25 Mayıs 2012 Cuma

Giro...18...19...20

Geldik son üç güne... 2 çok ağır dağ etabı ve Milano'daki ITT ile Giro'yu bitireceğiz. Bugün Treviso - Alpe di Pampeago (198km) etabı koşulacak, yarın da  Caldes/Val di Sole - Passo dello Stelvio (219km) parkuruyla Giro'nun yokuşları bitmiş olacak.

Genel Klasman'da ilk dört sıradaki arkadaşlara bir bakalım. Parantez içindeki sayılar sporcunun önündekiyle olan zaman farkını gösteriyor:


Joaquin Rodriguez - Katusha 
Rodriguez'in sert ve kısa yokuşlarda daha iyi olduğu biliniyor.. Bugünkü Alpe di Pompeago, yarınki Stelvio'ya göre ona çok daha uygun. Milano TT ise en büyük korkusu. Hesjedal'a 18. ve 19. Etapla'da biraz daha fark atamazsa Giro'yu kaybeder (hatta Basso'da çok kötü değildir TT'de). Purito'nun sıkıntısı, dağlarda Daniel Moreno'dan başka ciddi bir yardımcısı olmaması. Hesjedal için de aynı dert var. Bugünkü etapta Katusha ve Liquigas, ortak düşman Hesjedal'a karşı beraber çalışabilirler. Bu konuda bir "Latin Birliği" gayet olası gözüküyor. Rodriguez'in kafasındakini Tercüman Samet'in çevirisiyle dinliyoruz: "Ryder'dan kurtulup önümüzdeki etaplara bakacağız".
19.Etap Profili (Cuma)
Ryder Hesjedal - Garmin Barracuda (+0'30") 
18 ve 19'u saymasak bugün Giro'nun şampiyonu. Milano'da Rodriguez'le arasındaki 30" farkı kapatacağı kesin gibi. En kritik gün bugün. Passo Manghen'de zaman kaybetmeyeceğini varsayarsak önünde eğimi %8'in üstünde üç sert tırmanış daha var. Katusha ve Liquigas onun üstüne oynamalılar. Peter Stetina'nın yarım, Vandevelde'nin çeyrek desteğinden başka güvencesi yok. Giro'yu kazanamazsa Vaughters'a kızmalıyız çünkü hesjedal yokuşlarda hep tek başınaydı. Mottosu "Pampeago'da patlama, Milano'da ağlama!"

Ivan Basso - Liquigas Cannondale (+1'22") 
Basso'nun 3 parametreli bir denklemi var. Hem Purito ve Ryder'ı yakalaması gerek hem de Scarponi'ye geçilmemesi. Elindeki en büyük koz "Liquigas Panoramik Alp Treni". Caruso-Capecchi-Agnoli-Szymyd müthiş bir tempoyla diğer herkesi yormaya ve izole etmeye çalışacaklar. 17. Etap'ta bu şekilde Kreuziger'den kurtuldu Basso. Giau'nun sonunda da kendi emeğiyle Scarponi'ye fark atıyordu ki maalesef yokuş bitti, etap bitmedi. Takımını överken Basso'yu hafife almayalım. Giau'da çok formdaydı. Varese yöresinden bir türküyle sesleniyor bize: "Trenimin vagonları var, Milano'da gülesim var"
20.Etap Profili (Ctesi)
Michele Scarponi - Lampre-ISD (+1'36")
Scarponi'nin durumu basit. Kazanmak istiyorsa atak yapması gerek. Önündeki üçlünün taktiğini "aççık seççik" biliyor olması avantaj. Onun kafasındaki tilkileri ise bilmiyoruz/bimiyorlar. Kaybederse de çok üzülmeyecek gibi. Zaten Biraz Ullissi biraz Niemec'le buraya kadar. Damiano Cunego'dan şimdiye kadar herhangi bir destek alamadı. Bugün ve yarın Lampre'nin Küçük Prens'e bir ayar çekmesi ve Scarponi'ye destek olmaya zorlaması gerek. Diğer şartta Michele'den tarihe geçecek bir performans gerekiyor. Mikrofonlarımızı savuştururken "Abi yönetim konuşma yasağı koydu, kusura bakma!" dedi!

Bugün, mesai günü olmasına karşın kapitalizme başkaldırıp bu etabı seyredin. Yarın da, çalışanların analarının ak sütü gibi helal tatil gününüzü Mortirolo ve Stelvio'ya ayırın. Eğer bunlar da yetmezse Tanrı'nın bile dinlendiği Pazar günü, Milano'da bireysel saate karşı etapta tırnaklarımızı yiyeceğiz.

8 Mayıs 2012 Salı

Köpekbalığı Jeff Samardzija

Chicago Cubs dün akşam Atlanta Braves'i 5-1 yendi. Galibiyette en büyük pay, bu sezo başlangıç atıcılığına (starting pitcher; ilk 11 gibi) terfi eden Jeff Samardzija'nın oldu. Jeff, 7 inning boyunca sadece 5 hit ve 1 run'a izin verdi, üstelik son atışlarında bile halen 96 mil/hr hıza çıkabiliyordu.

Aslında Cubs bu sezona oldukça kötü başladı. Son maçlarda toparlanmasına rağmen hala 12G/17Y ile NL Central'ın son sırasında bulunuyor. Samardzija ise 4 galibiyet 1 mağlubiyetle takımın bu sezonki ender iyi oyuncularından biri durumunda. Blogda henüz pek bahsini geçirememiş olsam da, Cubs, bu sezon takımın başkanlığına getirilen dahi çocuk Theo Epstein rejimi altında gençlere daha çok önem veriyor. Bu yazıda bahsedeceğimiz Jeff Samardzija de biraz bu kontenjandan takıma girebildi. Sonucu baştan yazayım: Bir yıldız doğuyor!!

Köpekbalığı  (Jaws filmini hatırladım)

Belki bazılarınız anlamıştır, Jeff Sırp-Amerikan bir ailenin çocuğu. Tam olarak ABD'ye ne zaman göç ettiklerini bulamadım, sadece bir röportajda "büyük büyük büyükbabam" demesinden, pek kimsenin hatırlayamayacağı kadar eski olduğunu anlıyoruz. İtiraf edelim, kaçımız büyük büyükbabamız hakkında doğru dürüst bişey biliyoruz ki?

Ben yaştakiler, Yugoslavya zamanlarını hatırlarlar. Birçok spor dalında oldukça başarılı bir ülke idi. Sovyetler dağılınca onlar da dağıldı. Saydım, tam 8 ülke olmuşlar. Gelgelelim ne kadar bölünmüş olsalar da, ayrılan her parça sporda başarılı olmaya devam ediyor. Samardzija'nın kökünün geldiği Sırp nüfusun ağırlıkta olduğu Sırbistan, Yugoslavya'nın en büyük parçası olmasına rağmen sadece 7 milyon nüfusa sahip. Gelgelelim, sporda ne kadar da başarılı olduklarını anlatmak için yetişen bazı sporcuların isimlerini zikretmek yeterli: Futbolda Nemanja Vidic, Branislav İvanoviç, basketçiler Vlade Divaç, Predrag Stojakoviç, Dejan Bodiroga, tenişçiler Novak Dokoviç, Ana İvanoviç, Jelena Jankoviç ve diğerleri...
Tenisçi Ana Ivanoviç (bulabildiğim en makul resimlerden biri)

Göçmen çocuğu Jeff de, çok sağlam olan bu sportif genlerin avantajını kullanmıştır. Spora Indiana eyaletinin küçük bir şehri olan Valparaiso'da futbol (ama bu bizim futbol, soccer yani), basketbol ve beyzbol ile başlıyor. Bu başlangıç daha çok abisi Sam Samardzija Jr. ile kapışmak şeklinde oluyor. Ufakken bir ara Chicago'ya yerleşiyorlar ve orada babasının isteğiyle şehrin yarı-profesyonel buz hokeyi liginde oynuyor. Chicago White Sox'un sahası Comiskey Park'ın evlerine yakın olması sebebiyle Jeff, Cubs'ın ezeli rakibi Sox taraftarı olarak yetişiyor. 12 yaşındayken bir ara güreşe de merak salıyor ve Indiana eyalet şampiyonasında ikinci oluyor. Yani çok yönlü bir sporcu.

Lisede aktif olarak Amerikan futbolu, beyzbol ve basketbol oynuyor (sonuncusuna şaşırmadık elbette; boy 1.96 bu arada) Futbolda (yazıda artık futbol=Amerikan futbolu) 3 kere eyalet karmasına, iki kere de kendi takımının en değerli oyuncusu olarak seçiliyor. Beyzbolda ise bir kez "all-state" oluyor.

Liseden mezun olduktan sonra Notre Dame Üniversitesi'ne devam ediyor. Spor dünyasında Fighting Irish diye bilinen popüler katolik üniversitesi. Bursu futbol vasıtasıyla alıyor ama okuldayken başvurup beyzbol takımına da seçiliyor. İlk sezonunda 8G/1Y ile birinci sınıfların All-American takımına seçiliyor. "Shark" lakabı da tipi köpekbalığına benzediği için beyzbol takımındaki arkadaşları tarafından veriliyor.

Jeff Notre Dame adına atışını yaparken

Bu aşamada şunu belirtmek lazım. ABD'nde beyzbol yaz sporu, basketbol ve futbol ise kış sporu. O yüzden 2 spor yapmak hiç de az görünen birşey değil. Çoğu başarılı sporcunun biyografisinde kolej yıllarında ikinci bir spor yaptığını görebilirsiniz.

Okul Amerikan futbol takımında Wide Receiver (tutucu) olarak oynadığı ilk iki sene yedek kalıyor ve 2 sezon boyunca sadece 24 pas yakalayabiliyor. 2005 yılında, yani üçüncü sezonunda ise adeta patlıyor. O sezon 77 tutuş ve 15 TD yapıyor. Son senesinde de ilk 8 maçın hepsinde TD yaparak rekor kırıyor ve kolej kariyeri boyunca 2.953 yd ile Notre Dame'ın tüm zamanlarda en çok yarda top yakalayan tutucusu olarak tarihe geçiyor.

Samardzija "Irish" adına pas yakalarken (canımız Trojan'ımız karşısında - Ed)

80 bin kişilik seyirci önünde oynamak çok az kişiye nasip olur. Jeff Samardzija da Notre Dame'da bunu yaşamış birisi. Taraftarlar ile ilgili çok iyi bir yorumunu okudum: "Notre Dame'ı seven çok insan var. Ama "yendiğiniz vakit" Notre Dame'ı seven çok daha fazla insan var" Ne kadar da doğru!

Üniversite bitince herkes ondan NFL draftına girmesini bekliyor, ancak kendisi hem MLB hem de NFL'de oynamak istiyor. MLB draftında Chicago Cubs tarafından seçiliyor. Sonra da sürpriz bir kararla NFL draftından çekilerek bundan sonra kariyerine beyzbolcu olarak devam edeceğini deklere ediyor.

ABD'nin en popüler iki sporu olan Amerikan futbolu ve beyzbol, ters karakterlerde olan iki spordur. Futbol, sezon boyunca sadece 16 maçın oynandığı, her pozisyonun mikroskopla incelendiği, kariyeri kısa süren, ama draft edildiği andan itibaren çok iyi para kazanılabilen, özellikle wide receiver iseniz çok ünlü olunabilen bir spor. Elbette kötü bir darbeyle -bunun olasılığı çok yüksek- aniden spor hayatınızın bitmesi de sözkonusu. Ayrıca "ecelinizle" emekli olsanız bile birçok Amerikan futbolcusunun kariyerinden sonra alınan darbeler sebebiyle ızdıraplar çektiği de bir gerçek.

Beyzbol ise, sezonda 162 maç yapılan, kariyerin 40'lı yaşlarda bile devam edebildiği, nisbeten dingin bir spor. Beyzbol draftı ABD sporları arasındaki neredeyse en önemsiz drafttır, zira seçilen oyuncular uzun süre A-takıma alınmayıp altyapı takımlarında (minor league teams) deyim yerindeyse sürünürler. Koca Kuzey Amerika'da otobüsle deplasmana gitmekten bahsediyorum...

Jeff Samardzija'nın beyzbol seçimini de bu kriterler ışığında değerlendirmek lazım. Elbette doğru cevabı kimse bilemez, ama uzun bir sporculuk kariyeri daha cazip gelmiş olmalı. Jeff Samardzija her ne kadar White Sox taraftarı olarak büyümüşse de, Cubs'a gelişi tesadüf değil. Zira daha üniversitedeyken, kendisini izleyen Cubs, başka oyuncularla beraber onu da Wrigley Field'a davet etmiş ve bullpen'de (yedek atıcıların ısınma yeri) top atması sağlanmıştı.Wrigley Field'dan etkilendiğini söylemiş olsa da bu çok ilginç bir bilgi sayılmayabilir; çünkü Chicago Cubs'da bunu vurgulamayan adamı döverler..

Sonuçta, Samardzija 2007 yılında Cubs ile 5 senelik sözleşme imzaladı. 6. ve 7. seneler için kulüp opsiyonu var ve bu opsiyonlar kullanılırsa alabileceği 16.5 milyon dolar var. İyi para.

Samardzija bir çaylak için astronomik  sayılabilecek sözleşmeyi imzaladıktan hemen sonra AA seviyesindeki Tennessee Smokies'e atandı. Burada bir sezon oynadıktan sonra AAA seviyesindeki (majörden önceki son durak) Iowa Cubs'a atandı. Geçen sezona kadar genelde I-Cubs oyuncusu olan Samardzija, 3-4 kere majör takıma, ama o da reliever olarak çağırıldı. Çağırıldığı 2008 senesinde karşılaştığı ilk vurucuyu strike-out etti. Birkaç maç sonra ilk save'ini kazandı. 2009 bahar kampında majör takıma çıkamayarak tekrar AAA Iowa'da kaldı. Chicago Cubs'ın da 2008-2010 arası kötü gitmesinin etkisiyle sık sık yukarı çağırıldı ve bazen iyi bazen kötü, ama genelde istikrarsız performanslar gösterdi. Ama her zaman potansiyeli yüksek oyuncu olarak görüldü.


2011 bahar kampında yardımcı atıcı (reliever) olarak esas takıma girdi ve sezonu 8-4 ve 2.97 ERA ile gayet iyi kapadı. Bu sezon, yani 2012 sezonunda ise ideali olan starter olarak esas kadroya seçildi ve ilk paragraflarda özetlediğimiz gibi sezona iyi bir başlangıç yaptı. Henüz 25 yaşında ve parlak bir kariyer onu bekliyor. Bu sezon 5. sezonu ve iyi giderse Cubs opsiyonlarını kullanabilir.

Jeffrey Alan Samardzija'nın uzun süredir ABD'nde olması sebebiyle anavatanını unuttuğunu düşünmeyiniz. 2011 sezonundan önce Sırbistan'da beyzbol ile ilgili çalışmalar başladığını öğrenen Jeff ve abisi Sam Jr. Sırp Beyzbol Geliştirme Birliği'ne hem ekipman yardımı yapıyorlar hem de gelecekte bilgi olarak da destek olma sözü veriyorlar. Ancak Jeff röportajda "Peki World Baseball Classic'de (bir nevi osuruktan Beyzbol Dünya Kupası - Ed.) Sırbistan yer alırsa kadrosunda bulunmayı düşünür müsünüz?" sorusuna gülerek "Zor bir soru, hiç böyle bir şeyi düşünmemiştim" diye kıvırmayı da ihmal etmiyor.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Giro Tahminleri


 
Giro’nun heveslilerine bakacağız. Önce şunu söylemek gerek. İtalya Turu’nu en çok önemseyenler her zaman İtalyan takım ve sporcular olmuştur. Bu nedenle, hele de son dönemlerde, Fransa Turu’nda iddialı sporcular Giro’ya pek yüz vermiyorlar. Geçen sene Contador katıldı ama TdF’a alınmayacağını düşündüğünden “hedging” yapmıştı.  Bir başka örnek de Marco Pantani. En iyi yılında bile Fransa için Giro’dan vazgeçmesi söz konusu olmamış (1998), kimyasal destekle ikisini birden kazanmak zorunda kalmıştı. Bu nedenle, katılım listesi biraz cılız gibi gözüküyor. Cadel Evans, Wiggins, Andy Schleck ve Nibali yoklar. Giro’nun Kaliforniya Turu’yla da çakışması bir başka etken. 



Genel Klasman favorisi olarak elimizde birkaç isim var. Yönetici özeti yapayım, acelesi olan burada okumayı kesebilir:
  • Ivan Basso (Liquigas)
  • Michele Scarponi (Lampre)
  • Roman Kreuziger (Astana)
  • Joaquin Rodriguez (Katusha)
  • Ryder Hesjedal (Garmin Barracuda)
  • Frank Schleck (RadioShack)
  • John Gadret (Ag2R)
  • Rigoberto Uran (Sky Team)
  • Jose Rujano (Androni Giocattoli)

Bordro mahkumları için yazmaya devam edelim. İtalyanlar’dan başlamak gerekirse ilk ağızda Ivan Basso (Liquigas) ve Michele Scarponi’yi (Lampre) saymak gerek. Basso 2006 ve 2010’da Giro’yu kazandı ama hiçbirimiz gençleşmiyoruz. Basso da 34 yaşında ve bu sezonda hiç ciddi bir derece yapamadı. Zaten tüm kalburüstü bisikletçiler bu sezonun ilk kısmında döküldüler (Wiggo hariç). Yokuşta ritm değiştirmeyi sevmeyen, Rujano ve Rodriguez gibi yokuş atakları kuvvetli sporculara karşı zorlanan Basso’nun avantajı Liquigas’ın iyi TTT koşmasıyla Valerio Agnoli ve Sylvester Szymyd gibi iki yokuş domestiğinin desteği. Ivan podyumun önemli adayları arasında. 




Yaşına hürmeten Basso’yu önce yazdım ama bu sene yarışı Michele Scarponi’nin alacağını düşünüyorum. Geçen sene Contador olmasaydı kazanacaktı, sonra Alberto ceza alınca kazandı zaten (cümle tuhaf oldu evet). Scarponi Ardennes Klasikleri’ni de seven iyi ve savaşçı bir tövbekar (Operacion Puerto’da Basso’yla beraber ceza almışlardı). Yokuşlarda pes etmemesi, geriye düşse bile hep çabalaması, ön tarafı yakalaması beni heyecanlandırıyor. Çok üstün bir TT performansına sahip değil ama bu seneki hiçbir GK heveslisi bu disiplinde parlak değil. Bu bir şans. Bahar aylarında  Tirreno-Adriatico’yu 7., Pais Vasco’yu 8., L-B-L’i de gayet takdir edilecek bir sekizincilikle bitirdi. Formu iyi. Lampre’nin iğrenç forması sempatimin büyümesini önlüyor ama Michele’nin şansı büyük. 

Olası bir sıkıntıyı takım arkadaşı “Küçük Prens” Damiano Cunego’yla yaşayabilir. Cunego 2004 Giro’da Gilberto Simoni’nin en güvendiği takım arkadaşıyken çaktırmadan yarışı kazanmış ama bu başarı onun laneti olmuştu. İtalyan basını sonraki dört beş yıl her Giro’yu Cunego’nun kazanmasını bekledi fakat o bir haftalık yarışlar ve Ardennes Klasikleri’ne uygun bir fiziğe sahip. Bu yarışta Scarponi’ye ne kadar destek verecek belli değil. Bir sürpriz yapmaz belki ama etap kazanmak için uğraşırken star domestik görevini unutabilir.

 
Roman Kreuziger (Astana) U19 dünya şampiyonu olduğunda çok ümitlenmiştik. Ancak bazen gençken görünen potansiyel kinetiğe dönüşmüyor. Kreuziger çok iyi bir yarışçı olduğunu gösterdi bize ama o beklenen büyük başarıyı daha yakalayamadı. Giro’da Beyaz Mayo kazandı, geçen sene altıncı oldu. Bu sene birkaç kilo daha verdiği haberleri var. Bu verilen kilolar Wiggins’i nerelere getirdi biliyoruz. O nedenle, Roman bu sene de patlayamazsa birkaç sene daha bekleyecek ve belki 30’una doğru çiçek açmasını umacağız.



Bir zaman önce, böyle bir Giro veya Tour yazımda “Joaquin Rodriguez hiçbir zaman Büyük Tur kazanamaz” demiştim. Büyük konuşmadım bence. Zamana karşı disiplinindeki yetersizliği o lafı etmemdeki en büyük dayanaktı. Bugün, adının Giro favorileri arasında geçiyor olması beni hafif geriyor. Bu seneki dereceleri çok iyi: T-A’da altıncılık, muhteşem yarıştığı Pais Vasco’da ikincilik ve Fleche Wallonne zaferi. Açık söyleyeyim korkuyorum.  En büyük handikapı sayılan TT’de rakiplerinin de çok iyi olmaması avantajı olacak. Yapma bana bunu Joaquin, kazanma lütfen!

 Fleche Wallonne 2012... Rodriguez için bir rüya gerçek oldu

Ryder Hesjedal çok ilginç bir adam. Ne zaman onu unutsanız size kendini hatırlatacak bir şey yapıyor. 2010’da TdF’ı 6. bitirince “Nooluyoruz?” demiştik. Garmin her sene birilerini ilk ona sokuyordu ama Hesjedal hep zirve yakınlarında dolaşıyor. Kuzey Amerikalı olduğu için zamana karşı etaplara da alışkın. Üstelik, Garmin Verona’daki TTT’de mutlaka iyi bir derece yapacaktır. C.Vandevelde dışında yokuşlarda ona yardım edecek kimse olmaması bir dezavantaj ama Ryder grup içinde yalnız tırmanmaya alıştı artık. 

 Ryder Hesjedal, Vuelta 2009

Frank Schleck’i kardeşinden daha çok takdir ederim. Daha disiplinli, daha taktisyendir. Kafayı Fransa Turu’na takmamış olsa yıllar önce Giro’yu kazanabilirdi. Hatta bu sene bile, önceden planlamış olsa, Giro’nun en büyük favorisi olabilirdi. Ama istemiyor adam, zorla değil ya! TdF’da üçüncü olmayı Giro zaferinden önemli görüyorsa ben de üç hafta ona söylenme hakkımı saklı tutuyorum. Yarışa sakatlığı nükseden Jakob Fuglsang’ın yerine katılıyor. L-B-L’den sonra bir hafta antrenman yapmamıştı, apar topar çalışmaya başladı ama en üst formunun %80’i civarındadır. Zaten iki kardeş felaket bir bahar kampanyası yaşadılar. Yarışa “ilk bir hafta forma girmeye çalışacağım” diye gelen birinden cacık olur mu göreceğiz. Olmaz gibi…

-Hehe, len sen de gel hadi!
-Yok abem ya, yalnız git sen, ehe ehe!

John Gadret son iki yıl Giro’nun dikkat çeken ismi oldu. 2010’da 13., geçen sene de 4. olmuştu (sonra 3.’lüğe terfi etti). Harika bir yokuşçu, hiç vazgeçmiyor. Takım emirlerini ve takım arkadaşlığını da pek sallamıyor (bkz. Gadret- Roche TdF’10). Geçen seneki gibi ilk beşte yer alması sürpriz olmaz ama Ag2R’in önceliği bir etap kazanmak. Takım 2012’de daha siftah yapmadı. Gadret takımın önceliğine mi kulak verecek, içindeki şeytana mı uyacak bakalım.

Mösyö John Gadret

Hesjedal, Gadret ve Frank’ı favori yazıyorsam Rigobero Uran’ın ne eksiği var, onu da söyleyeyim anasını satiim. Beyaz Mayo’nun kesin favorisi olmakla beraber, Uran bir Büyük Tur’da ilk defa ilk beş sıra için iddialı olacak. Yeni neslin en ümit veren pedallarından (klişe, klişe). Kolombiya’nın mümbit, habire yokuşçu yetişen topraklarında doğmuş, Caisse d’Epargne’da ciddi bir staj gördükten sonra iki sene önce Sky’a geçerek dikkat çekmişti. Katalunya Turu’nda 2008’de ikinci olduktan sonra son iki iki senedir de ilk beşe giriyor. Bu sene P-N’de 12. oldu. Beyaz Mayo’yu şerefiyle giyer ama yarışı kazanması uzak olasılık.

Uran TdF'da Beyaz Mayo'suyla

Jose Rujano da geçen sene Giro'da bize büyük keyif vermişti. 50 kilonun altındaki fiziğiyle TT’lerde ümitsiz vaka ama yokuş başlayınca 48 kadro bisikletiyle tozu dumana katıyor. Kuzey Denizi’nin kenarından geçecek 2. Etap’ta sert bir rüzgarla denize uçup kaybolmazsa yokuşlarda çok can yakar. Kazanır mı? Nayır!

 Rujano, Contador'un arkasında Etna'ya çıkıyor.

Her Giro’da Domenico Pozzovivo’dan bahsederim. “Genç genç” diye diye adamı 30 yaşına getirdim. Bir şey olacağı yok demek üzereyken Gitti Giro del Trentino’yu kazandı, T-A’da 11. Oldu. Bu defa da yazayım, en azından süper bir ismi var. Dikkati çekecek diğer tayfa arasında, aslında  etap kovalamakla beraber GK’da da çok geriye düşmek istemeyecek Giovanni Visconti (Movistar), Thomas de Gendt (Vacansoleil) ve Oliver Zaugg (RadioShack) sayılabilirler. Farnese Vini’de Pippo Pozzato da var. Orta dağlık etaplarda ondan ümitliyim (8,9,10,12. Etaplar).

Bu sene yokuş mayosunun rengi yeşilden maviye döndü (sponsorun gözü kör olsun). En büyük aday bence Rujano ve takım arkadaşı Jose Serpa (Androni Giocattoli). Euskaltel’den ismi bol “x”li bir Bask veya Hubert Dupont (Ag2R) da olabilir.

Puan klasmanı illa da en sıkı sprinter tarafından kazanılmayacak elbette. Mark Cavendish (Team Sky) ve Tyler Farrar (Garmin Barracuda) buradalar ama ikisi de yarış bitmeden ayrılabilirler. Farrar da bu sene hala form tutamayanlardan. Kendisi gibi bir başka yıldız da Thor Hushovd (BMC). Ben Hushovd’un Mavi Mayo için çalışacağını düşünüyorum (yoksa BMC neden katılıyor ki Giro’ya?). BMC Verona'daki TTT’de Taylor Phinney ve Marco Pinotti ile iddialı olacak. Diğer kayda değer sprinterler arasında Matthew Goss (GreenEdge) ile Rabobank’ın ikilisi Mark Renshaw ve Theo Bos da var. ToT’ta 2 etap kazanan Theo Bos Danimarka etaplarında bir zafer kazanırsa yarışın geri kalan kısmında Renshaw için çalışabilir. 

Bu sezon Fransızlar’ın yeni umudu, 20 yaşındaki Arnaud Demare (FdJ) yeni sprinterler arasında ses getiriyor. Daha toy ama bu sene dört yarış kazandı. Ayrıca ilk defa Giro’ya katılacak Andrea Guardini’yi de (Farnese Vini) yeni mayosu sayesinde sprint karmaşası içinde fark etmemek imkansız olacak. RadioShack’ten Daniele Bennati’yi nedense sprintlerden çok bugünkü kısa TT’de daha favori görüyorum ben. Bütün o İngiliz tayfa arasından sıyrılıp kazanması zor ama Hushovd gibi o da kısa ITT’lerde çok iyi. 

Durum budur. Yazıyı yarış başlamadan bitirebildim neyse ki. En son olarak kendi ilk beş tahminimi de yazıp bağlayayım:

 
1. Michele Scarponi
2. Roman Kreuziger
3. Ivan Basso
4. Joaquin Rodriguez
5. John Gadret




Harika bir yarış olsun, kimse hastanelerde sürünmesin.İyi eğlenceler!!


(Yarış Eurosport ve Gazzetta dello Sport’un web sitesinden naklen yayınlanacak.)

3 Mayıs 2012 Perşembe

Giro 2012...Parkura Mesafeli Bakış

Kutsal üç ayların ortasındayız. Nisan, Mayıs ve Temmuz (Dauphiné’ye rağmen Haziran kutsalımız değildir).  Nisan’ı Bahar Klasikleri’ni tavaf ederek geçirdik. Temmuz ayı da bilhassa hac mevsimidir. Mayıs ayı ise Il Giro d’Italia demektir ve -bu dini benzetmeler başıma bir bela açmayacaksa- İtalya Bisiklet Turu, pislete iman edenler için umre görevi sayılır. 

Geçen yıllarda, takımlar parkurun zorluğundan ve etap sonu uzun transferlerden çok şikayetçi olmuşlardı. Zomegnan’ın yarış direktörlüğünden ayrılışı sonrası başa geçen Michele Acquarone ve ekibi daha dengeli ve insaflı bir parkur tasarlayacaklarını açıklamışlardı. Bunu da yapmış gözüküyorlar. Yarış çok ağır değil gibi, yine de saate karşı mesafenin düşük oluşu, Genel Klasman’ın bir yokuş uzmanına gideceğini düşündürüyor.
İtalya Turu 2012’de ikisi bireysel 3 saate karşı etap (toplam 70,2 km), 7 sprint, 4 adet de orta dağlık etap bulunuyor. Bu dördün üçünde yokuş finişi var. Daha çok son haftaya yerleştirilmiş yüksek dağ etaplarının sayısı da dört. RCS, geçen sene yaptığı bir oylamayla, seyircilerin en çok görmek istediği yokuşları belirlemişti. Bu oylama bize Giro’nun  Etab-ı Sultane’si olarak geri döndü. 20. Etap'ta Tonale-Aprica-Mortirolo-Stelvio dörtlemesi geçilecek. 2.725 mt irtifayla Avrupa’nın en yüksek geçitlerinden olan Stelvio, aynı zamanda yarışın Coppi Zirvesi (politik konjonktür gereği artık “Kraliçe Etap” yazamıyoruz, kültürümüzde yoktur, mazur görünüz).


 İtalya Turu 2012 parkuru

95. kez koşulacak olan Giro, son yıllardaki eğilime uygun olarak, İtalya’dan uzak bir yerde, Danimarka’da başlayacak. Jutland bölgesindeki ilk iki etap, Saxo Bank’ın süngüsü düşük patronu Bjaerne Riis’in doğum yeri Herning’de koşulacak. Cumartesi günü bol virajlı, 8,7 km’lik bireysel zamana karşı etapla yarış başlayacak (8.0 km’den uzun olduğu için “prolog” diyemiyoruz). İkinci gün Herning’den Kuzey Denizi’ne doğru gidip döneceğiz. Mevsim itibarıyla “çapraz rüzgar pelotonda kopmalara neden olabilir” klişesini rahatlıkla kullanabileceğimiz, dümdüz bir parkur. Esneyen TV seyircileri için Kat. 4 bir yokuş kapısı var ama hikaye. Yarış stresli geçecek aslında. Özellikle son 10-15 km’de takımların sprint treni oluşturma mücadelesi düşmelere yol açabilir. 

3. Etap, sanırım Acquarone ve arkadaşları tarafından “Danimarka’ya 2 gün için gitmeye değmez!” saikiyle konmuş. Rutini kırmak için bir küçük yokuş kapısı da var. Güzel bir sprint finiş daha bekleniyor. Horsens’deki etabın tek önemi Wouter Weylandt’a adanması olacak (Weylandt 2010 Giro’nun 3.Etabı’nı kazanmıştı). 

WW108

Danimarka’daki üç günden sonra, Pazartesi akşamı, Giro kafilesi, sıkı bir lojistik operasyonla  Hamlet’in ülkesinden Romeo & Jülyet’in kentine taşınacak. Salı günü yarış yok. 9 Mayıs Çarşamba, Verona’da 33,2 km’lik takım saate karşı etabıyla devam edecekler.  Genel Klasman için ümitli sporcular arasında ilk zaman farklarının burada oluşmasını bekleyebiliriz. Parkur düz ve süratli olacak, tıfıl yokuşçu takımların Garmin ve Sky gibi TT’ci takımlara ne kadar zaman kaybedeceklerini merak ediyorum (bu paragrafı yazarken Mark Knopfler’ın  “Julieeeette!” terennümü dilimdeydi hep. Klip bir felaket ama, okuyana da bulaştırayım).  


Bir sonraki etap 209 km’lik Modena-Fano. Hemen Dire Straits’den Ferrari’ye geçelim, çünkü Modena dedin mi akan sular durur. İşi çok bilen “Ne Modena’sı be? Maranello!” dese de kaale almayın. Enzo Usta Modena doğumludur, fabrikası da II. Dünya Savaşı sonuna kadar Modena’daydı. Keza Maserati ve Lamborghini de bölgenin doğal güzellikleri arasında yer almaktadırlar. Etapta kayda değer bir şey olmadığından geyik yapıyorum işte. Sonuçta bir sprint etabı olacak. Yalnız “Lamborcini” diye okuyan çarpılır ona göre! 

Geldik 6. Etap’a. Kaçış grubunun ilk zaferi olabilecek nitelikte, inişli çıkışlı bir parkur var. Hatta biraz “strade bianche” de olacak. Toprak yol…  Urbino - Porto Sant’Elipidio arasındaki etap 210 km. Ne alaka diyenlere bu “Aziz Elipido Limanı” kasabasının hemen yanında, meşhur İtalyan ayakkabıları TOD’S’un üretim yeri olduğunu belirteyim. Fabrika satış mağazası var, indirimdeki modelleri kaçırmayın.

Giro’nun ilk zirve finişi Recanati - Rocca di Cambio arasındaki 7. Etap’ta yer alıyor (205km). Son yokuş 19.1 km ve %3.9. Bu seviyedeki sporcular için leblebi çekirdek sayılır lakin son dört kilometredeki inişten sonra, 1500mt’lik %5.6 eğimli bir yokuş bizi finişe götürüyor (max. eğim %10). Yokuşta patlayıcı gücü yüksek sporculara dikkat. Patlayıcı güç demişken GreenEdge’in yeni sponsoru Avusturalya’da madencilik ve patlayıcı madde üretimi yapan Orica şirketi oldu. Etabı da alsınlar bari.

7. Etap profili

Bir sonraki etap da (Sulmano - Lago Laceno: 229km) son kısmında yükseliyor ve yokuş finişi sayılıyor. Ama son 4 km düz, hatta hafif iniş. 9. Etap’ta neredeyse Napoli’ye kadar inmiş olacağız (San Giorgio del Sannio – Frosinone:166km). Kısa ve klasik bir sprint parkuru gibi gözüküyor. Ama pelotonun hikmetinden sual olmaz, kaçış grubuna da bırakabilirler.

Yıllar önce, bir iş gezisi için Pescara’ya gitmem gerekmişti. Roma havaalanında araba kiraladım. Yurt dışında ilk defa araba kiralıyordum ama yıllardır bu işleri yapan biri edasıyla direksiyona kurulup yola çıktım. 30 saniye sonra yanımda ne harita ne de yol tarifi olmadığını fark ettim. Gerçek bir erkek olduğumdan, yol sormam söz konusu değildi zaten ama, o zamanlar İtalyancayı da hiç bilmiyordum ve tabelalardan bir şey anlamıyordum. Telaşlanmadım. Bu basit problemi üstün zekam, analitik düşünme yeteneğim ve yabancı dillere olan yatkınlığımla çözmek bebek işiydi. Havaalanı çıkışındaki şehir ve yol tabelalarına bakarken ”Civitavecchia” diye bir ok gördüm. Düşünce silsilem şöyle gelişti: “Civita” herhalde “şehir” demektir, “Vecchia” da olsa olsa “véhicule/vehicle” dan gelen “taşıt” anlamındadır. Yani “ şehre [giden] taşıt [yolu!]”… Çevre yoluna ne acayip isim takmış bu salaklar be?!” Çevre yoluna çıkıp, Pescara okunu görene kadar gidecektim. Bu kadar basit… Problem çözme ustalığıma hayran olarak direksiyonu çevre yoluna kırdım ve yola düzüldüm. 20 dakika kadar Tük ırkının aslında hak ettiği yerde olmadığı hakkında düşünerek yol adım. Aylardan bahar, hava mis gibiydi. Antalya’da mutlu bir Hollandalı gibiydim… yalnız koca Roma’nın çevre yolunun bu kadar tenha oluşu tuhafıma gitmişti. Bayağıdır yol almış olmama rağmen herhangi bir sapağa da rastlamamıştım. Üstelik ufukta Roma’ya benzer bir yerleşim yeri de gözükmüyordu, çevresinden geçilecek... Hava bulutlandı, karardı, şüphe damlaları özgüven şemsiyemi tıkırdatmaya başladı. Türk’ün Türk’e yaptığı propaganda,  öğrenmeye, metodik ve hazırlıklı olmaya pek prim vermeyen bir memleketin gen haritası karşısında Viyana kapılarındaki gibi bocalıyordu.  Az sonra, “Civitavecchia - 30 km” tabelasını görünce bozgunu kabullendim. Gördüğüm ilk benzinciye girdim. Pompacıya “Abi Pescara?” dedim. Gülmesi bittikten sonra yolu tarif etti. 

Giro 2012, bu Türk ricatının 15. yılı münasebetiyle Civitavecchia - Assisi arasına bir etap koymuş. (186km). Finiş oldukça ilginç. Bir sert ve kısa yokuş, sonra iniş ve tekrar kısa bir tırmanış. Ya kaçış grubu ya da az sayıda bisikletçiden oluşan bir sprint finiş bekliyorum.  Geceyi Assisi’de, Fransisken mezhebinin kurucusu Aziz Fransuva’nun manevi şahsiyetiyle aydınlanmış olarak geçireceğiz.  

Bir gün önce ruhen arınan Giro kafilesi, 11. Etap’ta İtalya’nın meşhur kaplıca kenti Montecatini Terme’ye geçecek. 16 Mayıs Çarşamba günü koşulacak 255 km’lik parkur Giro’nun bu seneki en uzun etabı olacak. Klasik bir sprinter etabı gibi gözüküyor ancak finişten 12 km önceki Kat. 4 yokuş işleri çetrefilleştirebilir. 12. ve 13. Etaplar aslında Toskana’dan Alpler’e gidelim diye tasarlanmış. Çok anlatılacak bir şey yok. Büyük olasılıkla bu iki etapta da sprint finiş yaşanacak. 

İlk yüksek dağ etabı Cherasco – Cervinia arasındaki 14. Etap ve hafta sonumuzu şenlendirecek. Cervinia, İtalya-İsviçre sınırında önemli bir kayak merkezi. Sırtını Alpler’in en ölümcül dağı Matterhorn’a  (İta: Monte Cervinio) dayamıştır. Matterhorn, doğanın inşa ettiği en güzel şeylerden biri. 4.478 mt yüksekliğinde, dört köşesi dört ana pusula yönünü işaret eden, her yıl ortalama 5 dağcıya mezar olan, muhteşem bir piramit. Özellikle kuzey ve doğu yüzleri efsanevi güzelliktedir.  Dağların, üstümde hipnotik bir etkisi vardır. Matterhorn’un cazibesi de hepsinden fazladır nedense. Öldüren cazibe elbette.  

Güneşli olan Kuzey, gölgedeki de dağın  Doğu yüzü

14. Etap profili de Matterhorn’a  benziyor. 140 km boyunca dümdüz devam eden parkurda  bir anda önümüze çıkacak iki harika yokuş  Alpler’in ortasında tek başına yükselen bu güzel dağı andırıyor. Önce 22,5 km’lik %7 eğimli Col de Joux bayırı tırmanılacak, sonra da 28 km’lik Cervinia (%5,5). Finiş noktası 2.001 mt irtifada. Pembe Mayo savaşında kılıçların gerçekten çekileceği ilk etap olacak.

 14. Etap profili

Cervinia’dan sonra ovaya transfer olunacak, ardından geri dönüp tekrar dağlara çıkılacak. Busto Arsizio – Lecco/Piani dei Resinelli (169km) etabı da testere dişi profiliyle bir başka yüksek dağ etabı. Parkurda biri Kat. 1 olmak üzere dört kategorize tırmanış var, varış noktası da yokuş. (Giro’da en yüksek yokuş kategorisi Kat. 1’dir). Lecco’yu geçen ekim ayında Il Lombardia’nın finiş kenti olarak tanımıştık. Şehrin bir başka şöhretini de geçenlerde öğrendim. Modern İtalyan edebiyatının ilk başyapıtı sayılan, Alessandro Manzoni’nin “Nişanlılar” (I Promessi Sposi) romanı, Lecco’lu iki yavuklu üstünden 17.yy İtalya’sını anlatır (“anlatırmış” demek lazım, alet üç cilt, daha satın almaya bile cesaret edemedim).

 15. Etap profili



Giro’nun üçüncü hafta sonunu bu iki güzel etapla bitirip, pazartesi dinlendikten sonra 173 km’lik Limone Sul Garda –  Falzes/Pfalzen etabı koşulacak. GK favorileri biraz daha dinlenmek isterlerse zararsız bir kaçış grubunun çok şansı var. Garda İtalya’nın en büyük gölü ve start şehrinin ismi pasta adı gibi (Garda üstü Limon). Finişe de Alman aksanı geldiğine göre ayrılıkçı(!) Alto Adige özerk bölgesi topraklarına girdiğimizi anlıyoruz. Avusturyalılar’la İtalyanlar (o zamanlar İtalya da yok ya…) buralarda yüzyıllarca savaşmışlar. Bölge sonunda İtalya’ya kalmış ama halk Almanca konuşur. Uzun yıllar Avusturyalı sandığım efsanevi dağcı Reinhold Messner de buralı. Ana dili almancadır, İtalyanca’yı aksanlı konuşur ama İtalyan’dır. Kimlik konusunu abartmadan halletmiş elalem (fonda John Lennon/Imagine çalar).

17. Etap da, aşağıda görüleceği üzere sıkı bir dağ etabı. Bu defa Pfalzen'den kalkıp sosyetik kış merkezi Cortina d'Ampezzo'ya pedal basılacak. Türkler için  Courchevel neyse, Cortina da İtalyanlar için o sayılır. Bir farkla. Kış sezonunda Courchevel'deki Türk sayısı Cortina'daki İtalyan nüfusu uzak ara katlar. Parkurda Passo Giau da içinde olmak üzere 4 tane yokuş var. Giau'dan Cortina'ya kadarki 18 km'lik iniş oldukça teknik ve Ivan Basso gibi iniş özürlü arkadaşlar bu kısımda zaman kaybedebilirler. 

 17. Etap profili

Hatırlayanlar vardır, geçen seneki cehennemi Giro, son hafta dağlara sararken hemen hemen tüm sprinterler, yokuşların acımasızlığından korkup yarışı bırakmışlardı. Geçmişten ders çıkaran Acquarone, 18. Etap’ı sprinterleri yarışta tutabilmek için koymuş. Tam bir sprint etabı olacak (San Vito di Cadore – Vedelago:149km). Cavendish bu etabı kazanıp yine de tüyer, benden söylemesi.

Giro etap mühendisliği, Milano’daki son ITT’den önce, iki yüksek dağ etabıyla genel ve yokuş klasman favorilerini nihai (anlamayan için: ultimate) teste tabii tutmayı öngördüğünden, 19. ve 20. Etaplar sıkı birer dağlık parkur. Kutsal Mayıs ayının son cuması 198 km’lik Treviso – Alpe di Pompeago /Val di Fiemme koşulacak. Toplam 5 kategorize tırmanış var ve Pampeago iki kez çıkılacak. Ama etapların sultanı ertesi gün (Caldes/Val di Sole - Passo dello Stelvio). Önce de yazdığım gibi, bisikletseverlerin oylarıyla belirlenen (ben de, ben de!!) yokuşlarla bir etap oluşturulmuş. Aslında oylamaya gerek yoktu. İtalya’da tırmanma deyince önce Stelvio, sonra da Mortirolo akla gelir. Organizasyon da bu iki mitik tırmanışı yarışın son iki yokuşu olarak yerleştirmiş. Etap 219 km ve Passo dello Stelvio büyük olasılıkla 2012 Giro d’Italia’nın galibini belirleyecek.


20. Etap profili

Ve fakat, nasıl Scala Operası’nda şişman bayan şarkısını söylemeden opera bitmiyorsa, Milano’da son bir ITT koşulmadan da Giro bitmeyecek.  Sforza Kalesi’nden çıkıp Milano Katedrali’ne kadar 30,1 km’lik bu parkurla (aslında yürüyerek 15 dakikalık yol) umre gezimiz bitecek ve şampiyonu görmüş olacağız. 
Giro d’Italia belki Fransa Turu kadar havalı değil, kadrolar da o kadar parlak değil. Ama yılın en güzel mevsiminde, dünyanın en güzel ülkelerinden birinde geçecek üç haftalık bu şöleni kaçırmak büyük günahtır, tövbeler olsun!!


(Giro takım kadrolarını irdeleme yazısını Cumartesi yayınlamayı umuyorum.SG)