Amerikan futbolu, bisiklet gibi, çok ilgili/bilgili olduğum bir konu değil. Ama şöyle böyle 20 senedir saygılı bir mesafeden izlerim. Zaman zaman orasını burasını kurcaladım ama, DNA’ma yazılmamış bir spor için çabalamam, uçan oval topa hayran hayran bakmaktan, birbirlerine vahşice vuran adamlara şaşırmaktan çok da ileri gidememişti. Okuduklarım, taktikler ve oyunun tarihinden çok, dramlar, mucizeler ve insan halleri üstüneydi. Sancılı bir abonelik ilişkisi yaşadığım Sports Illustrated dergisi sayesinde, Joe Montana, Bill Walsh, Steve Young, Troy Aikman ve Emmit Smith gibi yıldızlar ve hikayelerini izledim durdum. Yanından geçtiğim Candlestick Park (anlamsız ama kulağa çok romantik gelen bir isim!), önce HBB, sonra diğer kanallarda devam eden Super Bowl (SB) yayınlarıyla işe ısındım ve Fox Sports/ESPN sayesinde de iki yıldır içine gömülmüş durumdayım.
Yine de Tim Tebow etrafında yaratılan çılgınlık olmasa yazacağım yoktu. Ama madem artık uçkur çözüldü, 6-7 senedir oldukça yakından izlediğim Tom Brady hakkında da bir şeyler yazabilirim. Hoş önceki pazar gecesi Baltimore Ravens kicker’i Billy Cundiff o son vuruşu kaçırmasa yazı kadük olacaktı ama hayat bazan çalıştığınız yerden soruyor işte... Hem bu sayede bizim blog da uzun kış tatilini bitirmiş olur.
Önümüzdeki Pazar gecesi New England Patriots, New York Giants karşısına 4. kez SB şampiyonu olmak için çıkacak. Bu maçın öncesinde, üç kez SB kazanan, iki kez SB MVP seçilmeyi başarmış, hastalık derecesinde işine düşkün Patriots oyun kurucusu Tom Brady’nin hayatı ve eserlerine iki bölümlü bir yazıyla bakalım:
Brady, Kaliforniya’nın en güzel şehri San Francisco’nun 30 km güneyinde, iklimin çok daha yumuşak olduğu San Mateo’da doğup büyüdü. Halen 34 yaşında ve Aslan burcu (anam, babam ve oğlum da Aslan olduğundan arkadaşın ciğerini biliyorum ama duygularıma hakim olmaya (!) çalışacağım). Üst orta gelir grubuna dahil bir ailenin dört numarası, üç ablası var. Babamız sigorta danışmanlığıyla iştigal etmiş, annemiz ev hanımı.
Brady Ailesi ve gelin Gisele
Tüm Brady Ailesi spora çok düşkün olarak tanınıyor. Golf, beyzbol ve futbol (americano) en revaçta sporlar. Ailenin üç büyük kızı çok iyi sporcular olarak (softball) gazetelerde yer almışlar. San Francisco Körfezi çevresindeki çoğunluk gibi onlar da SF 49ers’in ateşli destekleyicileri, Candlestick Park’ta 25 yıl boyunca kombine biletleri olmuş. Tom Brady, daha 4 yaşında, 1981 NFC finalinde Joe Montana’nın “The Catch”ini canlı izlemiş ve Montana’yı idol olarak bellemiş. Çok şaşacak bir şey yok bunda. Eline top değmemiş benim için bile Montana bir efsanedir.
San Francisco 49ers'in dehası Bill Walsh ve sahadaki aklı Joe Montana
Bu arada, sezonluk kart işinin ABD’de ciddi bir konu olduğunu belirtelim. Bizdeki gibi “Takım çok baydı, bu sene almayacam, seneye bakarız” rahatlığı pek yok. Büyük takımların statlarında, hakkından vazgeçersen bir daha sıra gelmesi 15-20 yılı bulabiliyor. Hatta Green Bay Packers takımı, bekleme listesindeki taraftarlarına, sırasını evladına miras bırakma imkanı sağlamış: "Sıraya gir, ömrün kifayet etmezse hakkın çocuğuna geçsin". Pazar’a değil mezara kadar taraftarlık gerçek anlamını burada buluyor.
Dwight Clark - The Catch I (1981 NFC Finali)
Amerikalılar’ın püriten ahlak anlayışı çalışmaya özel bir önem verir, bilirsiniz. Bezirgan kültürleri de “başarı”yı pohpohlar. Spor kültürlerinde de bunun izini görmek mümkün. Jordan ve Kobe Bryant gibi sporcuların yetenekleri yanında, iş disiplinleri, çalışma ve başarma azimleri sürekli vurgulanır. Öte yandan, bizim alışkın olduğumuz popüler spor kültürü, Maradona-Sergen ekseni boyunca üstün yetenekleri aşırı pompalayıp, daha az kabiliyetli ama çalışkan sporcuları fazla yüceltmez. Az yetenekli olanın “görev adamı” nitelemesiyle genelleştirilmesine; bazan “Mehmetçik” lakabı verilerek feda edilebilir olduğunun vurgulanmasına alışmışız. Ama durup düşününce, Ümit Özat’ın 30 yaşından sonra sol bek oynamayı öğrenmesi, Mehmet Okur’un, çok da yetenekli olmamasına karşın çalışma ve sebat sonucu NBA’de ulaştığı düzey, Sergen’in doksana taktığı bir frikikten çok daha hayranlık uyandırıcı olmalı aslında. Çocuk eğitimiyle ilgili şu alttaki paragraf her anne-babaya hamilelik sırasında öğretilse, spor insanlarımız habire yeni Messi ve Jordan’lar aramaz, eğitim, çalışma ve iş disiplinine odaklanır belki:
Çoğu insan, parlak bir zekanın ya da üstün yeteneklerin başarıya giden yoldaki tek anahtar olduğunu düşünür.
Oysa zeka ve yeteneğin fazla vurgulanması, çocuğun zekânın çalışmaktan çok daha önemli olduğuna inanmasına yol açar.
Yetenekle başarmanın, çalışarak başarmaktan daha üstün olduğunu düşünmeye; çalışmayı, hata yapmayı, hatta çaba göstermeyi aşağı görmeye başlar.
Sonra da o zeki ve yetenekli çocuktan geriye, kocaman bir ego ve en ufak bir zorlukla karşılaştığında pes eden bir birey kalır.
Buna karşılık daha “az zeki/yetenekli” diğer çocuklar, sorunları zorlanarak çözmeye daha alışkın olduklarından, hayatın karşılarına çıkardıkları badireleri aşmakta daha başarılı olurlar.
Oysa zeka ve yeteneğin fazla vurgulanması, çocuğun zekânın çalışmaktan çok daha önemli olduğuna inanmasına yol açar.
Yetenekle başarmanın, çalışarak başarmaktan daha üstün olduğunu düşünmeye; çalışmayı, hata yapmayı, hatta çaba göstermeyi aşağı görmeye başlar.
Sonra da o zeki ve yetenekli çocuktan geriye, kocaman bir ego ve en ufak bir zorlukla karşılaştığında pes eden bir birey kalır.
Buna karşılık daha “az zeki/yetenekli” diğer çocuklar, sorunları zorlanarak çözmeye daha alışkın olduklarından, hayatın karşılarına çıkardıkları badireleri aşmakta daha başarılı olurlar.
Thomas Edward Patrick Brady Jr., sporda inat, disiplin ve çalışmanın neler başarabileceğine dair harika bir örnek. Katolik İrlanda kökenli aile, SBS sınavlarından çok sporda ve hayatta başarılı olmaya önem vermiş. Brady bir “natural” değil, hatta spora, hele futbola pek yetenekli değil küçükken. Özellikle bacakları hiç hızlı değil. Okuduğu lise, Barry Bonds gibi beyzbol efsanelerinin yetiştiği yer olduğundan, Brady önceleri beyzbola önem verir ama kalbi hep futboldadır. Kolunun güçlü olması ve el-göz koordinasyonu sayesinde iki sporu da götürür. Lise 1’de, hiç galibiyet alamayan ve sadece 2 TD yapan okul futbol takımında bile QB olarak yer bulamayınca, birçok kişi onun asıl geleceğinin beyzbolda olduğuna ikna olmuş. Brady Lise 2’de asıl QB takımdan ayrıldığı için formayı kaptığını gülerek anlatıyor.
"Beyaz Gölge - Carver High" montunun Brady- Serra High versiyonu
Tom Brady, tabiri caizse lisede “it gibi” çalışan bir sporcu olarak anlatılıyor hala. Kararlı, planlı, hırslı ve çalışkan (iğrenç derecede mükemmel bir karışım). Softball yıldızı ablasını geçmek için bilendiği düşünülebilir, çünkü okulda “Maureen’in oğlan kardeşi” diye bilinirmiş. Brady yazdığı bir kompozisyonda “Bir gün onlar Tom Brady’nin ablaları olarak anılacaklar” diye öngörmüş (iki ablanın arkasında büyüyen yazarınız da “oğlan kardeş” deyiminin insanı nasıl hırslandırabileceğini hissetmekle beraber, ablalarını harçlık sızdırmakta kullanmayı yeğlemiştir). Genç Ergen tantrumlarından birinde annesine “Bir gün herkesin tanıdığı biri olacağım” diye çıkışmış.
"Büyük çocuklarla oynamak istiyorsan, uzun çimlerde oynamayı öğrenmelisin"
"Hamama giren terler" desene ülen, ne edebiyat yapıyosun!!!
"Hamama giren terler" desene ülen, ne edebiyat yapıyosun!!!
Brady 15-16 yaşında, günde 3 antrenman yapan, bacaklarını hızlandırmak ve çabukluk kazanmak için egzersizler icat eden, fit olmak için deli gibi ip atlayan bir çocuk haline gelmiş. İp atlama patternleri lise koçu tarafından antrenman programa alınmış. Bugün bile, ailenin Sierra Dağları’ndaki yazlığından, 50-60 km ötedeki gym’e gidip günlük çalışmasını yapıyor. Katıldığı bir düğün yemeğini “ya antrenman saatim geldi” diye yarıda bırakıp antrenmana gittiği çeşitli kaynaklarda bahsediliyor (bu noktada bir başka “az yetenekli” ama çalışkan sporcu Bülent Korkmaz’ı hatırladım. Bir TV programında Korkmaz'ın eşinden “[Bülent] uyku saati geldiğinde evde misafir bile olsa gider yatar” serzenişini dinlemiştim. Kaptan antrenmana herkesten önce gelip 45-50 dakika ekstra açma/germe çalışması da yaparmış).
Ha bu arada Brady için “yetenekli değildi” dediysem abartılmasın. Okulun beyzbol takımında yer alır, hatta kalburüstü bir “catcher” olarak Montreal Expos tarafından lise draftinde 18. turda seçilir. Beyzbol lise drafti, NBA/NFL kolej draftlarından çok daha düşük öneme ve belirleyiciliğe sahip seçimlerdir ama elemanın kol gücünü göstermesi açısından önemli. Fakat Brady, Montana’nın izinde SF 49’ers’da top oynama hayaliyle yanıp tutuştuğundan Expos’un alt yapısına girmez.
Tom Brady Lise 2’de (yukarıda bahsedilen kısmet sayesinde) okul takımının oyun kurucusu olmayı başarır. Sezon sonunda koçu “bu yaz güçlenmen ve hızlanman gerek” deyince Brady, babasını özel bir kondisyoner ve QB hocası tutmaya ikna eder (“üst orta gelir grubu” burada devreye giriyor). Takımın en iyi oyuncusu olmayı başarır ama hayalindeki okul olan “canımız Trojanımız” USC’ye seçilmeyi başaramaz. Babasının hazırladığı tanıtım kasetleri sayesinde kıtanın diğer ucundaki Univ. of Michigan’a burs bulur ama işe yedinci yedek QB olarak başladığını söyleyelim.
İlk iki yıl oynayamadığı için çok üzüldüğünü, önündeki QB’lerden dolayı yaşadığı endişeyi ise ancak bir spor psikoloğuyla çalışarak atabildiğini biliyoruz (üst orta grup!!). Burada da Amerikan kültürünün rekabeti özendiren tarafı ortaya çıkıyor elbette. İstanbul Üniv. futbol takımının dördüncü yedeğinin, yazın özel futbol dersi aldığını ve yedek kaldığı için terapi gördüğünü duysanız ne yaparsınız? Gülersiniz değil mi? Ben de... Ama onlar gülmüyor, takdir ve teşvik ediyor, çocuk da sonra adam oluyor işte. Neyse, her şey iki taraflı elbette... Rekabeti aşırı teşvik etmenin dünyayı ne hale getirdiğini de görüyoruz.
Tom Brady Lise 2’de (yukarıda bahsedilen kısmet sayesinde) okul takımının oyun kurucusu olmayı başarır. Sezon sonunda koçu “bu yaz güçlenmen ve hızlanman gerek” deyince Brady, babasını özel bir kondisyoner ve QB hocası tutmaya ikna eder (“üst orta gelir grubu” burada devreye giriyor). Takımın en iyi oyuncusu olmayı başarır ama hayalindeki okul olan “canımız Trojanımız” USC’ye seçilmeyi başaramaz. Babasının hazırladığı tanıtım kasetleri sayesinde kıtanın diğer ucundaki Univ. of Michigan’a burs bulur ama işe yedinci yedek QB olarak başladığını söyleyelim.
İlk iki yıl oynayamadığı için çok üzüldüğünü, önündeki QB’lerden dolayı yaşadığı endişeyi ise ancak bir spor psikoloğuyla çalışarak atabildiğini biliyoruz (üst orta grup!!). Burada da Amerikan kültürünün rekabeti özendiren tarafı ortaya çıkıyor elbette. İstanbul Üniv. futbol takımının dördüncü yedeğinin, yazın özel futbol dersi aldığını ve yedek kaldığı için terapi gördüğünü duysanız ne yaparsınız? Gülersiniz değil mi? Ben de... Ama onlar gülmüyor, takdir ve teşvik ediyor, çocuk da sonra adam oluyor işte. Neyse, her şey iki taraflı elbette... Rekabeti aşırı teşvik etmenin dünyayı ne hale getirdiğini de görüyoruz.
Michigan'ın ikna etmeyen QB'i
Michigan’daki 4. yılında (ilk yılında hiç oynamadığı için hala 2 sene top oynama hakkı varken) artık keyifle takımın lideri olmayı uman Brady’nin karşısına bu defa da Drew Henson çıkar. Henson, üniversitenin kurulu olduğu kent Ann Arbor’un doğuştan yetenekli, beyzbol ve futbolda rekorlar kırarak liseyi bitirmiş öz evladıdır. Herkes bu çocuğun Brady’i yerinden edeceğine inanmaktadır. Coach Lloyd Carr da aynı fikirdedir. Brady'nin koç Carr'dan yeterli ilgi ve desteği görmediğini, Henson'un kayırıldığını düşünen babası, Brady’i evlerinin yakınındaki Cal’e (Univ. of California) aldırmayı önerir ama Brady reddeder. QB pozisyonunu Henson ile paylaşmaya başlarlar. Pes etmek nedir bilmeyen, önüne çıkan her zorluk kendisini hırslandırıp güçlendiren Tom daha da çok çalışır. Her rakip defansı analiz eder, kendi savunma hocalarına danışır, stadyum merdivenlerini çıkar iner, çalışır, çalışır.
Takım 1998 ve 1999 sezonlarını iki oyun kurucu ile oynar. İlk çeyreğe Brady başlar, ikinci çeyreğe Henson. Buna rağmen Brady’nin ilk onbir başladığı maçlarda okul 20/25 galibiyet oranıyla oynar. Michigan 1998’de Citrus Bowl’u kazanır. Müthiş bir inanç ve kararlılıkla, takımını geriden getirerek kazandırdığı maçlar yüzünden Tom Brady’nin lakabı “Comeback Kid”e çıkar. Drew Henson ise profesyonel sözleşme imzalar ve yaz aylarını NY Yankees’in alt takımında geçirir. Brady hala çalışmaktadır. Son sezonun ortalarında Brady yerini garantiler ve coşar. Bunun ödülü 1999 Orange Bowl şampiyonluğu olur.
Brady dört yıl boyunca vücudunu, oyun bilgisini, süratini iyileştirir. Fiziki açıklarını kapatacak inat ve kararlılığa bol bol sahiptir. Michigan kışında, sabahın 6’sında tek başına antrenman yapmak için kalkıp stadyuma gider. Kolej koçu Lloyd Carr sonradan Brady için “çalıştırdığım en iyi futbol oyuncusuydu” diyecektir. Takımdaki yerini söke söke aslanın midesinden alır. Ama “yaşam şansı” denen şey de Brady’nin yanındadır. Lisede yarıştığı diğer öğrencinin takımı bırakması gibi Drew Henson da beyzbola yoğunlaşarak kendini denklemden çıkarır.
NFL’e girmek isteyen üniversite oyuncuları için, Draft’ten 2 ay önce “NFL Scouting Combine” denilen oyuncu tanıma kampı düzenlenir. NFL hocaları ve scoutlar, 22-23 yaşındaki hevesli çocukların sprint sürati, sıçrama yüksekliği, “bench press” ağırlığı gibi performans datalarını, boy, kilo, yağ değerlerini alırlar. Çocukların oynadıkları pozisyona göre çeşitli hareketler yaptırırlar ve kim kimden iyi anlamaya çalışırlar. Bu bilgileri de kullanarak draft’te kimi seçeceklerini kararlaştırırlar.
NFL Scouting Combine ve NFL Draft beraber düşünüldüğünde aslında bir büyükbaş hayvan mezatıdır. Davarın sağlıklı ve işe yarar olup olmadığına bakılır, hesap kitap yapılıp ihtiyaçlar belirlenir ve Draft günü inanılmaz pazarlıklarla işe en yarayacak dana seçilir (seçilen her davarın ortalama NFL yaşamı 3.2 yıl sürer).
Bizim Brady’nin dana inceleme raporunda şunlar yazar: “kısa/yavaş/cılız, kolu da güçlü değil” . Draft öncesi gaza gelip 2 veya 3. turda seçilebileceğini düşünen Brady bu raporla çok gerilere düşer. Kendinden önce tam altı QB seçilir. Brady’e en çok koyan ise San Francisco 49ers’in 3. turda seçtiği oyun kurucu Giovanni Carmazzi olur. Canı kadar sevdiği Niners, hem de iyi bir QB’e acil ihtiyaç duymasına karşın Brady’i pas geçip Carmazzi’yi tercih eder. Carmazzi Niners’da ancak sezon öncesi hazırlık maçlarında oynayabilir (hem de Pats/Brady’e karşı), iki sezon sonra da takımdan kesilir. Bugün bir çiftlikte keçi yetiştiriyor. Bizim oğlan ise ancak 6. turda, 199. oyuncu olarak New England Patriots tarafından tercih edilir. Bugün amerikan futbol tarihinin en iyi oyuncularından biri olarak gösterilen Tom Brady, o günün üstünden 10 yıl, 3 SB zaferi ve 2 muhteşem dilber geçtikten sonra bile, draft’ta yaşadığı hayal kırıklığını anlatırken gözyaşlarını tutamıyor...
Tom Brady Patriots'a katıldığında kimsenin tanımadığı tıfıl bir oğlandı. Gelecek yazıda nasıl çiçek açtığına bakacağız...
Takım 1998 ve 1999 sezonlarını iki oyun kurucu ile oynar. İlk çeyreğe Brady başlar, ikinci çeyreğe Henson. Buna rağmen Brady’nin ilk onbir başladığı maçlarda okul 20/25 galibiyet oranıyla oynar. Michigan 1998’de Citrus Bowl’u kazanır. Müthiş bir inanç ve kararlılıkla, takımını geriden getirerek kazandırdığı maçlar yüzünden Tom Brady’nin lakabı “Comeback Kid”e çıkar. Drew Henson ise profesyonel sözleşme imzalar ve yaz aylarını NY Yankees’in alt takımında geçirir. Brady hala çalışmaktadır. Son sezonun ortalarında Brady yerini garantiler ve coşar. Bunun ödülü 1999 Orange Bowl şampiyonluğu olur.
Orange Bowl, 1 Ocak 2000. Hain Michigan, canımız Alabama'mızı 34-31 yenerken
Brady dört yıl boyunca vücudunu, oyun bilgisini, süratini iyileştirir. Fiziki açıklarını kapatacak inat ve kararlılığa bol bol sahiptir. Michigan kışında, sabahın 6’sında tek başına antrenman yapmak için kalkıp stadyuma gider. Kolej koçu Lloyd Carr sonradan Brady için “çalıştırdığım en iyi futbol oyuncusuydu” diyecektir. Takımdaki yerini söke söke aslanın midesinden alır. Ama “yaşam şansı” denen şey de Brady’nin yanındadır. Lisede yarıştığı diğer öğrencinin takımı bırakması gibi Drew Henson da beyzbola yoğunlaşarak kendini denklemden çıkarır.
NFL’e girmek isteyen üniversite oyuncuları için, Draft’ten 2 ay önce “NFL Scouting Combine” denilen oyuncu tanıma kampı düzenlenir. NFL hocaları ve scoutlar, 22-23 yaşındaki hevesli çocukların sprint sürati, sıçrama yüksekliği, “bench press” ağırlığı gibi performans datalarını, boy, kilo, yağ değerlerini alırlar. Çocukların oynadıkları pozisyona göre çeşitli hareketler yaptırırlar ve kim kimden iyi anlamaya çalışırlar. Bu bilgileri de kullanarak draft’te kimi seçeceklerini kararlaştırırlar.
NFL Scouting Combine ve NFL Draft beraber düşünüldüğünde aslında bir büyükbaş hayvan mezatıdır. Davarın sağlıklı ve işe yarar olup olmadığına bakılır, hesap kitap yapılıp ihtiyaçlar belirlenir ve Draft günü inanılmaz pazarlıklarla işe en yarayacak dana seçilir (seçilen her davarın ortalama NFL yaşamı 3.2 yıl sürer).
Bizim Brady’nin dana inceleme raporunda şunlar yazar: “kısa/yavaş/cılız, kolu da güçlü değil” . Draft öncesi gaza gelip 2 veya 3. turda seçilebileceğini düşünen Brady bu raporla çok gerilere düşer. Kendinden önce tam altı QB seçilir. Brady’e en çok koyan ise San Francisco 49ers’in 3. turda seçtiği oyun kurucu Giovanni Carmazzi olur. Canı kadar sevdiği Niners, hem de iyi bir QB’e acil ihtiyaç duymasına karşın Brady’i pas geçip Carmazzi’yi tercih eder. Carmazzi Niners’da ancak sezon öncesi hazırlık maçlarında oynayabilir (hem de Pats/Brady’e karşı), iki sezon sonra da takımdan kesilir. Bugün bir çiftlikte keçi yetiştiriyor. Bizim oğlan ise ancak 6. turda, 199. oyuncu olarak New England Patriots tarafından tercih edilir. Bugün amerikan futbol tarihinin en iyi oyuncularından biri olarak gösterilen Tom Brady, o günün üstünden 10 yıl, 3 SB zaferi ve 2 muhteşem dilber geçtikten sonra bile, draft’ta yaşadığı hayal kırıklığını anlatırken gözyaşlarını tutamıyor...
Tom Brady Patriots'a katıldığında kimsenin tanımadığı tıfıl bir oğlandı. Gelecek yazıda nasıl çiçek açtığına bakacağız...
Devamını merakla bekliyoruz hocam..
YanıtlaSil