Zamanın akış hızına şaşırmayı bıraktım artık. Andy Schleck’in Port de Bales’de zinciri attığı anki çığlığım ve Eurosport Almanca spikerinin sesi hala kulaklarımda… O günle bugün arasında 50 koca hafta geçmiş. Bu sürede oğlum yeni okulunda ilk yılını bitirdi, kızım ergenliğin tüm fırtınalarını üstümüze yağdırmaya başladı, sevgilim de evlendi… Yazının çerçevesini çizen yol bisikletinde ise Vuelta, Dünya Şampiyonası, Giro, Paris-Roubaix ve tüm Bahar Klasikleri koşuldu bitti. Contador’da yasaklı madde bulundu, Armstrong sporu yine bıraktı, Schleck biraderler yeni bir takım kurdu. Elli hafta tüm bu olaylar için yeterli bir süre aslında; eğer bana 10 hafta geçmiş gibi gelmeseydi…
Yaşlanmanın bir etkisi de, yaşamın kıyısına doğru yapılan koşunun gittikçe hızlanması. Ve eğer gerçek onu nasıl algıladığımızsa, Fransa Turu gittikçe daha sık yapılıyor demektir. Haziran’ın son haftası geldi bile ve Cumartesi günü Le Grand Boucle 98. defa başlıyor (“Boucle” her ne kadar Tur/Döngü demekse bile, dilimizde saç ile anılan “bukle” kelimesiyle aynı kökten olması hoşuma gidiyor).
Fransa Turu tek yıllarda saat yönünün tersine bir parkur izler; fakat bu sene ortaya karışık bir rota servis edilmiş. 2 Temmuz’da Vendée’den başlayacak yarış, 14 Temmuz’a kadar saat yönünde koşulacak. Vendée’den sonra Bretagne (yani kuzey), sonra Normandiya (ve doğu) bölgelerinden geçilecek. Ardından güneye dönülerek, Fransa’nın üçüncü dağ sırası sayılan Massif Central ve bilahare Pireneler’e varılacak. Yıl 2011 ve saat yönünde bir TdF!!! Daha neler göreceğiz acaba?!!
Pireneler’e varıp da, hala saat yönünde ısrar edersek Alpler ve Galibier’nin 100. Yılı kutlaması ancak Biscaye Denizi’nde yapılacağından, kafile Pau’da yön değiştirecek. Bisikletçiler güneşi arkalarına alarak pedal basacaklar; St. Gaudens, Montpellier ve Gap kentlerinde durakladıktan sonra, müthiş zor bir hafta boyunca Galibier, L’Alpe d’Huez ve en sonunda Grenoble’a varacaklar. Pireneler’in efesi Tourmalet’dir ya, Alpler’in de kurucu babası Col du Galibier sayılır. Fransa Turu’nda ilk defa kullanılışının yüzüncü yılı şerefine, bu yaşlı bayır, iki ayrı etapta, iki ayrı yönden geçilecek.
Fransa Bisiklet Turu’nun parkuru hazırlanırken dikkat edilen bir nokta, ilk haftanın sadece sprinterlere ayrılmış olmaması. Daha birinci etabın finişi, Kat.4 bir yokuş olan Mont des Alouettes. Vendée’nin öz evladı T. Voeckler veya P. Gilbert’den birinin etap sonunda Sarı Mayo’yu giymesi yüksek bir olasılık. İkinci gün Sarı Mayo mutlaka el değiştirir (Europcar ve Omega Pharma Lotto TTT’de iddialı değiller), Redon’da biten 3. Etap ise sprinterler için ilk ideal parkur olacak.
Dördüncü gün finiş için seçilen kasaba yine bir yokuş. Brötonlar’ın gururu, sempatik isimli Mur de Bretagne (Britanya Duvarı). Tırmanış altı üstü Kat.3 olmasına karşın ortalık hareketlenecek. Yerel kimliklerine çok düşkün Bröton halkının ciddi bir bölümünü bu son yokuşta, yolun iki kıyısında göreceğiz. Gerçek yokuşçulardan ziyade patlayıcı gücü yüksek “puncheur”ler şanslı. (J.Rodriguez katılmadığına göre yine Gilbert, Cunego veya Vino??).
5. ve 6. Etaplar kaçış gruplarına uygun bir profil sunmakla beraber sprinter takımlarının iştahı buna izin vermeyebilir. 7. Etabın sprintle bitmesi daha garanti gibi. Pelotonda gittikçe azalan dopingli sporcu sayısı, kaçış gruplarının başarılı olmasını son 2 yıldır kolaylaştırmış da olsa, yeni sponsor arayan HTC-High Road, Mark Cavendish’e Chateauroux’da zafer kazandırmak isteyecek. Vendée, Bretagne ve Normandiya rüzgarlı bölgeler olarak tanınıyorlar. İlk hafta boyu, açık arazide olası bir çapraz rüzgar durumunda, GK takımları birbirlerini tuzağa düşürmeye çalışabilirler.
Fransa’nın Masif Central bölgesine geldiğimizde daha ciddi yokuşlar başlayacak. Super Besse kayak merkezinde bitecek 189 km’lik 8. Etap’ta dört kategorize tırmanış var. Genel Klasman favorileri için pek zorlu bir parkur olmasa bile, içlerinden bazıları bu ilk ciddi yokuşta güçlüklerle karşılaşabilir. Puanlı Mayo’yu kapmak isteyenlerin kaçış grubuna buyurmaları önemle rica olunur…
İlk dinlenme günü sonrası koşulacak iki etap sporcuları Pireneler’e hazırlayacak. Bu hafta sprinterlere şans tanıyan parkurlardan biri Blaye-Les-Mines – Lavaur etabı. Tour’un ilk baba etabının Fransızlar’ın bayramı 14 Temmuz’a denk gelmesi herhalde tesadüf değildir. İlk defa çıkılacak Horquette d’Arcizan yokuşunu takiben iki bildik HC (Hors-Catégorie) canavar; Tourmalet ve Luz Ardiden bizleri bekliyor (ofisi kırma günü olarak not ediniz!). Ertesi günkü Pau-Lourdes etabında da Col d’Aubisque geçilecek.
14. Etap’ta Col de Portet d’Aspet’den geçerken Fabio Casartelli’yi (ve Kivilev, ve Weylandt ve Tondo) anacağız. Yarış son derece sert HC yokuşu Plateau de Beille’de bitecek, Pirene Dağları da Tour 2011’deki rolünü tamamlamış olacak.
Pireneler’den Alpler’e yol alırken iki geçiş etabı göreceğiz. Limoux-Montpellier sprinterler için biçilmiş kaftan. Bir günlük aradan sonra koşulacak Saint-Paul-Trois-Chateaux*- Gap ise finişten 12 km önce yer alan Kat2. tırmanış Col de Manse sayesinde hem kaçıp etap kazanmak isteyenlere, hem de GK’da biraz fark açmayı planlayanlara çok uygun bir profil sunuyor.
(*):”Üç-Şatolu-Aziz-Pavlus” diye doğrudan veya” Üç Konaklar-Aziz Yıl...” diye anlam çevirisi yapalım…
Bu yılki Fransa Turu’nun son bölümü Alpler’de koşuluyor. 179 km’lik Gap-Pinerolo etabı bana 2009 Giro’yu hatırlattı. O yarışta Fausto Coppi’nin 1949’da kazandığı efsanevi 262 km’lik Cuneo-Pinerolo etabını tekrarlamayı planlayan RCS, Fransız topraklarında Madeleine, Vars, Izoard ve Montgenevre zirvelerini geçtikten sonra İtalya’ya geri dönüp Pinerolo’da bir finiş tasarlamıştı. Ancak uyuz ve gıcık Fransız bürokrasisi, ülkedeki telsiz frekanslarının Giro’da kullanılanlarla uyumsuz olduğunu öne sürerek uzun süre ayak diremiş, sonunda Col de la Madeleine inişindeki yol çalışmalarının bit(iril)memesi yüzünden; efsanevi bir etap kele dönmüştü. Ama Fransa Turu bu sene yüzü hiç kızarmadan Pinerolo’ya gidiyor. Ne diyeyim.. Başlarından Sarko eksik olmasın inşallah...
Pinerolo dönüşü de epik bir etap söz konusu. 200.4 km’de üç tane HC tırmanış bizi beliyor. Col Agnel, Col d’Izoard ve Col du Galibier (Lautaret yönünden). TdF şimdiye kadar Galibier’den 57 kez geçti ama ilk defa etap bitişi gerçekleşecek. Lojistik sıkıntıları çözmüşe benzeyen ASO, şimdiye kadar en yüksek irtifada biten etabı da gerçekleştirmiş olacak (2.645 mt). Son dağ etabı da, yeni moda olduğu üzere kısa bir parkur. 109.5 km’lik 19. Etap muhtevasında Col du Telegraphe, yine Galibier (bu defa kuzey yönünden) ve sonunda da L’Alpe d’Huez var.
Bu yazıyı okuyanlara artık L’Alpe d’Huez’i anlatmaya gerek yok sanırım. Numaralanmış ve her birine yokuşu fetheden büyük şampiyonların ismi verilmiş 21 sert virajı, 13,8 km uzunluğu ve ortalama %7,9 eğimi, bisikletçileri bekleyen yaklaşık 200-300.000 kişilik taraftar topluluğuyla bu bayır Fransa Turu’nun en şöhretli yokuşu ünvanını taşıyor. İlk defa 1952’de kullanılmasına karşın (elbette Coppi!!) karşın, hemen efsanevi bir nitelik kazanan, uzun yıllar Hollandalı sporcuların başarılı olması nedeniyle Felemenk Dağı olarak anılan L’Alpe d’Huez’de TdF 2004’de düzenlenen yokuş ITT’sini 1 milyon kişi seyretmişti!! Oturaklı, efendi Galibier ve Tourmalet’ye bakınca L'Alpe d'Huez baba parasıyla hovardalık yapan bir genci andırıyor.
L’Alpe’i en son 2008’de Carlos Sastre’nin Sarı Mayo’yu kazandığı performansında görmüştük (Sastre’yi bir daha görmedik zaten). Geçen sene Dauphiné’de Contador-Brajkovic düellosuyla bizi tahrik etmişti. Bu defa filmin asıl oğlanı olarak tekrar karşımızda (yalnız bir rica: lütfen bir kısım ukalaya özenip mekana “L’Alpe” demeyelim).
Son gün Grenoble’da koşulacak 41.5 km’lik ITT genel klasmanı belirleyecek ama, L’Alpe d’Huez podyumunda Sarı Mayo’yu kim giyerse Paris’te de üstünde göreceğimizi düşünüyorum. Kim olabilir bu kahraman derseniz; Alberto ve saz arkadaşlarını diğer yazıda konuşalım.
Süper yazı olmuş her zamanki gibi. Üstad lütfen güzel fransızcanızla 3 muhteşem etabı arka arkaya hafta içine getirip biz modern köleleri mutsuzluğa gark eden organizasyona en "kalbi" duygularımızı (anladınız siz onu) dile getiren bir yazı bekliyoruz. Mail bombardımanına tutalım ASO'yu.
YanıtlaSilBir robert'linin, franszı kültürünün bir parçası olan TdF'i bu kadar iyi özümsemesi, takdir edilesi bir durum. Fnac tecrüblerime bağlı olarak bu yazının ve geçmiş yazılarin ileride bir kitap olmayı hakkedecek zenginlik ve içerikte olduğunu düşünüyorum. Ne denilmişti ne oldu tadında bir yaklaşımla ele alınması gerekir düşüncesindeyim
YanıtlaSil