4 Temmuz 2013 Perşembe

Korsika Notları 3. Bölüm: Ajaccio-Calvi (The End)




 Sylvain Chavanel

Ajaccio finişinden sonra şehre inip mutad bar zıplamasını yaptıktan sonra, otelin yanındaki –aynı zamanda TDF sponsoru da olan- Courtepaille restoranına daldık. Arkamızda Katusha ekibi yemek yiyordu (sporcular yoktu). Yorgunluktan ölmüş durumda hesabı ödeyip çıkarken bir başka salonda da Cannondale takımının yemek yediğini gördük. Ben Deniz’e, o da bana baktı ve vazgeçtik. Deniz Sagan’ı görmediği için yanlarına gitmediğini söyledi ama, sanırım, benim gibi hem utandı, hem de o kadar ağır bir efor harcamış çocukları bir de resim/imza kaprisiyle yormak istemedi. Odamıza çıktık, yastığı zor bulduk. 


Contador (#91) ve takım imzaya gidiyor

1 Temmuz Pazartesi sabahı yataktan zor kalkabildik. İkişer Advil ve bol kahveyle ancak kendimize geldik. 10:30 gibi yola çıktığımızda Cannondale otobüsü çoktan gitmişti bile. Arabayı park ettikten sonra akreditasyon kartlarının bize sağladığı avantajla vurduk kendimizi Village’a. Sabah 11:00’de ikram edilen roze şarap, büyük olasılıkla domuzdan salam ve ekmekle kahvaltımızı yaptık. 10 dakika içinde günahın dibine vurmuştuk. İleride bir kalabalık görünce hanımı çeke çeke oraya götürdüm ki ne görelim? Bernard Hinault ve Bertrand Thevenet bir etkinlik bitirmişler ayrılıyorlar. Allah de! 

“Mösyö Hino, karımla bir resminizi alabilir miyim?”
“Vıy biyen sür!”


DG ve Bernard Hinault


“Vıy” diyen ağzını yirim senin!! Deniz’in resmini çektikten sonra B.Thevenet’ye sokulup ona da aynı soruyu sordum. Mösyö Thevenet ve Mösyö Günsal yan yana. KLİK! Çocuk gibi mutluydum. Ünlülerle resim çektirenleri burnu büyük bir edayla eleştirdiğim zamanlar için pişmanım. Bilememişim. Sonsuz zaman yolculuğunda, küçücük bir 20 gün sonunda Fransa Turu’nu kazanmış, 5 saniye içinde seni ve o KLİK’i unutacak bir adamın yanında fotoğraf çektirmek aslında gerçekten umurumda değil. Oturur bütün gece içersin, ya da beraber tekneyle okyanusu geçersin de ortak bir bağın olur, anlarım. Sanırım beni asıl duygulandıran, büyük bir başarının sahibine dokunacak kadar yaklaşmış olmak değildi. Aslında, Thevenet’nin vücudunda bir yerde hala duran o zafere yakın olmaktı önemli olan. O anı dijitalize etmek istiyordum. Biraz sonra Richie Porte’la resim çektirirken de, günümüzün en iyi performans sporcularından birinden ziyade, Paris-Nice zaferi, Col d’Eze ITT’si, yağmur, ter ve acıyla resim çektirmiş olacaktım. 


Bertrand Thévenet ve SG

Şarap ve domuzu affettirmek için “Boutique Officielle du Tour” dan torun torba ve dostlara hediyeler aldıktan sonra, sporcuları görmek için Village’dan ayrıldık (rengi değiştiğinden beri göz koyduğum Yeşil Mayo da çantanın dibinde yerini aldı). Takım otobüslerinin park ettiği, “halk”a kapalı “vatandaş”a açık bölgede Deniz’le dolaşmaya başladık. Yıllar içinde oluşturduğumuz konvansiyona göre birbirimizden ayrılıp gezmemiz gerek. İkimizin de öncelikleri farklı. Amstel Gold’da o 35 dakika RSNT otobüsünün kapısında Cancellara’yı beklemiş, ben ise imza törenini tercih etmiştim. Bu defa ise, ikimiz de önce Cannondale otobüsünü hedef aldık. Ortada sadece SuperSix EVO’lar vardı. Hiçbir kadına bu derece vahşi bir arzuyla bakmamışımdır. “Bike porn” falan diyorlar ya, halt etmişler. “Bike Porn”, SuperSix İmparatorluğu yanında, sınırlı sorumlu bir kooperatif gibi kalıyor. Şehvet, imrenme, ihtiras, yetersizlik arası tuhaf bir duygu halindeydim. Kadroyu, gidonu, aynakolu, jant ve frenleri gözlerimle önce yavaş, sonra sertçe okşuyorum. Yetmiyor ama yapacak bir şey yok… 


SuperSix EVO'nun klasik tarzdaki arka bölümü (#17:Moreno Moser)


OricaGE otobüsü önünde ısınan Stuart O’Grady ve arkadaşlarını seyrettikten sonra Team Sky tarafına geçtik. Pinarello Dogma’lar dizilmiş. Tam o anda Chris Froome otobüsten indi. Deniz direk resim çektirmek için hamle yaptı, Chris son derece nazik, reddetmedi. Eğer bu resmi mahvedersem evliliğimin büyük bir yara alacağını bildiğimden çok gergindim. Kadrajın sağı, solu, üstü ve altını iyice kontrol edip bastım düğmeye. Chris gözlerini kapatmış ama valla benim suçum değil. “Bir de benle çektirsene abi” demeye utandım maalesef. Ama hemen arkadan Richie Porte gelince geçiverdim yanına. Bisikletçilerin, hastalık korkusuyla kimseye dokunmamaya çalıştıklarını bildiğimden gayrı samimi bir poz oldu ama sorun değil. 



Ve ardından resmi geçit başladı kardeşim!! İmza vermeye giden her bisikletçi 10 cm yakınımdan geçtikçe kaç poz resim çektim bilmiyorum. Valverde, Contador, Greipel, Kittel... Kafamı sağdan sola çevirirken Cadel Evans’ı kaçırdım düşünün! Philippe Gilbert ve Bakelants’ın beraber güldükleri öyle bir poz yakaladım ki, karım yolculuğun en iyi resmi seçti (aktarma kablosu evde kaldı!). Dan Martin, Chavanel (anca arkadan yetiştim), Thibaut Pinot, Jerome Pineau, Zı Jensie, Cavendish…. Jeremy  Roy öyle sıkışık bir yerde yanımda kaldı ki eğilsem yanağına bi öpücük konduracağım, öyle severim iti. Ama makinayı yetiştiremedim, geçti gitti güneş kremi kokuları içinde...


A.Valverde


C.VandeVelde ve R.Hesjedal
Saat yaklaştıkça biz de start noktasına doğru ilerledik. Deniz, bir arada bekleyen sporcu grubuna yöneldi, ben arkada kaldım. Power Bar standının yanındaki koltuklarda oturan İspanyol tayfasının orada pozisyon aldım. Valverde, Purito, Moreno ve iki Euskaltelli muhabbetteydiler. Bariyerin arkasında bir teyze yırtına yırtına Valverde’den imza istiyordu, ama bizimki duymazdan geliyordu. Kalemi ve şapkayı alıp götürdüm, imzayı çaktı. “Grasias Alehandro!” (artık ilk adlarımızla hitap ediyoruz, o derece!). Keza bir başkası da Purito’dan imza istedi, “Purito, oğlum, kırma delikanlıyı!” diye ikna ettim. Sporculara habire “Good luck”, “bon şans” falan diyordum. Hepsi teşekkür ettiler ama, bana bakmadan, kim olduğumu görmeden. Yarı robotik bir durumdaydılar. Bir yandan bunları yaşarken, bir yandan da uzaktan kendimi seyrediyordum. “Valverde’ye şapka imzalattım”, “Burada ne işim var?”, “Lan ne şanslısın Sarper” “İnsan şansını kendi yaratır!” Hehehe yok deve! Ölene kadar mutlulukla, gülümseyerek, sevgiyle hatırlayacağım bir 30 dakika geçirdim Ajaccio’nun Miot Meydanı’nda.  



AC/DC’nin şarkılarıyla pelotonu yolcu ettikten sonra arabamıza binip Calvi’ye yola koyulduk. Ama trafik kalabalık olduğundan şehirden ancak bir saatte çıkabildik. Yol 30 km kadar normal gittikten sonra dağlara çıkmaya başladı. Yaklaşık 70 km boyunca sert virajlar ve dik yokuşlardan geçtik. Peloton, bir gün önce aynı yolu ters yönde geçmişti. Bisikletle çıkılması imkansız gözüken yokuşlar ve inanılmaz tehlikeli inişlerden sonra Corte’de yol normalleşti ve finişten yarım saat önce Calvi’ye vardık. Yine de 180 km’yi ancak 3 saatte alabilmiştik. Akşam aynı yolu karanlıkta döneceğim için hafif endişelendim, gerçekten çok zor bir yoldu. 


...Ve gidiyorlar


Calvi’de Ajaccio’daki kadar şanslı değildik. Finişin 50 mt ilerisinde ve kötü bir noktada yer bulabildik. Deniz aslında çok güzel bir açı yakalamıştı ama France TV kamerası gelince oradan kovuldu ve çok bozuldu. 

Açıkçası sprint finişi hiç görmedim. Sagan’ın kazanmadığını da 2 saat sonra öğrendim. Yarışı TV başında değil yerinde izleyince bu tip salaklıklar oluyor bazen. Benim görüş açımdan bakınca, sprint sonunda Sagan ve bir OricaGE sporcusu yanımdan ok gibi geçtiler. Slovenyalılar da çok tezahürat yapınca Sagan kazandı sandım. Daniel Mangeas arkada yırtınıyordu ama onu dinlemeyi bırakmıştım. Deniz ise Sagan’a doğrultmuş kamerayı, Gerrans’ı görmemiş bile. Saatler sonra resimlere bakarken “Simon Gerrans niye podyuma çıktı yaw?” diye kıllandık, sonra twitter’dan teyit ettik ki etabı Gerrans almış. Yuh olsun bize!! 


Bu resme göre kazanan kesin Sagan!!


Finiş sonrası Thomas Voeckler tam önümde durdu. Uzun uzun arkada bir yerlere baktı, bir şeyler söyledi ve gitti. 5 dakika sonra onu yine gördüm ve etrafta söylenenlere artık katılıyorum: Voeckler hiç sempatik biri değil. Etraf onun adını haykıranlarla dolu olmasına karşın kimseyle göz göze gelmiyor, resim çektirmiyor ve ukala bir hava içinde. Biz onu yarışta ve TV’den seyredelim daha iyi. 


Jan Bakelants Ajaccio start öncesi tebrikleri kabul ediyor

Deniz seremoniye koştururken ben podyumu yine pas geçip takım otobüslerinin oraya gittim. İlk etapta çok fena düşmüş Tony Martin’in 15 dakika boyunca kuzu gibi röportaj vermesini seyrettim. O yorgunluk ve ağrılara rağmen gıkı çıkmadan her soruya cevap verdi. Etabı oldukça geriden bitiren Mark Cavendish’in içtiği gazozu gördüm, Peter Velits’in kısa röpünü sindire sindire izledim.  Sojasun’dan Alexis Vuillermoz ile komşularının resimlerini çektim, Jonathan Vaughters’ın toz içindeki takım arabasına “WASH ME” yazışını izledim. Vaughters ona olan ilgimi fark etti, uygun bir pozunu beklediğimi anladı. Ne zaman kamerayı gözüme götürsem eşşoğlusu sırtını döndü; doğru dürüst bir pozunu yakalayamadım. 

Yarıştan sonra tüm sporcular Calvi’den uçakla Nice’e geçeceklerinden (finiş havaalanının hemen yanındaydı), hepsi acilen yakındaki bir binaya giderek duş alıp üstlerini değiştirdiler. O arada podyum törenleri de bitmişti, karımla buluşup arabaya yöneldik. Yarış bittikten 10 dakika sonra bariyerler ve diğer ekipman sökülmeye başlıyor. Müthiş bir süratle çalışsan ASO ekibi sanırım 1 saat içinde kurulu tüm cihazların %90’ını söküp yola çıkmaya hazır hale getiriyorlar. Müthiş bir iş bölümü ve çalışma var. Polisler, güvenlikler hepsi son derece dikkatli ama nazik.  Dirlik ve düzenden sorumlu olanlar ise sert ama ısrarcı değil. Deniz’i aynı noktadan kaç kere kovdular, her seferinde geri geldi. Adamların o kadar çok işi var ki, seninle ikinci bir defa ilgilenecek zamanları yok. Karımın da ne kadar inatçı olduğunu bilmiyorlar.

Tour’u bitiren Günsallar turizme yöneldiler. Calvi’ye gidip eski şehri dolaştık, güzel bir Salon de Thé'de yorgunluk attık, limanda bir barda Fransa Turu şerefine cintonik içtik (dönüş yolunu düşünerek ben kola ve kahveyle devam ettim). O arada "1" numaralı kırmızı Skoda’yı gördüm. "Allah Allah, bu Prudhomme'un arabası yahu?" dememe kalmadı, paşa sol arka koltukta oturmuş bir şeyler okurken gördüm. Biraz sonra Corsica & Sardinia Ferries’e ait bir feribot geldi, sanırım Tour'un direktörü o gemiyle yola çıktı. Tüm Tour'u Korsika'da oradan oraya taşıyan "bateau officiel" Mega Smeralda, finişe 20 km uzaktaki Ile Rousse kasabasından gece 23:00’de hareket edecekti. Tour’un patronu Nice’e biraz daha erken varmayı istiyordu belli ki. Yine de sporcuların uçağıyla gitmediğine şaşırdım. 


Calvi kalesinden "Porte de plaisance" veya marina diyelim 

Korsika Notları burada bitiyor. Son yazı biraz geç oldu, kusura bakmayın. Calvi’den oldukça stresli bir gece yolculuğuyla ancak gece yarısı otele döndük, yorgunluktan bitmiştik. Dünü Ajaccio’yu gezerek, bugünü de plajda götü sererek harcadık. Bu yazı da Akdeniz’e karşı bir şezlongda yazıldı. Umarım iyot ve içtiğimiz “mirthe”in kokusunu alırsınız.

Bisiklet sporunu tüm sevenlere, bizimki gibi bir 3 gün geçirmelerini dilerim.  

3 yorum:

  1. Abi klavyene sağlık. Çok güzel bir yazı dizisi oldu. Gitmiş kadar oldum sayende. Bu kendine has üslubunla bisiklet ile bir kitap bekliyorum senden.

    YanıtlaSil
  2. Kaleminize sağlık. Gidemesek de oraların havasını biraz olsun duyumsadık. Ama ben serinlemek için Limoncelloyu tercih ederim :)

    YanıtlaSil
  3. Oradaymış gibi hissettim.Teşekkürler paylaştığın için.

    YanıtlaSil