacak.

Geçen haftaki bir başka gelişme de, ABD'de Lance Armstrong'a karşı yürütülen federal soruşturmaya son verilmesiydi. ABD Gıda ve İlaç Dairesi ajanlarından Jeff Novitzky'nin başkanlığında, yaklaşık 2 yıldır süren araştırmalar sonucunda Armstrong'a herhangi bir suçlamada bulunmayacağı açıklandı ama nedenleri belirtilmedi. Lance böylece, hadi aklandı demeyelim ama büyük bir beladan kurtulmuş oldu. Dünya anti doping ajansı WADA'nın toplanan bilgi ve delilleri Novitzky'den istemesi bekleniyor.


"Ucuz yırttık len Lance"


Bisiklet sporundaki doping uygulamaları, azalarak bitmeye doğru gidiyor gitmesine de, sporun aşıkları olan bizler, her yeni olayda bir kez daha yaralanıyoruz. İşin kötüsü habire kanayan kalbimiz de kabuk tutmaya başladı. Carlos Sastre hariç son 15 yıldaki her Fransa Turu şampiyonu şöyle yada böyle dopingle anılıyorlar. Yollarda kendilerini harap eden sporcuların dürüst yarışıp yarışmadıklarına dair şüpheler, bu güzel spora olan tutkumuzu örseliyor.

Yine de bisiklet; amerikan sporları, halter ve kıta futbolu gibi dallara oranla, temiz kalmak için daha çok çaba gösteriyor. İçimi biraz da olsa ferahlatan tek şey bu.

5 Şubat 2012 Pazar

Super Bowl XLVI Öncesi Son Notlar...


Super Bowl XLVI birkaç saat sonra Indianapolis'te Lucas Oil Stadyumu'nda New York Giants ve New England Patriots arasında oynanacak. Tom Brady profiliyle başladım, Eurosport.com.tr'e tahmin ve görüşlerimi gönderdim ama hala maçla ilgili yazacak birkaç şey daha kaldı. Onları da aşağıda bulabilirsiniz.


Lucas Oil Stadium - Indianapolis Colts'un stadı bu sene SBXLVI'ye ev sahipliği yapacak

Boston ve New York ABD’nin iki önemli şehri. Birbirlerinden haz ettikleri pek söylenemez. Kıtaya ilk gelen yerleşimcilerin kurduğu, kendini Amerika’nın soylusu olarak gören Boston’la, paranın ve zenginliğin fink attığı tüccar New York artık pek rekabet konusu kalmamış olsa da sevişmezler. Bostonlular New Yorklular’ı küçümser, NY’lular da Bostonlular’ı inceden aşağılarlar. İki şehrin beyzbol takımları Red Sox ve Yankees, bizdeki GS-FB rekabeti kadar sert bir düşmanlığı sürdürürler. NBA’de de Doğu Konferansı’nda itişir iki şehir. Beyzbolda NY, basketbolda Boston daha başarılı olmuşlardır. Amerikan futbolunda, Pats AFC, Giants ise NFC’de oynadığından çok bir rekaber geliştirmemişlerdir tarihte aslında. Patriots’un asıl düşmanı NY’un diğer takımı Jets’dir. Ama 2007’de Patriots’un 18-0 ile geldiği finalde Giants’a kaybetmesi Boston camiasında derin bir iz bıraktı. Son derece dikkatli konuşsalar da intikam için yanıp tutuştukları çok belli oluyor.



Bu sene Boston'da Giants Patriots'u yendikten sonra Tom Brady Eli Manning'i kutlarken


Tom Coughlin ve Bill Belichick NY Giants çatısı altında, Bill Parcells’in yardımcıları olarak mesai harcadılar. Bu gece Parcells’in eğitiminden geçmiş iki işkolik kapışacak. Tom Couglin her türlü ayrıntıyı hesaplayan, planlayan bir disiplin delisi olarak tanınıyor. Her toplantının başlama saatinden 5 dakika önce odada bulunmak zorunlu. Manyakça değil mi? Madem öyle toplantı saatini öne al! Ama hayır. 3:00’de başlaması gereken toplantının gerçek başlama saati 2:55. Tuhaf. Bill Belichick ise Tom Brady’den başka bir stara izin vermeyen, takımın her zaman kişilerden önde geldiğini vurgulayan bir hoca. Acımasız ve takımın iyiliği için her şeyi yapabiliyor. SB’a yirmidört saat kala WR Tiquan Underwood’u takımdan çıkardı (kadro dışı falan değil, direk kovuldu, “dolabını topla, oyun kitabını teslim et ve git!”), yerine bir savunmacı aldı. Duygusal olmamaktan acımasız olmaya giden bir tavır…

Maçın en kritik mücadelesi Giants pass rusher’larla Patriots OL’ı (hücum hattı) arasında geçecek. Pas oyunlarında, top Brady’nin eline geçtiğinde, ön taraftaki acımasız mücadeleyi gözden kaçırmayın. NFL’in en iyi "pass rushing" takımı olarak gösterilen Giants’da mahşerin 4 atlısı; Justin Tuck (90), Jason Pierre-Paul (91), Osi Umenyiora (72) ve Chris Canty (99) tüm akşam Brady’i rahatsız edecekler. Boston’da Brady'i korumak için en ağır görev LT Matt White (72), Logan Mankins (70) ve Nate Solder’da (77) olacak. Tom Brady’nin sol tarafını (Blindside’i okuyan ve/veya seyreden?) koruyacak olan Matt Light’in performansı gecenin en merak edilen konusu. White’in direnci Tom Brady için kritik önemde.

NY Giants’ın hücum tarafına bakacak olursak bu senenin müthiş keşfi WR Victor Cruz (80) ve Hakeem Nicks (88), Mario Manningham (82) ile beraber Eli Manning’in (10) atacağı pasları bekleyecekler. Ayrıca koşucu bekler Ahmad Bradshaw (44) ve Brandon Jacobs (27) yerden koşularla yard almaya çalışacaklar.


Elisha Nelson "Eli" Manning


New England Patriots tüm sezon savunmasının yeterli olmamasıyla eleştirildi. Ancak savunma uzmanı baş antrenör Belichick ekibi yavaş yavaş adam etti ve Ravens karşısında iyi bir performans gösterdiler. DT Vince Wilfork (75) rakip QB’e en çabuk ve etkili ulaşan oyuncu. Defanstaki sıkıntılardan biri aslında WR olan Julian Edelman’ın (11) zorunluluktan defansta köşe beki (CB) oynayacak olması. Victor Cruz’la baş başa kalırlarsa Cruz’un büyük avantajı olduğu düşünülüyor.


Patriots, Tom Brady’nin (12) liderliğinde oyunu açarken en önemli kozu, kısa pas yollarında müthiş başarılı olan tutucu Wes Welker (83) ve müthiş TE Rob Gronkowski (87) olacak (Gronk fena burkulmuş bir bilekle oynuyor, daha önce bahsetmiştik). Patriots’un diğer tight end’i Aaron Hernandez de (81) hem koşucu bek, hem blokçu hem de tutucu olarak iş yapabilen çok yönlü bir oyuncu. Bu sene Belichick’in kumar oynayarak takıma aldığı ancak pek performans göstermeyen bir zamanların müthiş WR’ı Chad Ochocinco (85) da sürpriz yapabilir. Dersine iyi çalışmadığı için Tom Brady’nin Ochocinco’yu (İspanyolca “85” demek) pek tutmadığı ve pas vermekte isteksiz davrandığı konuşuluyor ama bu maçta bir sürpriz görebiliriz. Giants’ın gözü sürekli olarak Welker, Gronk ve Hernandez’de olacağından “85”e fırsat doğabilir.

Thomas Edward Patrick "Tom" Brady Jr.


Son olarak iki finalistin tabiri caizse penaltıcılarına bakalım. En önemli skor silahları olan kicker’lar içinde Patriots’da Stephen Gostkowski (3) var (aman Gronkowski’yle karışmasın). Bu sezon 28/33 başarı oranıyla oynuyor (kariyer ortalaması %84.4) ve 50yd menzili var. Zorda kalırsa daha uzaktan da deneyebilir. NY Giants’ın kicker’ı ise Lawrence Tynes (9). Tynes NFC finalinde zaferi getiren son FG’u yaparak baskı altında dağılmadığını gösterdi. Bu sezon 19/24 isabetle oynadı (kariyer ort. %80.9).


Super Bowl XLVI’in başlamasına dört saat var. 45 oyuncu, 20 antrenör ve asistan yaklaşık yüz kişilik bir ordu Amerikan futbolunun en önemli show’unu kazanmak için çabalayacaklar. Bizim gözlerimiz ise hep oyun kurucularda olacak; galibiyet ve yenilgi yarından itibaren hep onların üstünden konuşulacak. Tom Brady ve Eli Manning... İlki kimsenin istemediği çirkin ördek yavrusuyken NFL’in en ünlü ve başarılı oyuncusu olmayı başardı. Diğeri ise süperstar ağabeyinin gölgesinde ezilip gidecekken, sadece işini yaparak ABD’nin en zor pazarı New York’da 8 yıldır dayanmış, eleştirilere göğüs germiş ve arada da çaktırmadan bir Super Bowl kazanmış yıkılmayan bir adam. Onların kişilikleri bu gece sahaya nasıl yansıyacak göreceğiz.

Herkese uykusuz güzel bir gece dilerim. Devre arasında Madonna'nın gösterisini kaçırmayın.

4 Şubat 2012 Cumartesi

Tom Brady - Azimle Beton Delen Adam (2/2)







Tom Brady’nin takımı New England Patriots, Boston havzasının takımı. 1959’da kurulmuş, 1990’lara kadar oldukça kötü bir takım olarak gelen bir organizasyon. 1985’de kazandığı AFC şampiyonluğu dışında çok bir başarı elde edememiş (SuperBowl XX’de Chicago Bears’e fena yenilir). 1993’de Bill Parcells’in koçluğa gelmesi ve 1994’de takımı Robert Kraft’in satın almasıyla yavaş yavaş toparlanmaya geçer ve mavi kanlı Boston’un uzun yıllar acınacak halde kalmış kalmış futbol takımı geri dönmeye başlar.



1996’da Patriots yine AFC şampiyonu olur ama bu defa SB’da Green Bay’e kaybeder. Yıl 2000’e gelindiğinde takım, yeni hocası Bill Belichick’e emanet edilmiştir. Belichick, Parcells’in rahle-i tedrisatından geçmiş bir savunma gurusudur. Elinde Drew Bledsoe gibi iyi bir QB olduğundan draft yatırımını başka yerlere yapar. Zaten Bledsoe’nun dışında, takımda iki oyun kurucu daha vardır. Hocanın şüphesi Brady’nin üniversitede pozisyonunu Drew Henson’la hep paylaşmasıdır. Ama QB koçu Dick Rehbein’in tavsiyesi ve ısrarı üstüne draftin altıncı turunda Tom Brady’i seçer. Ukala Brady, ilk iş kendisini Robert Kraft’e tanıtır ve ona “Bu takımın verdiği en iyi karar beni seçmektir” der (böyle tipleri biz yatılı okulda direk döverdik; elimizden kaçanlar arasında Gisele’i ayartan falan olmadığına göre doğru yapmışız).


Her NFL takımı sezonun açılış günü, kadrosunda en fazla 53 oyuncu bulundurabilir (maç kadrosu 45 kişidir). Sezon öncesi yaz kampına, takımlar daha fazla oyuncu çağırırlar ve beğenmediklerini kovarak kadroyu 53’e indirirler. Bu kesintilerde bilmediğimiz ne dramlar yaşanır (isteyen Rudy filmine bakabilir). Brady, Patriots yaz kampına dördüncü QB olarak başlar. Kamp sonunda, koçlar tarafından, fitness programında en sıkı çalışan oyuncu seçilir ve kadroya girmeyi başarır. İlk sezon takımda yer almaz. Ama çalışır, çabalar ve öğrenir. 2001 sezonu başlarken önündeki iki QB’yi geçmiş ve Bledsoe’nun yedeği haline gelmiştir. Belichick tecrübe eksikliğinden dolayı onu ilk QB yapmadık der sonradan. Bledsoe daha bir yıl önce Patriots ile 10 yıllık kallavi bir kontrat yapmış, takımın tartışılmaz lideridir. Ama Brady yakın arkadaşlarına Bledsoe’yu keseceğini anlatmaktadır.



11 Eylül 2001’de Amerika’da meydana gelen terör olayları sonrası ilk maçta Patriots evinde NY Jets ile oynar. Maçların yapılıp yapılmayacağı çok tartışılmıştır ama NFL devam kararı vermiştir. Maçın sonlarına doğru Jets’in yarma linebacker’i Mo Lewis, Drew Bledsoe’yu müthiş bir darbeyle oyun dışı bırakır. Sonradan iç kanama geçirdiği anlaşılan Bledsoe yerini Brady’e bırakır. Brady maçı kazandıramaz ama Bledsoe’nun nekahat süresinde formayı kazanır. Takımın katır yükü para verdiği Bledsoe yedekten girdiği 2001 AFC finali dışında bir daha oynayamaz ve sezon sonunda Buffalo’ya transfer olur.

Drew Bledsoe sakatlandıktan sonra tedavi ediliyor.


Brady onbirde başladığı ilk iki maçta çok da başarılı olamaz. Fakat San Diego Chargers karşısında iki kez geriden gelerek maçı uzatmaya taşımayı başarır. Uzatmada da takımını FG yapacak yere taşıyacak üretkenliği gösterir ve maçı Patriots kazanır. Brady'nin bu maçtaki istatistikleri 33-54 pas isabeti, 364 yds ve 2 TD pası... New England sezon boyunca Indianapolis Colts ve efsane QB’i Peyton Manning’i 2 kez devirir. Son altı maçı arka arkaya kazanır ve AFC East grubunu lider bitirmeyi başarır. Brady’nin ilk playoff maçı bir dönüm noktasıdır. Oakland Raiders karşısında, sahanın tamamen karlı olduğu bir akşamda Brady büyük patron Kraft’e kazanma garantisi vererek maça başlar (NFL’in en ünlü “kazanma garantisi” için bkz. Joe Namath).

Patriots'un sahibi Robert Kraft


4. çeyreğin sonuna gelirken Patriots 3 sayı geridedir. Brady takımın son atağında pas atmak ister. Ancak gelen baskıyı farkedip topu göğsüne doğru tam çekerken Charles Woodson’un darbesiyle düşürür. Raiders topu kapar. Herkes “fumble” diye düşünür. Hakemler önce topu Oakland’a verirler ancak görüntüleri tekrar izledikten sonra, “tuck rule” kuralı uyarınca oyunun başarısız pas (tam adı: incomplete pass) sayıldığını ilan ederek topu Patriots’a iade ederler. Kıyamet kopar (üstünde 11 yıl geçmiş olmasına rağmen bu olay NFL’de hala konuşulmaktadır). Brady yeni hakkında takımını ilerletir ve FG menziline getirir. Adam Vinatieri sinir bozacak kadar iyi bir kicker’dır ve maçı uzatmaya götürecek vuruşu yapar. Uzatmada Brady yine topu Vinatieri’nin gol yapacağı noktaya kadar getirmeyi başarır ve Patriots maçı 16-13 alarak SB’a çıkar. Karşılarında o dönemin en güçlü takımı St. Louis Rams ve -hayatı ayrı bir yazı konusu olabilecek- QB’i Kurt Warner vardır. Belichick takımına müthiş bir savunma yaptırarak Rams’in mükemmel hücum gücünü durdurur. Maçın bitimine 1:30 varken skor 17-17, top da Brady’nin ellerindedir. Patriots’un mola hakkı yoktur. Comeback Kid arka arkaya üç pasla topu kendi 41 yd çizgisine getirir. Sonraki oyun başarısız pas olurç Ardından, önce 23 yd ardından da 6 yd’lık iki pas daha atarak topu yine Vinatieri’ye teslim eder. NFL tarihinin belki de en iyi kicker’i “Adam gibi Adam” Vinatieri 48 yd uzaktan topu direkler arasından geçirir. Patriots 20-17 Rams!!!

Adam Vinatieri maçı kazandıran vuruşu yaparken

Sevindirik Brady salaklamış sırıtırken


Yazının bundan sonrası Tom Brady güzellemesi olmasın diye biraz yön değiştirelim ve bir quarterback’te aranan fiziksel ve mental özelliklerin başlıcalarını sayalım:

Hız ve çabukluk, koşu içeren her sporun başlıca gereğidir. Bir QB, savunmadan kurtulmak için süratli hareket edip, gereğinde koşu oyunuyla yard kazanacak bir çabukluğa sahip olmalıdır. Brady’nin, bu özelliğini geliştirmek için, lise ve üniversite süresince, çocukların seksek oyununa benzer bir çalışmayı (5 dot drill) ibadet eder gibi çalıştığı anlatılır.

Kol gücü, 400gr’lık bir topu, havada şık bir yay çizdirerek, gereğinde 50-60 metre uzağa hızla atmak için elzemdir

Uzun boy, QB’in önünde iki sıra yer alan hücum hattı ve savunma hattı oyuncularının başları üstünden, görüş açısı engellenmeden sahada olan biteni görmeye yarar.

Yapılı bir vücut ise karşı takımdan er geç yenecek darbelere dayanmak için olmazsa olmaz bir fiziksel özelliktir.

• İsabetli pas atmayı sağlayan el-göz koordinasyonu hem mental hem fiziksel bir meleke sayılır bence. Bir QB’de beni en heyecanlandıran şeylerden biri, A noktasındaki QB’nin, B noktasındaki tutucunun, X saniye sonra C noktasında olacağını hesaplayarak topu, B’den C’ye X saniyede gidecek şekilde atabilmesidir. Dikkatinizi çekerim ki bu haslet, bizim futboldaki “topu adamın koşu yoluna atmak” gibi 2 değil 3 boyutlu bir hesap ister. Belki Prekazi’nin, Moncao’da, ceza sahasına koşmakta olan Tanju’nun varacağı yeri hesaplayarak topu altı pasın köşesinde kafasına oturtmasıyla karşılaştırılabilir. Lakin QB’ler bunu her maç 20-30 kere yapmak zorundadırlar.

Çabuk ve doğru karar vermek bir QB’nin sermayesidir (size insan sermayesini başka şekilde anlatanlar olmuştur ama doğrusunu öğrenme vakti geldi). Sürekli hareket eden bir oyuncu kitlesi arasında “Kime, hangi pası atayım?” kararını verirken ışık hızında düşünmek gerekir. Ortalama bir oyunun 5-7 saniye sürdüğü bir sporda sermayeden yiyen (yani isabetsiz pas ve INT) bir oyun kurucu kısa yoldan iflasa ve kötü yola yönelebilir.

• Bu noktada cesaretten, hem de saf cesaretten bahsetmemek olmaz. Rakip defansın yarmagülleri, topu kapmak için üstüne hücum ederken, QB alacağı darbeyi değil, vereceği pası düşünmek, WR’ların boşa çıkması için son ana kadar beklemek zorundadır. Çoğu QB pasını attıktan sonra darbe yemeyi göze alır ama bu yapacağı işteki isabetini etkilememelidir. Eğer cesaret “korkuya rağmen zorunda olduğun şeyi yapmak” ise, canı yanacağını bile bile oynamayı sürdürmek, boştaki WR’i aramak bir QB’in en önemli hasletidir. Çok sayıda parlak oyun kurucunun NFL kariyeri, korkudan kaynaklanan doğru karar verme yetisinin kaybolması ve acele etmek nedeniyle bitmiştir.

• Bir QB’in sahada yaptığı iş, buzdağının görünen kısmıdır aslında. QB, hafta içi, zamanının çoğunu ortada sıçan oynayarak değil, projeksiyon makinesinin başında, karşı takımın savunma oyunlarını analiz ederek geçirir (aslında tüm takım öyledir). Analiz yeteneği ve savunma dizilişlerini ezberlemeye yarayan fotografik hafıza NFL oyun kurucusu için ekmek ve sudur. Diğer yandan her hafta yeni oyunlar eklenerek gelişen oyun kitabını ezberlemek gerekir.

• Tüm bu özelliklere, liderlik yeteneği ve şansı da eklemek gerekir. Quarterback Amerikan futbol takımın –özellikle hücum takımının- tartışılmaz lideridir ve oyuncuları ne kadar çevresinde toplayıp motive ederse takım o kadar iyi sonuçlar alır. OL (offensive line=hücum hattı) oyuncuları QB’nin korumalarıdır (“bodyguard” daha doğru bir tanımlama) ve liderlerine ne kadar inanç duyarlarsa o kadar candan savaşırlar. Tom Brady’nin, her sezon sonu, OL oyuncularına pahalı hediyeler aldığını, sık sık onları yemeklere çıkardığı ve kıyaklar çektiği bilinir (bu noktada Fransa Turu’nu kazanan sporcunun ödülü takıma dağıtmasını hatırlatmazsam vicdanım sızlar, çok ihmal ettim bisiklet mevzularını). Elbette şans, talih, kısmet de, her oyunda olduğu gibi, Amerikan futbolunda da sık sık sonucu etkileyen bir ögedir.


Brady yukarıdaki özelliklerin bir kısmı kendisindeyken diğerlerini çalışarak geliştirdi. 2002 sezonunda Patriots playoffa kalamaz. Brady 29 TD, 14 INT atar (isabet ve sermaye bir arada!) ve sezonun büyük bir bölümünü sakat geçirir (talih!). Ama 2003 ve 2004’de Patriots arka arkaya 2 kez daha Super Bowl şampiyonu olur. Bu iki sezonda Patriots 21 maç arka arkaya kazanır ve Brady bir kez daha SB XXXVIII’ın MVP’si seçilir (tüm özellikler bir arada!).


"SB kazanmaya alıştım, sanırım sorun ağız yapımda"



Meşhur SuperBowl yüzüğü

2005 sezonunda Patriots koşucu beklerin sakatlıklarıyla sarsılır ama normal sezonu 10-6 ile bitirmeyi başarır ve playoffa kalır. Ancak Pats ikinci turda Denver Broncos’a 27-13 yenilerek elenir. 2006’da takım 12G 4Y ile yine playoff’a kalır. Önce ezeli rakibi NY Jets’i eler, ardından da geriden gelerek San Diego Chargers’i 24-21 yenip AFC şampiyonluk maçına çıkarlar. Ama bu defa geriden gelen Colts olur. Son çeyreğe 28-21 yenik başlayan Indy, maçı büyük usta Peyton Manning’in idaresinde 2 TD ve 1 FG ile kazanır. Karşılaşmanın son oyunu Tom Brady’nin attığı INT olur (sermayeyi çizdirdi şakasını yapmayın!).

2007 Patriots için harika bir sezondur. Süperstar WR Randy Moss’u da kadrosuna katan Patriots, Brady-Moss uyumuyla inanılmaz verimli bir hücum gücü sergiler. Tommy 16 maçta 50 touchdown pası atarak Manning’in rekorunu kırar. Randy Moss da ondan aşağı kalmaz. Yakaladığı 23 TD pasıyla, tutucuların peygamberi, ulu insan, bir tanemiz, canımız Jerry Rice’ın 22 touchdown’luk rekorunu tarihe gömer. Takım, maç başına 37 sayı gibi müthiş bir ortalamaya ulaşır. Tom Brady oy birliğiyle sezonun MVP’si seçilir.

Tom Brady ve Randy Moss NFL tarihinin bir sezondaki en üretken QB-WR ikilisi oldular


New England 2007 playoffunda Jaguars ve Chargers’i yenerek NFL tarihinin bir sezonda 18-0 yapan ilk takımı olur. Daha önceki başarı 17-0 ile SB kazanan 1972 Miami Dolphins’indir. Tarihe altın harflerle yazılmak için sadece tek bir maç kalmıştır. Rakip, tabir yerindeyse SB XLII’ye sürüne sürüne gelen NY Giants’dır. İlk 3 çeyrek sonunda skor Patriots lehine 7-3’dür. Giants 4. çeyrekte Eli Manning’in idaresinde öne geçer. Comeback Kid sazı tekrar eline alır ve bitime 2:40 kala Randy Moss’a attığı pasla skoru 14-10’a getirir. Ama “En-Bi-Comeback-Kid” Eli Manning takımını tekrar hücuma geçirir. Amerikan basınının VELCRO CATCH (“cırt cırt yakalayışı” desek olmazdı) adını verdiği meşum hadise meydana gelir. Eli Manning, Patriots defansının baskısından mucizevi şekilde sıyrılıp açığa çıkar, topu ileri doğru fırlatır, takım arkadaşı David Tyree pası havada tek eliyle yakalar, yere düşerken topu eli ve kaskı arasına sıkıştırır ve top orada kalır. Bu oyunla hayatta kalan Giants, Manning’in üç oyun sonra attığı TD pasıyla maçı kazanır. Patriots sezonu 18-1 ile bitirmiştir ama o “1” yanlış zamanda gelmiştir işte...


David Tyree'nin tarihe geçen yakalayaşı


2008 sezonunun ilk maçında KC Chiefs oyuncusu Bernard Pollard’ın darbesiyle Brady’ni hem ön hem yan çapraz bağları kopar. Sezonu kapatır (aynı Pollard, son AFC finalinde Patriots TE’i Rob Gronkowski’ye ayağını fena burkacağı bir tackle yaptı, Gronk’un SB’da tam performansla oynaması şüpheli). Brady’nin yokluğunda takım playoff’a kalamaz. 2009’da tekrar dönen Brady çok iyi 2 yıl daha geçirir ama playoff başarısızlığı Patriots’un yakasına yapışır. 2009’da Ravens, 2010’da New York Jets’e playoff’da elenmekten kurutulamaz. Brady buna rağmen 2010’da yine NFL MVP’si seçilir.

Brady Eylül 2008'de çapraz bağlarını kopartan darbeyi alıyor


Brady yere bakan yürek yakan bir tip. 2004’de kendinden yedi yaş büyük dilber Bridget Moynahan ile çıkmaya başlar. Annesi karşı çıkmış, babası sırıtmış (mesela!). Üç seneye yakın beraber olup 2006 sonunda ayrılırlar. Moynahan, ayrıldıktan iki ay sonra 3 aylık hamile olduğunu açıklar ama Brady çoktan Gisele Bündchen’in koynuna girmiştir (zamanlama her şeydir Bridget, bunu unutma!). Yakın arkadaşlarımın Amerikan futboluna ilgi duymaları da bu dönemlere rastlar. O zamandan beri Tom Brady’i, Patriots’un rekortmen oyun kurucusu olarak değil “Gisele Bündchen’in kocası” olarak lanse ediyorum. Tommy’e ayıp oluyor ama sonuç alıyorum. Çift 2009’da evlenir, yıl sonunda oğulları doğar. Brady artık 2 evlat babası olur.

Brady ve Moynahan mutlu günlerinde



Brady gibi ben de 32 yaşında iki çocuk babasıydım. Ortak noktalarımız para pul işlerine geçince bitiyor ama. İlk çaylak sözleşmesinde yılda 190.000 dolar maaşa imza atan Brady 2010’da yenilediği kontratında dört yıl için 72 milyon dolara imza atmış durumda. Ama şunu da hatırlatmak gerek ki 2005’de sözleşme yenilerken, takımın diğer pozisyonlara da iyi oyuncular alabilmesi için Brady ederinden daha az bir paraya evet demişti.

Brady'nin çekirdek ailesi

Brady’nin sebatı ve çalışkanlığı nerede peki? Lise ve üniversite yıllarında fiziğini ve oyununu geliştirmek için yaptıklarından bahsettik. Peki lige 199. sırada giren, kendisinden fazla bir şey beklenmeyen biri nasıl bu hale geldi? Brady çok çalışıyor. En gözde takım arkadaşı Wes Welker sabah en erken gelen ve en son gidenin o olduğunu söylüyor. Oyuncuların sezon dışı “gönüllü” antrenmanlara katılmalarını teşvik için coach Belichik çalışmalara en düzenli ve sürekli katılanlara, tüm sezon kullanılmak üzere bina giriş kapısına en yakın, en güzel park yerini tahsis ediyor (Boston kışında fena bir ödül değil)… Araba park yeri hiyerarşisi “corporate world” de en az köşe ofis kadar önemli bir hava atma aracıdır. İşte Belichick, çalışanların hiyerarşisini dağıtmak pahasına bile olsa, en sıkı çalışan oyuncuya en iyi park yerini veriyor. Bu ödülü yıllardır Tom Brady’den alabilen yok. Sabah 6:00, akşam 18:00 çalıştığı biliniyor. Ne çalışıyor? Kendi özel antrenmanlarını yapıyor, takımla beraber çalışıyor. Sonra (veya önce) saatlerce kendi hücumlarını ve rakip defans taktiklerini ezberliyor. NFL’de her maç, her hareket kameralarla kaydedilir ve takımlar bir sonraki rakiplerinin savunma kurgularını, yaptıkları blöfleri, QB’e nerelerden hangi oyuncularla saldırdıklarını bu filmleri analiz ederek öğrenirler.

Takımdaki her oyuncunun “playbook” denen, taktiklerin yazılı olduğu bir kitapçığı vardır. Bu koca dosya sezon başında ezberlenmek zorunda. Üstelik sezon sürerken yeni oyunlar eklenir, bazıları çıkarılır…Bunların hepsi akılda tutulmalıdır. Alın size bir oyun ismi: ACE RIGHT 81 DIG 83 SHALLOW. Maç stresi altında, stadyum uğultusunda bu kodların ne anlama geldiğini hatırlayamayanın işi zor. Çünkü Amerikan futbolu, bütün vahşeti, sertliği yanında tam bir takım oyunu. 11 kişilik dişlinin hiç aksamdan çalışması gerekiyor. Bunun mümkün olması da her oyuncunun, her uygulanacak oyunda (savunma ya da hücum) kendine düşen görevi doğru yapmasına bağlı. Bir kişi bile yanlış yapsa rakip defans (ya da hücum) o hatayı değerlendirecektir. Bill Belichik onun için tek bir şey söylüyor oyuncularına: “Do your job!” “İşini yap!”

Coach Bill Belichick ve herşeyi öğrendiği babası geleneksel Gatorade banyosunu yiyorlar


İşte Brady de sabahtan akşama hem hücum takımının kaptanı olarak kendi arkadaşlarıyla, hem de hocalarıyla o haftanın hücum stratejisini konuşup tartışıyor ve sahada çalışıyor. Geri kalan zamanda oğullarıyla (Bridget’la çocuğun vesayetini paylaşmaktadırlar) ve Gisele’le vakit geçiriyor. Pek dışarıda gezip tozmayı sevmedikleri biliniyor. Brady bekarken, bir dönem “Kaliforniya Çocuğu” etiketine uygun yaşamış ama, hem şöhretin getirdiği hayran baskısı hem de aile babası olarak artık evcimen bir star. Sezon dışında golf oynuyor ve Los Angeles’deki 2000 m2’lik kaşanesinde keyif çatıyor. 

Yarın (Pazar) akşam, Tom Brady ve New England Patriots beşinci kez Super Bowl oynayacaklar. Karşılarında daha önce finalde kaybettikleri NY Giants var. Brady son maçında, kendi deyimiyle çok berbat oynamış (“I sucked pretty bad!”) ama Robert Kraft’e finalde çok daha iyi olacağının sözünü vermişti. 

New England kazanırsa, Brady, 4. SB yüzüğünükazanarak idolü Joe Montana ve Terry Bradshaw’a yetişmiş olacak. Olasılıkla tarihin en büyük oyuncusu olarak anılmaya başlayacak. Yenilirse Eli Manning’e 2 kez SB kaybeden adam olacak. Tavlada kaybedince masayı ve pulları dağıtan biri Super Bowl’da yenilince ne yapar acaba?

2 Şubat 2012 Perşembe

Tom Brady - Azimle Beton Delen Adam (1/2)



Amerikan futbolu, bisiklet gibi, çok ilgili/bilgili olduğum bir konu değil. Ama şöyle böyle 20 senedir saygılı bir mesafeden izlerim. Zaman zaman orasını burasını kurcaladım ama, DNA’ma yazılmamış bir spor için çabalamam, uçan oval topa hayran hayran bakmaktan, birbirlerine vahşice vuran adamlara şaşırmaktan çok da ileri gidememişti. Okuduklarım, taktikler ve oyunun tarihinden çok, dramlar, mucizeler ve insan halleri üstüneydi. Sancılı bir abonelik ilişkisi yaşadığım Sports Illustrated dergisi sayesinde, Joe Montana, Bill Walsh, Steve Young, Troy Aikman ve Emmit Smith gibi yıldızlar ve hikayelerini izledim durdum. Yanından geçtiğim Candlestick Park (anlamsız ama kulağa çok romantik gelen bir isim!), önce HBB, sonra diğer kanallarda devam eden Super Bowl (SB) yayınlarıyla işe ısındım ve Fox Sports/ESPN sayesinde de iki yıldır içine gömülmüş durumdayım.

Yine de Tim Tebow etrafında yaratılan çılgınlık olmasa yazacağım yoktu. Ama madem artık uçkur çözüldü, 6-7 senedir oldukça yakından izlediğim Tom Brady hakkında da bir şeyler yazabilirim. Hoş önceki pazar gecesi Baltimore Ravens kicker’i Billy Cundiff o son vuruşu kaçırmasa yazı kadük olacaktı ama hayat bazan çalıştığınız yerden soruyor işte... Hem bu sayede bizim blog da uzun kış tatilini bitirmiş olur.

Önümüzdeki Pazar gecesi New England Patriots, New York Giants karşısına 4. kez SB şampiyonu olmak için çıkacak. Bu maçın öncesinde, üç kez SB kazanan, iki kez SB MVP seçilmeyi başarmış, hastalık derecesinde işine düşkün Patriots oyun kurucusu Tom Brady’nin hayatı ve eserlerine iki bölümlü bir yazıyla bakalım:

Brady, Kaliforniya’nın en güzel şehri San Francisco’nun 30 km güneyinde, iklimin çok daha yumuşak olduğu San Mateo’da doğup büyüdü. Halen 34 yaşında ve Aslan burcu (anam, babam ve oğlum da Aslan olduğundan arkadaşın ciğerini biliyorum ama duygularıma hakim olmaya (!) çalışacağım). Üst orta gelir grubuna dahil bir ailenin dört numarası, üç ablası var. Babamız sigorta danışmanlığıyla iştigal etmiş, annemiz ev hanımı.

Brady Ailesi ve gelin Gisele


Tüm Brady Ailesi spora çok düşkün olarak tanınıyor. Golf, beyzbol ve futbol (americano) en revaçta sporlar. Ailenin üç büyük kızı çok iyi sporcular olarak (softball) gazetelerde yer almışlar. San Francisco Körfezi çevresindeki çoğunluk gibi onlar da SF 49ers’in ateşli destekleyicileri, Candlestick Park’ta 25 yıl boyunca kombine biletleri olmuş. Tom Brady, daha 4 yaşında, 1981 NFC finalinde Joe Montana’nın “The Catch”ini canlı izlemiş ve Montana’yı idol olarak bellemiş. Çok şaşacak bir şey yok bunda. Eline top değmemiş benim için bile Montana bir efsanedir.

San Francisco 49ers'in dehası Bill Walsh ve sahadaki aklı Joe Montana

Bu arada, sezonluk kart işinin ABD’de ciddi bir konu olduğunu belirtelim. Bizdeki gibi “Takım çok baydı, bu sene almayacam, seneye bakarız” rahatlığı pek yok. Büyük takımların statlarında, hakkından vazgeçersen bir daha sıra gelmesi 15-20 yılı bulabiliyor. Hatta Green Bay Packers takımı, bekleme listesindeki taraftarlarına, sırasını evladına miras bırakma imkanı sağlamış: "Sıraya gir, ömrün kifayet etmezse hakkın çocuğuna geçsin". Pazar’a değil mezara kadar taraftarlık gerçek anlamını burada buluyor.

Dwight Clark - The Catch I (1981 NFC Finali)

Amerikalılar’ın püriten ahlak anlayışı çalışmaya özel bir önem verir, bilirsiniz. Bezirgan kültürleri de “başarı”yı pohpohlar. Spor kültürlerinde de bunun izini görmek mümkün. Jordan ve Kobe Bryant gibi sporcuların yetenekleri yanında, iş disiplinleri, çalışma ve başarma azimleri sürekli vurgulanır. Öte yandan, bizim alışkın olduğumuz popüler spor kültürü, Maradona-Sergen ekseni boyunca üstün yetenekleri aşırı pompalayıp, daha az kabiliyetli ama çalışkan sporcuları fazla yüceltmez. Az yetenekli olanın “görev adamı” nitelemesiyle genelleştirilmesine; bazan “Mehmetçik” lakabı verilerek feda edilebilir olduğunun vurgulanmasına alışmışız. Ama durup düşününce, Ümit Özat’ın 30 yaşından sonra sol bek oynamayı öğrenmesi, Mehmet Okur’un, çok da yetenekli olmamasına karşın çalışma ve sebat sonucu NBA’de ulaştığı düzey, Sergen’in doksana taktığı bir frikikten çok daha hayranlık uyandırıcı olmalı aslında. Çocuk eğitimiyle ilgili şu alttaki paragraf her anne-babaya hamilelik sırasında öğretilse, spor insanlarımız habire yeni Messi ve Jordan’lar aramaz, eğitim, çalışma ve iş disiplinine odaklanır belki:

Çoğu insan, parlak bir zekanın ya da üstün yeteneklerin başarıya giden yoldaki tek anahtar olduğunu düşünür.
Oysa zeka ve yeteneğin fazla vurgulanması, çocuğun zekânın çalışmaktan çok daha önemli olduğuna inanmasına yol açar.
Yetenekle başarmanın, çalışarak başarmaktan daha üstün olduğunu düşünmeye; çalışmayı, hata yapmayı, hatta çaba göstermeyi aşağı görmeye başlar.

Sonra da o zeki ve yetenekli çocuktan geriye, kocaman bir ego ve en ufak bir zorlukla karşılaştığında pes eden bir birey kalır.

Buna karşılık daha “az zeki/yetenekli” diğer çocuklar, sorunları zorlanarak çözmeye daha alışkın olduklarından, hayatın karşılarına çıkardıkları badireleri aşmakta daha başarılı olurlar.


Thomas Edward Patrick Brady Jr., sporda inat, disiplin ve çalışmanın neler başarabileceğine dair harika bir örnek. Katolik İrlanda kökenli aile, SBS sınavlarından çok sporda ve hayatta başarılı olmaya önem vermiş. Brady bir “natural” değil, hatta spora, hele futbola pek yetenekli değil küçükken. Özellikle bacakları hiç hızlı değil. Okuduğu lise, Barry Bonds gibi beyzbol efsanelerinin yetiştiği yer olduğundan, Brady önceleri beyzbola önem verir ama kalbi hep futboldadır. Kolunun güçlü olması ve el-göz koordinasyonu sayesinde iki sporu da götürür. Lise 1’de, hiç galibiyet alamayan ve sadece 2 TD yapan okul futbol takımında bile QB olarak yer bulamayınca, birçok kişi onun asıl geleceğinin beyzbolda olduğuna ikna olmuş. Brady Lise 2’de asıl QB takımdan ayrıldığı için formayı kaptığını gülerek anlatıyor.


"Beyaz Gölge - Carver High" montunun Brady- Serra High versiyonu

Tom Brady, tabiri caizse lisede “it gibi” çalışan bir sporcu olarak anlatılıyor hala. Kararlı, planlı, hırslı ve çalışkan (iğrenç derecede mükemmel bir karışım). Softball yıldızı ablasını geçmek için bilendiği düşünülebilir, çünkü okulda “Maureen’in oğlan kardeşi” diye bilinirmiş. Brady yazdığı bir kompozisyonda “Bir gün onlar Tom Brady’nin ablaları olarak anılacaklar” diye öngörmüş (iki ablanın arkasında büyüyen yazarınız da “oğlan kardeş” deyiminin insanı nasıl hırslandırabileceğini hissetmekle beraber, ablalarını harçlık sızdırmakta kullanmayı yeğlemiştir). Genç Ergen tantrumlarından birinde annesine “Bir gün herkesin tanıdığı biri olacağım” diye çıkışmış.


"Büyük çocuklarla oynamak istiyorsan, uzun çimlerde oynamayı öğrenmelisin"
"Hamama giren terler" desene ülen, ne edebiyat yapıyosun!!!



Brady 15-16 yaşında, günde 3 antrenman yapan, bacaklarını hızlandırmak ve çabukluk kazanmak için egzersizler icat eden, fit olmak için deli gibi ip atlayan bir çocuk haline gelmiş. İp atlama patternleri lise koçu tarafından antrenman programa alınmış. Bugün bile, ailenin Sierra Dağları’ndaki yazlığından, 50-60 km ötedeki gym’e gidip günlük çalışmasını yapıyor. Katıldığı bir düğün yemeğini “ya antrenman saatim geldi” diye yarıda bırakıp antrenmana gittiği çeşitli kaynaklarda bahsediliyor (bu noktada bir başka “az yetenekli” ama çalışkan sporcu Bülent Korkmaz’ı hatırladım. Bir TV programında Korkmaz'ın eşinden “[Bülent] uyku saati geldiğinde evde misafir bile olsa gider yatar” serzenişini dinlemiştim. Kaptan antrenmana herkesten önce gelip 45-50 dakika ekstra açma/germe çalışması da yaparmış).

Ha bu arada Brady için “yetenekli değildi” dediysem abartılmasın. Okulun beyzbol takımında yer alır, hatta kalburüstü bir “catcher” olarak Montreal Expos tarafından lise draftinde 18. turda seçilir. Beyzbol lise drafti, NBA/NFL kolej draftlarından çok daha düşük öneme ve belirleyiciliğe sahip seçimlerdir ama elemanın kol gücünü göstermesi açısından önemli. Fakat Brady, Montana’nın izinde SF 49’ers’da top oynama hayaliyle yanıp tutuştuğundan Expos’un alt yapısına girmez.

Tom Brady Lise 2’de (yukarıda bahsedilen kısmet sayesinde) okul takımının oyun kurucusu olmayı başarır. Sezon sonunda koçu “bu yaz güçlenmen ve hızlanman gerek” deyince Brady, babasını özel bir kondisyoner ve QB hocası tutmaya ikna eder (“üst orta gelir grubu” burada devreye giriyor). Takımın en iyi oyuncusu olmayı başarır ama hayalindeki okul olan “canımız Trojanımız” USC’ye seçilmeyi başaramaz. Babasının hazırladığı tanıtım kasetleri sayesinde kıtanın diğer ucundaki Univ. of Michigan’a burs bulur ama işe yedinci yedek QB olarak başladığını söyleyelim.

İlk iki yıl oynayamadığı için çok üzüldüğünü, önündeki QB’lerden dolayı yaşadığı endişeyi ise ancak bir spor psikoloğuyla çalışarak atabildiğini biliyoruz (üst orta grup!!). Burada da Amerikan kültürünün rekabeti özendiren tarafı ortaya çıkıyor elbette. İstanbul Üniv. futbol takımının dördüncü yedeğinin, yazın özel futbol dersi aldığını ve yedek kaldığı için terapi gördüğünü duysanız ne yaparsınız? Gülersiniz değil mi? Ben de... Ama onlar gülmüyor, takdir ve teşvik ediyor, çocuk da sonra adam oluyor işte. Neyse, her şey iki taraflı elbette... Rekabeti aşırı teşvik etmenin dünyayı ne hale getirdiğini de görüyoruz.



Michigan'ın ikna etmeyen QB'i

Michigan’daki 4. yılında (ilk yılında hiç oynamadığı için hala 2 sene top oynama hakkı varken) artık keyifle takımın lideri olmayı uman Brady’nin karşısına bu defa da Drew Henson çıkar. Henson, üniversitenin kurulu olduğu kent Ann Arbor’un doğuştan yetenekli, beyzbol ve futbolda rekorlar kırarak liseyi bitirmiş öz evladıdır. Herkes bu çocuğun Brady’i yerinden edeceğine inanmaktadır. Coach Lloyd Carr da aynı fikirdedir. Brady'nin koç Carr'dan yeterli ilgi ve desteği görmediğini, Henson'un kayırıldığını düşünen babası, Brady’i evlerinin yakınındaki Cal’e (Univ. of California) aldırmayı önerir ama Brady reddeder. QB pozisyonunu Henson ile paylaşmaya başlarlar. Pes etmek nedir bilmeyen, önüne çıkan her zorluk kendisini hırslandırıp güçlendiren Tom daha da çok çalışır. Her rakip defansı analiz eder, kendi savunma hocalarına danışır, stadyum merdivenlerini çıkar iner, çalışır, çalışır.

Takım 1998 ve 1999 sezonlarını iki oyun kurucu ile oynar. İlk çeyreğe Brady başlar, ikinci çeyreğe Henson. Buna rağmen Brady’nin ilk onbir başladığı maçlarda okul 20/25 galibiyet oranıyla oynar. Michigan 1998’de Citrus Bowl’u kazanır. Müthiş bir inanç ve kararlılıkla, takımını geriden getirerek kazandırdığı maçlar yüzünden Tom Brady’nin lakabı “Comeback Kid”e çıkar. Drew Henson ise profesyonel sözleşme imzalar ve yaz aylarını NY Yankees’in alt takımında geçirir. Brady hala çalışmaktadır. Son sezonun ortalarında Brady yerini garantiler ve coşar. Bunun ödülü 1999 Orange Bowl şampiyonluğu olur.


Orange Bowl, 1 Ocak 2000. Hain Michigan, canımız Alabama'mızı 34-31 yenerken


Brady dört yıl boyunca vücudunu, oyun bilgisini, süratini iyileştirir. Fiziki açıklarını kapatacak inat ve kararlılığa bol bol sahiptir. Michigan kışında, sabahın 6’sında tek başına antrenman yapmak için kalkıp stadyuma gider. Kolej koçu Lloyd Carr sonradan Brady için “çalıştırdığım en iyi futbol oyuncusuydu” diyecektir. Takımdaki yerini söke söke aslanın midesinden alır. Ama “yaşam şansı” denen şey de Brady’nin yanındadır. Lisede yarıştığı diğer öğrencinin takımı bırakması gibi Drew Henson da beyzbola yoğunlaşarak kendini denklemden çıkarır.


NFL’e girmek isteyen üniversite oyuncuları için, Draft’ten 2 ay önce “NFL Scouting Combine” denilen oyuncu tanıma kampı düzenlenir. NFL hocaları ve scoutlar, 22-23 yaşındaki hevesli çocukların sprint sürati, sıçrama yüksekliği, “bench press” ağırlığı gibi performans datalarını, boy, kilo, yağ değerlerini alırlar. Çocukların oynadıkları pozisyona göre çeşitli hareketler yaptırırlar ve kim kimden iyi anlamaya çalışırlar. Bu bilgileri de kullanarak draft’te kimi seçeceklerini kararlaştırırlar.

NFL Scouting Combine ve NFL Draft beraber düşünüldüğünde aslında bir büyükbaş hayvan mezatıdır. Davarın sağlıklı ve işe yarar olup olmadığına bakılır, hesap kitap yapılıp ihtiyaçlar belirlenir ve Draft günü inanılmaz pazarlıklarla işe en yarayacak dana seçilir (seçilen her davarın ortalama NFL yaşamı 3.2 yıl sürer).



Bizim Brady’nin dana inceleme raporunda şunlar yazar: “kısa/yavaş/cılız, kolu da güçlü değil” . Draft öncesi gaza gelip 2 veya 3. turda seçilebileceğini düşünen Brady bu raporla çok gerilere düşer. Kendinden önce tam altı QB seçilir. Brady’e en çok koyan ise San Francisco 49ers’in 3. turda seçtiği oyun kurucu Giovanni Carmazzi olur. Canı kadar sevdiği Niners, hem de iyi bir QB’e acil ihtiyaç duymasına karşın Brady’i pas geçip Carmazzi’yi tercih eder. Carmazzi Niners’da ancak sezon öncesi hazırlık maçlarında oynayabilir (hem de Pats/Brady’e karşı), iki sezon sonra da takımdan kesilir. Bugün bir çiftlikte keçi yetiştiriyor. Bizim oğlan ise ancak 6. turda, 199. oyuncu olarak New England Patriots tarafından tercih edilir. Bugün amerikan futbol tarihinin en iyi oyuncularından biri olarak gösterilen Tom Brady, o günün üstünden 10 yıl, 3 SB zaferi ve 2 muhteşem dilber geçtikten sonra bile, draft’ta yaşadığı hayal kırıklığını anlatırken gözyaşlarını tutamıyor...



Tom Brady Patriots'a katıldığında kimsenin tanımadığı tıfıl bir oğlandı. Gelecek yazıda nasıl çiçek açtığına bakacağız..
.