19 Haziran 2012 Salı

Klişe Candır

Merhaba sayın okuyucular! Spor Locası mecmuası olarak okurlarımıza sunduğumuz kültür hizmetlerine sür'atle devam ediyoruz. Bu fasikülde spor klişelerini izah etmeye çalışacağız.

Önce klişe lafının kökenine bakalım: Orijin olarak matbuatla alakalı bir terimdir ve ofset filminin çelik levhalar üzerine basılması sırasında çıkan "klişe! klişe! klişe!" seslerinden türemiş bir kelimedir. Ancak artık bu anlamını hatırlayan pek kalmamıştır; daha çok, benzer durumları anlatmaya veyahut daha yerinde bir deyişle bahanelendirmeye yarayan söz kalıplarına denir.

Burada spor ile ilgili klişeleri tanıtmaya çalışacağız. Elbette Türkiye'deki futbolla ilgili klişeleri es geçeceğiz; varlık nedenimizi inkar etmenin manası yok. Seçtiğimiz deyimler İngilizce olup, gerek spor yayınlarında gerekse haber ve makalelerde kullanılan klişelerden mürekkeptir.

Clubhouse Leader

Clubhouse kelimesini bir takımın oyuncularının zaman geçirdikleri soyunma odası, spor salonları, yemek salonları vs alanların toplamı olarak tanımlayabiliriz. Bu deyim ise bir oyuncuyu tarif etmek için olumlu olarak kullanılırken, sözkonusu şahsın diğer oyuncuların abisi olduğunu, zor anlarda motivasyon verdiğini, genç takım arkadaşlarına sahip çıktığını anlayabiliriz.

Sporcular için lüküs imkanlar esirgenmez
Olumsuz anlamda ise oyuncunun astığı astık, kestiği kestik olduğunu, soyunma odasındaki en sote yerin, restoranda pencere kenarının, takım otobüsünde en hergele yerin onun olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Muhtaç olduğu kudret, takımda kaşar olduğundan yöneticiler arasında meyhane arkadaşları olmasında ve 4 senelik, takas edilmesi imkansız bol akçeli kapı gibi kontratındadır.

Lead By Example

Bu oyuncu aslında clubhouse leader olabilecek oyun becerisi ve kıdemine sahipken, sosyal becerilerinin kısıtlı olması, yahut "Bu itlerle mi uğraşacam be!" düşüncesi yüzünden daha sessiz bir kişiliğe sahiptir. Lead by example (LBE) ile Clubhouse Leader (CL) arasındaki asıl fark, takım yenik giderken, oyuncular da ruhsuzken daha sarih gözükür. Bu durumda CL kişisi "Oynayın, yoksa içeride dayak var!" derken, LBE canını dişine takıp -örneğin- savunmasını yapar ve genç oyuncuları "Ulan Patrick Abi bile g.tünü yırtıyor, tamam koçu sabote edecektik ama, ayıp olur şimdi abiye" diyerek utanıp kıçlarını kaldırmaya sevkedebilir.
Gençler Greg Maddux gibi "lead-by-example" abileri dikkatle izlemelidirler.

Lead by example adamı takım otobüsünde kitap okuyan kişi olarak ayırtedilebilir. Clubhouse leader kendisine ilişemez. Kariyeri bittikten sonra popüler bir spor programında yer almamayı garantilemiştir.

Student of the Game

Sporculuk çok erken yaşlarda başlayan bir kariyerdir. Bir sporcu gençken parayı görmüşse, ve hele doğal yetenekleri bir çok açığını kapatacak kadar fazlaysa, artık oyununu geliştirmek için çaba harcamaz; lise koçundan dayak yiyerek öğrendikleriyle kalır. Student of the game deyimi nisbeten yaşlı sporcular için kullanılır ve yaşına başına bakmadan hala oyunun inceliklerini öğrenmeye çalışıp rakiplerinin zayıf ve güçlü yanlarını analiz ederken görülürler.

Shane Battier gerçek bir öğrencidir. Hakkında nefis bir NY Times makalesi...

Bu tarz oyuncuların emekli olduktan sonra koç olmaları neredeyse garantidir. Zaten kariyerlerinin son yıllarını (kariyerleri uzun sürer genelde) bu fırsatın farkında olarak, yedekte olsalar bile oyunu dikkatle analiz ederek geçirmişlerdir. Ayrıca o spor dalının tarihi hakkında anektodik bilgisi vardır. Punduna getirdiğinde 1938 World Series 4. maçında, meşhur outfielder Çengel Hüseyin'in olası bir Milvoki Adalet HR'ını cevval bir hamleyle nasıl önlediğini bir çırpıda anlatır. "Okuyoruz da biliyoruz!" anlamında...

Makes It Look Easy

Oyuncular, (adı üstünde oyun-cu) spektaküler hareketler yapmayı severler. Çünkü bu kendilerine bebeklikleri sırasında ebeveynlerden aferin olarak, okul sırasında tavlanmış ponpon kızlar olarak geri döner. Kariyerleri sırasında ise seyircinin ve youtube videolarının sevgilisi olarak yaşamaları garantidir.

Tim Duncan lanet olası bank-shot'ını yaparken. Şimdi farkettim de, kolay değilmiş o kadar...

Gelgelelim bazı oyuncular tam tersi yapıya sahiptirler. Aslında oldukça zor olan bir hareketi o kadar kolay yaparlar ki, izleyen normal seyirciye sanki herkes yapabilirmiş gibi gözükür. İşte spiker de bu tip durumlarda duruma müdahale edip seyirciyi "he makes it look easy" diyerek uyarı görevini yerine getirir.

Textbook Play

Her sporun bir kullanım kılavuzu vardır. O kılavuz (asla oyuncular tarafından okunmaz, anca koç iken okumak akla gelir) belli başlı hamlelerin nasıl yapılacağını, yapılırken nerelere dikkat edilmesi gerektiğini falan gösterir.
Forward defensive vuruşu, ya da vurmayışı

Bazen maçın sıkıcı anlarında oyuncular tam da bu kılavuzun gösterdiği şekilde hamle yaptığında spiker de sessiz kalmamak için "textbook play" der. 5 gün süren Test kriketinin kurtarıcı klişesidir.

In A League of His/Her/Their Own

Bazen bir takım (ender olarak da oyuncu) çok dominanttır. Yani kimse kendileriyle başedemiyordur. Bu tip durumlarda sözkonusu takıma "kendi liginde oynuyor" denir.

Bu madde kısa oldu, o yüzden karşıtlarını da verelim. Bir takım veya oyuncu çok kötüyse bu sefer ona "bush league"'de, yani çayır çimen liginde oynaması salık verilebilir (bazan rakip takım seyircisini kızdırmak için "Lan siz gidin de ananızın liginde oynayın!" denmektedir ama herkeşe eşit mesafedeki müstesna blogumuz bu konulara girmeyecektir).

Bush ligçileri

Beyzbol özelinde bakarsak bazı oyuncular minör ligin en üst mertebesi olan AAA'da çok süper oynarlar, ama majör lig takımına çıktıklarında bir türlü başarılı olamazlar. Böylelerinin varolmayan "AAAA" ligi seviyesinde oldukları söylenir.

Defense Wins Championships

Bunun bir varyantı da, herkes hücumu seyreder ama şampiyonluğu defans kazanır'dır. Gayet pahalıya malolmuş kadro maçı batırırken söylendiği gibi, aynı anda ucuz bir kadro iyi defans yaparak şampiyonluğa ortaksa da söylenebilir.



Defans şampiyonluğu kazanır mı? Kazanamaz.


The Best Defense is the Good Offense

Yukarıdaki klişenin tersi olarak, hücum sırasında sayı yenemeyeceği mantığından hareketle, gayet pahalıya malolmuş kadro maçı domine ederken söylendiği gibi, aynı anda ucuz bir kadro iyi defans yapmasına rağmen şampiyonluk yolundan uzaksa da söylenebilir.

Klişenin en önemli kuralı, her duruma uygun bir cevabının olmasıdır.

Crunch Time

Yıllardır crunch time lafını duyarım ama crunch'ın kelime anlamını hiç merak etmemişim. Kütürdetmek demekmiş. Doğru lafa ne denir. Bu deyimin çıplak anlamı yakın giden maçın son dakikalarıdır. Tüm maçı iyi oynayabilir oyuncular, ama crunch time geldiğinde eller titremeye başlar. Çünkü o zaman geldiğinde artık yapılan her hareket büyüteç ile büyütülür. Maçın o anlarında yapılabilecek basit bir hatanın bedeli, torunlara kadar gider, insanın hiç peşini bırakmaz.

Horry Sacramento Kings'i kütürdetirken...

Crunch Time'a bir teori muamelesi yaparsak, bu teori bazı oyuncuların crunch time'da daha iyi veya daha kötü performans verdiğini iddia eder. Örneğin Michael Jordan bu tip zamanlarda neredeyse şut kaçırmazdı. Ama ondan daha şaşırtıcısı Robert Horry'dir. Zira kendisi yetenek açısından Jordan'ın yanından bile geçmemesine rağmen crunch time geldiğinde gerçekten ortalığı kütürdetirdi. Sayısız defalar ve takım farketmeksizin başardığı son atışlar ile birçok şampiyonluk yaşamıştır.


You Couldn't Have Written A Better Script

Spor filmlerini bilirsiniz. Genelde bir kahraman takım ve/veya oyuncu vardır, karşısında da kötü takım. İyi takımın başına gelmedik kalmaz; sakatlanırlar, haksızlığa uğrarlar. Ama herşeye rağmen maçı son saniyede, kahramanın yarattığı sayıyla kazanırlar. Bu spor filmlerinin olmazsa olmaz klişesidir.

Ama bazen gerçek hayatta da öyle şeyler olur ki, spikerler seyirciye olan şeyin senaryo yazarlarının bile aklına gelmeyeceğini belirtmek için bu klişeyi kullanırlar. Yani gerçek hayat klişeyi bile şaşırtmıştır. Bu da yine bu klişe ile ifade edilir. (Acaba filmde bu klişeyi kullanan var mıdır?)


Buna kimseyi kırmadan örnek vermek zordur, çünkü her takım her taraftar bunu kendine yontar. Ayırtedici olarak belki büyük bir hayal kırıklığı sonrası kullanıldığı söylenebilir. Örneğin 2004 yılında Boston Red Sox New York Yankees karşısında play off serisinde 3-0 yenik duruma düşmüştür. O sırada herkes 78 senedir şampiyon olamayan Red Sox'u asarken takım şahlanmış ve playoff serisini ezeli rakip karşısında 4-3 kazanmış ve sonra da şampiyon olmuştur. Takımın, oyuncuların ve yöneticilerin ipini çeken tüm gasteci milleti sonrasında bu klişeyi utanmadan kullanmıştır...

(Bu aşamada devreye giren editör kendisi de iki klişe ekler)


Riding in the gutter

Bir bisiklet klişesidir. Yarışın son kısmında kaçan/kovalayan bisikletçinin, gebermek üzere olduğunu ama vazgeçmediğini ifade eder. Yol ve Kaldırım Mühendisliğini ciddiye alan Avropa ekolü, sokakların kenarına yağmur gideri inşa etmiştir. Sporcu da ters deryer yapmak için yada artık sağlıklı düşünecek oksijeni kalmadığından yolun ortasını bırakıp kaldırımın kenarından gitmeye başladığında yorumcuya gün doğmuş demektir.



It's decision time for X

Maç gitmek üzeredir. Bütün yedekler ve taktikler kullanılmış ama netice alınamamıştır. Koç "Lan bu maçı çeviremezsek kapıya koyarlar beni amk, evin taksitleri de bitmedi daha.. Naapsam acaba?" diye kara kara düşünürken kamera endişeli suratına zoom yapar. Spikere topa dokunmak kalmıştır
Lou Piniella Cubs'dan sonra kararını verdi emekli oldu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder