Haziran başından beri ertelenen iş yolculuğum dönüp dolaşıp Tour'un Alpler bölümünün üstüne oturdu en sonunda. Bir hafta daha beklese olmazdı sanki!!! "Çocukların nafakası yarış marış dinlemez!" yalanıyla oyalandığım şu yıllar boyunca olduğu gibi kalktım gittim. İlk gün işleri bitirip koşar adım otele gidince Thor'un zaferini son 15 km'de yakalamayı başardım... Ama ikinci gün için hiç şans yoktu. Boasson Hagen'in etabı alışını göremedim (nooluyo bu Norveçliler'e bu arada??). Yola çıkmadan kayıt şeysini ayarladığım Dicikutu'nun kelek yapmamasını diledim. Patronum olacak adam, oğlu, kızı, yardımcılarıyla beraber ve solo toplantılardan sonra otele döndüğümde yarış çoktan bitmişti. RAI Pantani'yle Armstrong'un 2000 Mont Ventoux düellosunu veriyordu. Pinerolo'nun oturduğum yatağa arabayla 2.5 saat uzakta oluşunu aklıma getirmemeye çalışarak onları seyrettim..
Dönüş günü saat 14:00 gibi işleri bitirip havaalanına doğru yola çıktık. Uçağa yarım saat kalana kadar twitter'dan yarışı takip ettim Son okuduğum Andy'nin atağı oldu. Bir daha bakmadım, Karadut'u kapattım. Haz almayı geciktirmek, zevkin zirvesine mümkün olduğunca geç ulaşmak üstüne bir felsefe olan "Taocu Tour İzleme Sanatı"nda geçen üç gündür bayağı yol almıştım zaten, gerisine akşam evde devam edecektim. Gece 23:00 gibi yapış yapış halde eve varınca ilk iş, son 6 ayda 4 kez değişen Dicikutu'nun bir namertlik yapıp yapmadığını kontrol etmekti. Bu defa uslu durmuştu neyse ve son 3 etabı kaydetmişti... Hemen TDF18 kaydını başlattım...Son 68.5 km yazıyordu ekranın sol üstünde... Tam karım "8 km bekle inanılmaz güzel bir et..." derken çevik bir hamleyle elimdeki bantı ağzına yapıştırdım. Sert bir mesajla twitter camiasını tehditle sindirdikten sonra da koltuğa kuruldum.
Dönüş günü saat 14:00 gibi işleri bitirip havaalanına doğru yola çıktık. Uçağa yarım saat kalana kadar twitter'dan yarışı takip ettim Son okuduğum Andy'nin atağı oldu. Bir daha bakmadım, Karadut'u kapattım. Haz almayı geciktirmek, zevkin zirvesine mümkün olduğunca geç ulaşmak üstüne bir felsefe olan "Taocu Tour İzleme Sanatı"nda geçen üç gündür bayağı yol almıştım zaten, gerisine akşam evde devam edecektim. Gece 23:00 gibi yapış yapış halde eve varınca ilk iş, son 6 ayda 4 kez değişen Dicikutu'nun bir namertlik yapıp yapmadığını kontrol etmekti. Bu defa uslu durmuştu neyse ve son 3 etabı kaydetmişti... Hemen TDF18 kaydını başlattım...Son 68.5 km yazıyordu ekranın sol üstünde... Tam karım "8 km bekle inanılmaz güzel bir et..." derken çevik bir hamleyle elimdeki bantı ağzına yapıştırdım. Sert bir mesajla twitter camiasını tehditle sindirdikten sonra da koltuğa kuruldum.
Bugünden itibaren size ilk "Kızım/Lanoolum manyak mısın? 5 saat bu herifler seyredilir mi?" diyen kişiyi kafasına sert bir cisimle vurarak bayıltın. Sonra onu taşıyarak TV'nin önüne yerleştirdiğiniz bir iskemleye bağlayın ve yazının altında bulacağınız numarayı* arayın. Size etabın CD'si hemen gönderilecek. İskemledeki şahıs 2 saat kadar bu CD'yi izledikten sonra bir daha anlamsız sorularla sizi rahatsız etmeyecektir. Dünkü son 60 kilometre "İnsan neden bisiklet yarışı seyreder?" sorusuna verilecek tek yanıttır.
60 km boyunca şu soyut ve somut kavramların hepsini, karışık halde, ekranda ve içimde hissettim: Cesaret, fedakarlık, şaşkınlık, planlama, cüret, blöf, sevinç, uygulama, teknoloji, merak, riya, hayranlık, cesaret, güç, kararsızlık, ısrar, cesaret, inanmazlık, öfke, işbirliği, yalan, acı, mutluluk...
Pedal darbelerinin bu kadar şeye yol açması bokunu çıkardığımız "kelebek etkisi" sözüyle açıklanabilir. Fakat bence bu aynı şey değil. Daha eski bir kaynağa başvuracağım. Mesleğimin ilk üstadlarından Antoine Lavoisier maddenin korunumu yasasını açıklarken "Rien ne se perd, rien ne se gagne"** diye özetlemiş. Hiçbir şey varken yok olmaz, yokken varolmaz... En büyük zevkleri bisiklet sürmek ve balık tutmak olan bir oğlan çocuğunun, adelelerindeki gücü kullanarak yaptığı iş gerçekten de yok olmadı Galibier'nin tepesinde. Andy Schleck, dün, neden son 10 yıldır bu sporu tutkuyla izlediğimin cevabını gösterdi. Bu kadar yıldır ayırdığım zaman, para ve emeğin buharlaşıp uçmadığını, yok olmadığını ispat etti. TV'yi kapatınca Andy'nin zaferi yok olmadı ekrandan... Ailemi ihmal ettiğim, işimden kaçıp yarış seyrettiğim, bir ton kitap okumak için başka zevklerden vazgeçtiğim tüm o günler ve saatler için kendimi affettim.
Lavoisier'nin lafının bir de son bölümü var: "Rien ne se perd, rien ne se gagne, tout se transforme"...Her şey dönüşür. Dün gece 02:00'de kayıt bitince şüphelerim yok oldu. Andy Schleck'in pedal darbeleri bende mutluluğa dönüştü...
* 155 Polis İmdat
** Lavoisier'nin lafı bazan "Rien ne se perd, rien ne se crée" diye de anılır..Yani hiçbir şey yoktan yaratılmaz
Blog sayfamı açarken sizin yazılarınızdan esinlenmiştim. Bu yazı bana neden 5 saat boyunca sıkılmadan Tour'u izlediğimi ve neden blog açmakta sizi örnek aldığımı açıklamış oldu :)
YanıtlaSil"bana müsade ben gidip bisiklet yarışı izleyeceğim" dediğimde gördüğüm alaycı yüz ifadelerine bu yazıyı okutmak lazım ya neyse. Üst üste harika etaplar izledik. Bir de TDF 2011 in genel analizini okusak çok süper olurdu.
YanıtlaSil