Tour de France tescilli adamlar olunca Cennet’in kapıları açıldı. Bedava park imkanı, parkurda arabayla dolaşmak, oraya buraya girip çıkmak dert olmaktan çıkmıştı. Daha Bastia’dan start verilmemişti ama etabın son 10 km’sini arabayla geçip, finişi görmek icin Parata’ya gittik. Fakat son 300mt’de yolu kapatmışlardı. Haliyle biraz bozulduk. Bugüne bugün Tour’un mütemmim cüzü olmuşuz, açın lan yolları!! İnsanoğlu çok acayip. Haline bir şükret di mi? 24 saat önce parya muamelesi görüyordun, şimdi “Neden finişten arabayla geçemiyorum ki?”
All photos by @denizgunsal haliyle
Tekrar şehre dönüp bedava park ettikten sonra yemek yedik ve finişe bizi götürecek teknedeki yerimizi aldık. 25 dakika sonra bir plajda indik. Etraf cayır cayır yanıyordu. Biz sonradan görme Tour VIP’leri havasında, kartlarımızla her yere gireceğimizi zannederken, gerçek VIP’lere ayrılmış salonların önünde durdurulduk. Kartlarda yazdığına göre sadece Village du Tour ve basın odasına girebilirmişiz. Biraz ayıp oldu tabii… Tamam Cristian Prudhomme’un arabasında gitmeyi beklemiyorum ama bok kadar bir mekanda da tıkılı kalamam.
Gidiş teknesi
Tekneden #TDF Finiş Kompleksi
Basın mekanı denen yer, resmen tel örgüyle ayrılmış, iki tane LED TV asılı bir tavuk kümesi. Sonradan fark ettim ki zaten her bir bölüm (finiş, finiş arkası, podyum, VIP kulüpler ve teknik bölüm) tel örgülerle ayrılmış, başlarında güleç ama ciddi güvenlik elemanları duruyor. Kartını kontrol etmeden hiçbir yere almıyorlar. Bizim kartlarda “TELEVISION” ve “Eurosport - Attaché de Presse” yazıyor. Bu nedenle hem TV teknik, hem de basın tarafında gezinebildik. Tavuk kümesleri arasında gezinirken, nasıl oldu bilmiyorum, son 100mt çizgisi hizasında bir boş yer bulduk. Arkamız gölgelik, karşımız dev ekran. Etraftaki herkeste yeşil bileklikler var ve şampanya servisi falan yapılıyor. Özel bir yerde olduğumuz kesin. Üstelik, şimdiye kadar kovulduğumuz kapılardan anladağımız kadarıyla kesinlikle orada olmamamız gerekiyor. Bizde bilezik yok kart var, bu yüzden ellerimizi cebimizde tutarak ortalığa konuşlandık. Deniz tam iki saat bulunduğu noktadan ayrılmadı. Ben onun kadar sebatkar olmadığımdan arada dolaşıp geliyordum. Fransa Turu’nu (ve bilumum Fransız bisiklet yarışlarını) 40 yıldır halka sunan Daniel Mangeas ve çömezi bangır bangır yarışı anlatmaktaydılar. Daniel’in sesi şimdiden çatlamıştı.
Bizi buralara almadılar!!! :-((
Daha önceki bir yazımda da anlattım, yarış seyretmek oldukça
sıkıcı ve zahmetli bir deneyim. Allahtan dev ekranın karşısındaydık da zaman
geçti. Önce 40, sonra 30 km kaldı, ardından 20….15… “Aaa bizim otelin önünden
geçtiler” falan derken Sylvain Chavanel’i önde görünce heyecanlandım. Soran
birine bu etap için Chava’yı favori göstermiştim. Ama olmadı, genç Belçikalı
Jan Bakelants son derece zeki ve cüretli bir atakla yarışı kazandı.
Günsal familya olay mahallinde
Hemen podyumun önüne koştuk. Girmemiz elbette yasak ama Deniz bariyerin yanında yerini aldı. Ben hem klostrofobik (değil de “kalabalıkta daral gelme sendromu” neyse o) olduğumdan, hem de TV’de bin kez seremoni seyrettiğimden, podyum TIR’ının arkasına yöneldim. Bakelants daha nefesi düzelmeden röportaja alınmıştı. Ardından Pierre Rolland, Marcel Kittel ve günün en savaşkan sporcusu seçilen Ag2R’lı tıfıl oğlan geldiler. Podyum kızlarından ikisini beğendim, başka bir tanesi poz verdi, Prudhomme ve Pescheux önümden zart zurt geçtiler. Arkamdaki seksen tane tipten yine hafakanlar basınca iyice arkaya gittim. Kartımın sihrini göstererek sonunda “NON-RIGHTS HOLDER TV” yazan kümese kendimi attım. Bu şu demek: Sen bize para bastırıp yayın haklarını alan France Sport ve NBC gibi ayrıcalıklı değilsin. O nedenle seni şu köşeye attım, önüne atacağım 2-3 parça çiğ eti bekle ve havlama (ama o köşeyi de görmek lazımdı, iti bağlasan durmaz, TIR dorsesinin arkasında 10 m2’lik yer).
Jan Bakelants (RSLT) Sarı Mayo'sunu öperken
Bizim itilmiş kakılmışların mekanında bile olay çıktı. Zaten medyanın, haber almak, görüntü çekmek, iyi açı yakalamak için birbirlerine reva gördüğü muameleyi Gezi Parkı’nda görmedim ben. Yahu siz meslektaşsınız kardeş kardeş oynasanıza evladım? Yok abicim, o onu iter, diğeri omuz koyar geçer (Phil Liggett’in sevgili zevcemi yerlerde sürüklemesine az sonra geleceğim). Bir gerginlik, bir mücadele… Neyse bizim mevzuya geleyim: Yerimi almış sükunet içinde Tour basın sorumlusunun yanımıza getireceği yarışçıyı beklerken, dallamanın biri eliyle beni geri çekip kendi kameramanını önüme geçirmeye kalkıştı. ”Çek elini yüzümden kardeşim!” dedim ama herif belli ki kaşarlı. İki saniye içinde kartımdan şeceremi okudu ve “Senin burada olmaya hakkın yok, kameran nerede?” dedi. “Kameramı, cüzdanımla beraber ananın…” Yok artık!
Avcı hikayelerine dönmesin yazımız. Tabii ki küfür falan
etmedim ama sinirlendim. “Sana ne lan?” anlamında bir şeyler söyledim ve küçük
Nikon’umu gösterdim (bu kısım komik oldu harbiden, benim Nikon ayfondan küçük).
Kameraman daha uysal bir çocukmuş, “Ya ben de Eurosport’un bi şeysiyim
tatsızlık çıkmasın sivuple” anlamında konuştu. “Ben zaten çekim derdinde
değilim, ama arkadaşını zevk için döveceğim” dedim… Bu da yalan elbette. Neyse
olay tatlıya bağlandı, Kittel ve Pierre Roland geldiler, ikişer soru cevaplayıp
gittiler. Asıl ilginç olan şey (elbette ben basınla nasıl ilişki kurulur
bilmediğim için) Tour basın sorumlusuyla kameraman ve gazetecilerin pazarlığı
oldu. Bizim taraf Sarı Mayo’ya soru sormak istedi, PR’cı sadece Beyaz Mayo’yu
getirebilirim dedi. Bağırış çağırış sonunda Yeşil + Puanlı Mayo’nun gelmesi ama
sadece 2 soru sorulmasında anlaştılar. Halbuki TIR’ın diğer tarafında Jan
Bakelants, 20 dakikadır “parayı bastırmış” olanlara röportaj veriyordu. “Money
talks, bullshit walks…
Kittel eziklere röportaj veriyor
Bütün bu tantana bize 45 dakikaya maloldu. Dönüş için ASO, Ajaccio limanına tekne servisi yapacaktı. İskeleye doğru yöneldik ki ortalık mahşer yeri. Tekne seferi 30 dakikada bir yapılacakmış. Lan geri zekalı Cristian, 1000 kişi var orada, 150 kişi alan bir mekik motor kaç sefer yapabilir sence? Karımın kalabalık yarma yeteneğini kullanarak öne kadar geldik ama küfürleri ben duyuyorum milletin önüne geçtikçe, Deniz anlamıyor. Bir de, kadınlar bu ve buna benzer “yaşamsal” addedilen konularda daha mücadeleci ve agresif oluyorlar. Genel kadın yapısından geliyor bence. 1 tekne ve 1000 kişi durumu içgüdüsel olarak “survival mode” tetikliyor olabilir. O noktadan sonra her kadın pars kesiliyor. Kaç teyze beni omuzlayıp geçti, kaç kadın öne geçmek için birbirinin yüzüne bile bakmadan tekmeleşti sayamadım.
Bu hengamede basının gücünü bir kez daha gördüm. Tekneye
binemeyecekleri ortaya çıkan medya üyeleri homurdanmaya başlayınca ASO tekne
sorumluları panikledi. Biraz sonra “5 basından arkadaş alalım” , “12 gazeteci”
falan diye resmen adam seçmeye başladılar. Ben linç tehlikesi nedeniyle kartımı
saklamaya çalışırken basın üyesi kadınlar, olmayan hemcinslerini çekiştirip öne
geçmeye başladılar.
L'Equipe'in ve Fransa'nın en meşhur bisiklet gazetecisi, eski TDF 3.sü
Jean-François Bernard'ı yanımda bulunca dayanamadım:
"Mösyö Bernar, ün foto sivuple?"
Bakmayın kendimi “naif bir dünya vatandaşı” olarak lanse
ettiğime. 12-16 yaşlarım arasını, yemek ziliyle beraber 1200 aç çocuğun depar
attığı, düşenin kaldırılmadığı, hatta bir boğaz eksildiği için sevinilen bir
okulda geçirdim. Ya koşacaksın ya aç kalacaksın! Yemekhaneye ilk varan dört
kişi 4x100 bayrak yarışında GS Lisesi’ni
temsil ederdi. O günlerin yanında gemiye binmek dert değil. Bariyerin arasında,
tekneye gidilen küçücük açıklıktan geçemeyeceğimi anlayınca geri çekildim. Deniz
hala öne gitmeye çalışıyordu. Görevliler artık paniklemiş, tüm basını saymadan
tekneye alıyorlardı. Salak Avrupalı, koca kumsala, sadece 10 mt genişliğinde
bir bariyer koymuş, diğer salak Avrupalılar da, kurala uyma refleksi sonucu
kuzular gibi eziliyordu. Canım Türkiyem’de ahali çoktan ASO’cuları ve kaptanı
dövüp oyun havası eşliğinde yola çıkmış olurdu. Turan taktiğinin mükemmel bir
uygulamasıyla yandan dolanıp bariyerin önüne geçtim. Al sana köhne Bizans, Ah
hah hah haaaa!
Savaş bitmiş, gazeteciler tekneyi işgal etmiş, Ajaccio'ya dönerken
At ve silah tamamdı ama avrat? Hassssss!! Savaşa kadın götürmemek lazım arkadaş. Deniz bariyerin arkasında kalmıştı. Beni görünce karım mini eteğinden beklenmeyecek bir çeviklikle bariyere tırmanmaya başladı. “Survival instinct” galebe çalmış, karım surları fethetmeye başlamıştı. Karımı o halde görünce şoka girdim, tanımazdan gelerek tekneye doğru yürümeye başladım. 5 saniye sonra yanımdaydı. Phil Liggett’le olan macerasını görmediğimi söylemem lazım. Daha sonra, teknede adam yanımızdan geçerken “İşte galiba bu herif beni çok itti Sarpercim!” dedi ama kocalık görevini yapamamış, karısını koruyamamış bir adam olarak utançla önüme baktım.
3 gün boyunca gerek otobüsü ile gerekse kazalarıyla geçen Korsika etaplarından daha zevkliydi sizin akredite maceranız. Keyifle okuduk her ne kadar sizin için pek keyifli olmasa da :)
YanıtlaSilTeşekkürler.