Sylvain Chavanel
Ajaccio finişinden sonra şehre inip mutad bar zıplamasını
yaptıktan sonra, otelin yanındaki –aynı zamanda TDF sponsoru da olan-
Courtepaille restoranına daldık. Arkamızda Katusha ekibi yemek yiyordu
(sporcular yoktu). Yorgunluktan ölmüş durumda hesabı ödeyip çıkarken bir başka
salonda da Cannondale takımının yemek yediğini gördük. Ben Deniz’e, o da bana
baktı ve vazgeçtik. Deniz Sagan’ı görmediği için yanlarına gitmediğini söyledi
ama, sanırım, benim gibi hem utandı, hem de o kadar ağır bir efor harcamış
çocukları bir de resim/imza kaprisiyle yormak istemedi. Odamıza çıktık, yastığı
zor bulduk.
Contador (#91) ve takım imzaya gidiyor |
1 Temmuz Pazartesi sabahı yataktan zor kalkabildik. İkişer
Advil ve bol kahveyle ancak kendimize geldik. 10:30 gibi yola çıktığımızda
Cannondale otobüsü çoktan gitmişti bile. Arabayı park ettikten sonra
akreditasyon kartlarının bize sağladığı avantajla vurduk kendimizi Village’a. Sabah
11:00’de ikram edilen roze şarap, büyük olasılıkla domuzdan salam ve ekmekle
kahvaltımızı yaptık. 10 dakika içinde günahın dibine vurmuştuk. İleride bir
kalabalık görünce hanımı çeke çeke oraya götürdüm ki ne görelim? Bernard
Hinault ve Bertrand Thevenet bir etkinlik bitirmişler ayrılıyorlar. Allah de!
“Mösyö Hino, karımla bir resminizi alabilir miyim?”
DG ve Bernard Hinault
“Vıy” diyen ağzını yirim senin!! Deniz’in resmini çektikten sonra B.Thevenet’ye sokulup ona
da aynı soruyu sordum. Mösyö Thevenet ve Mösyö Günsal yan yana. KLİK! Çocuk
gibi mutluydum. Ünlülerle resim çektirenleri burnu büyük bir edayla
eleştirdiğim zamanlar için pişmanım. Bilememişim. Sonsuz zaman yolculuğunda, küçücük bir 20 gün sonunda Fransa Turu’nu kazanmış, 5 saniye içinde seni ve o KLİK’i unutacak
bir adamın yanında fotoğraf çektirmek aslında gerçekten umurumda değil. Oturur bütün gece
içersin, ya da beraber tekneyle okyanusu geçersin de ortak bir bağın olur,
anlarım. Sanırım beni asıl duygulandıran, büyük bir başarının sahibine
dokunacak kadar yaklaşmış olmak değildi. Aslında, Thevenet’nin vücudunda bir
yerde hala duran o zafere yakın olmaktı önemli olan. O anı dijitalize etmek istiyordum. Biraz
sonra Richie Porte’la resim çektirirken de, günümüzün en iyi performans sporcularından
birinden ziyade, Paris-Nice zaferi, Col d’Eze ITT’si, yağmur, ter ve acıyla
resim çektirmiş olacaktım.
Bertrand Thévenet ve SG |
Şarap ve domuzu affettirmek için “Boutique Officielle du Tour”
dan torun torba ve dostlara hediyeler aldıktan sonra, sporcuları görmek için
Village’dan ayrıldık (rengi değiştiğinden beri göz koyduğum Yeşil Mayo da
çantanın dibinde yerini aldı). Takım otobüslerinin park ettiği, “halk”a kapalı
“vatandaş”a açık bölgede Deniz’le dolaşmaya başladık. Yıllar içinde
oluşturduğumuz konvansiyona göre birbirimizden ayrılıp gezmemiz gerek. İkimizin
de öncelikleri farklı. Amstel Gold’da o 35 dakika RSNT otobüsünün kapısında
Cancellara’yı beklemiş, ben ise imza törenini tercih etmiştim. Bu defa ise,
ikimiz de önce Cannondale otobüsünü hedef aldık. Ortada sadece SuperSix EVO’lar
vardı. Hiçbir kadına bu derece vahşi bir arzuyla bakmamışımdır. “Bike porn”
falan diyorlar ya, halt etmişler. “Bike Porn”, SuperSix İmparatorluğu yanında,
sınırlı sorumlu bir kooperatif gibi kalıyor. Şehvet, imrenme, ihtiras, yetersizlik
arası tuhaf bir duygu halindeydim. Kadroyu, gidonu, aynakolu, jant ve frenleri
gözlerimle önce yavaş, sonra sertçe okşuyorum. Yetmiyor ama yapacak bir şey
yok…
SuperSix EVO'nun klasik tarzdaki arka bölümü (#17:Moreno Moser)
OricaGE otobüsü önünde ısınan Stuart O’Grady ve
arkadaşlarını seyrettikten sonra Team Sky tarafına geçtik. Pinarello Dogma’lar
dizilmiş. Tam o anda Chris Froome otobüsten indi. Deniz direk resim çektirmek
için hamle yaptı, Chris son derece nazik, reddetmedi. Eğer bu resmi mahvedersem
evliliğimin büyük bir yara alacağını bildiğimden çok gergindim. Kadrajın sağı,
solu, üstü ve altını iyice kontrol edip bastım düğmeye. Chris gözlerini
kapatmış ama valla benim suçum değil. “Bir de benle çektirsene abi” demeye
utandım maalesef. Ama hemen arkadan Richie Porte gelince geçiverdim yanına.
Bisikletçilerin, hastalık korkusuyla kimseye dokunmamaya çalıştıklarını
bildiğimden gayrı samimi bir poz oldu ama sorun değil.
Ve ardından resmi geçit başladı kardeşim!! İmza vermeye giden her bisikletçi 10 cm yakınımdan geçtikçe kaç poz resim çektim bilmiyorum. Valverde, Contador, Greipel, Kittel... Kafamı sağdan sola çevirirken Cadel Evans’ı kaçırdım düşünün! Philippe Gilbert ve Bakelants’ın beraber güldükleri öyle bir poz yakaladım ki, karım yolculuğun en iyi resmi seçti (aktarma kablosu evde kaldı!). Dan Martin, Chavanel (anca arkadan yetiştim), Thibaut Pinot, Jerome Pineau, Zı Jensie, Cavendish…. Jeremy Roy öyle sıkışık bir yerde yanımda kaldı ki eğilsem yanağına bi öpücük konduracağım, öyle severim iti. Ama makinayı yetiştiremedim, geçti gitti güneş kremi kokuları içinde...
Ve ardından resmi geçit başladı kardeşim!! İmza vermeye giden her bisikletçi 10 cm yakınımdan geçtikçe kaç poz resim çektim bilmiyorum. Valverde, Contador, Greipel, Kittel... Kafamı sağdan sola çevirirken Cadel Evans’ı kaçırdım düşünün! Philippe Gilbert ve Bakelants’ın beraber güldükleri öyle bir poz yakaladım ki, karım yolculuğun en iyi resmi seçti (aktarma kablosu evde kaldı!). Dan Martin, Chavanel (anca arkadan yetiştim), Thibaut Pinot, Jerome Pineau, Zı Jensie, Cavendish…. Jeremy Roy öyle sıkışık bir yerde yanımda kaldı ki eğilsem yanağına bi öpücük konduracağım, öyle severim iti. Ama makinayı yetiştiremedim, geçti gitti güneş kremi kokuları içinde...
Saat yaklaştıkça biz de start noktasına doğru ilerledik.
Deniz, bir arada bekleyen sporcu grubuna yöneldi, ben arkada kaldım.
Power Bar standının yanındaki koltuklarda oturan İspanyol tayfasının orada pozisyon
aldım. Valverde, Purito, Moreno ve iki Euskaltelli muhabbetteydiler. Bariyerin
arkasında bir teyze yırtına yırtına Valverde’den imza istiyordu, ama bizimki duymazdan geliyordu. Kalemi ve şapkayı alıp götürdüm, imzayı çaktı. “Grasias
Alehandro!” (artık ilk adlarımızla hitap ediyoruz, o derece!). Keza bir başkası
da Purito’dan imza istedi, “Purito, oğlum, kırma delikanlıyı!” diye ikna ettim.
Sporculara habire “Good luck”, “bon şans” falan diyordum. Hepsi teşekkür ettiler
ama, bana bakmadan, kim olduğumu görmeden. Yarı robotik bir durumdaydılar. Bir
yandan bunları yaşarken, bir yandan da uzaktan kendimi seyrediyordum. “Valverde’ye
şapka imzalattım”, “Burada ne işim var?”, “Lan ne şanslısın Sarper” “İnsan
şansını kendi yaratır!” Hehehe yok deve! Ölene kadar mutlulukla,
gülümseyerek, sevgiyle hatırlayacağım bir 30 dakika geçirdim Ajaccio’nun Miot
Meydanı’nda.
AC/DC’nin şarkılarıyla pelotonu yolcu ettikten sonra
arabamıza binip Calvi’ye yola koyulduk. Ama trafik kalabalık olduğundan şehirden
ancak bir saatte çıkabildik. Yol 30 km kadar normal gittikten sonra dağlara çıkmaya
başladı. Yaklaşık 70 km boyunca sert virajlar ve dik yokuşlardan geçtik.
Peloton, bir gün önce aynı yolu ters yönde geçmişti. Bisikletle çıkılması
imkansız gözüken yokuşlar ve inanılmaz tehlikeli inişlerden sonra Corte’de yol
normalleşti ve finişten yarım saat önce Calvi’ye vardık. Yine de 180 km’yi
ancak 3 saatte alabilmiştik. Akşam aynı yolu karanlıkta döneceğim için hafif
endişelendim, gerçekten çok zor bir yoldu.
...Ve gidiyorlar |
Calvi’de Ajaccio’daki kadar şanslı değildik. Finişin 50 mt ilerisinde
ve kötü bir noktada yer bulabildik. Deniz aslında çok güzel bir açı yakalamıştı
ama France TV kamerası gelince oradan kovuldu ve çok bozuldu.
Açıkçası sprint
finişi hiç görmedim. Sagan’ın kazanmadığını da 2 saat sonra öğrendim. Yarışı TV
başında değil yerinde izleyince bu tip salaklıklar oluyor bazen. Benim görüş
açımdan bakınca, sprint sonunda Sagan ve bir OricaGE sporcusu yanımdan ok gibi
geçtiler. Slovenyalılar da çok tezahürat yapınca Sagan kazandı sandım. Daniel Mangeas arkada yırtınıyordu ama onu dinlemeyi bırakmıştım. Deniz ise Sagan’a
doğrultmuş kamerayı, Gerrans’ı görmemiş bile. Saatler sonra resimlere bakarken
“Simon Gerrans niye podyuma çıktı yaw?” diye kıllandık, sonra twitter’dan teyit
ettik ki etabı Gerrans almış. Yuh olsun bize!!
Bu resme göre kazanan kesin Sagan!!
Finiş sonrası Thomas Voeckler tam önümde durdu. Uzun uzun
arkada bir yerlere baktı, bir şeyler söyledi ve gitti. 5 dakika sonra onu yine
gördüm ve etrafta söylenenlere artık katılıyorum: Voeckler hiç sempatik biri
değil. Etraf onun adını haykıranlarla dolu olmasına karşın kimseyle göz göze gelmiyor, resim çektirmiyor ve ukala bir hava içinde.
Biz onu yarışta ve TV’den seyredelim daha iyi.
Jan Bakelants Ajaccio start öncesi tebrikleri kabul ediyor |
Deniz seremoniye koştururken ben podyumu yine pas geçip
takım otobüslerinin oraya gittim. İlk etapta çok fena düşmüş Tony Martin’in 15
dakika boyunca kuzu gibi röportaj vermesini seyrettim. O yorgunluk ve ağrılara
rağmen gıkı çıkmadan her soruya cevap verdi. Etabı oldukça geriden bitiren Mark
Cavendish’in içtiği gazozu gördüm, Peter Velits’in kısa röpünü sindire sindire
izledim. Sojasun’dan Alexis Vuillermoz ile komşularının resimlerini çektim, Jonathan Vaughters’ın toz içindeki
takım arabasına “WASH ME” yazışını izledim. Vaughters ona olan ilgimi fark
etti, uygun bir pozunu beklediğimi anladı. Ne zaman kamerayı gözüme götürsem eşşoğlusu sırtını döndü; doğru dürüst bir pozunu yakalayamadım.
Yarıştan sonra tüm sporcular Calvi’den uçakla Nice’e
geçeceklerinden (finiş havaalanının hemen yanındaydı), hepsi acilen yakındaki
bir binaya giderek duş alıp üstlerini değiştirdiler. O arada podyum törenleri
de bitmişti, karımla buluşup arabaya yöneldik. Yarış bittikten 10 dakika sonra bariyerler
ve diğer ekipman sökülmeye başlıyor. Müthiş bir süratle çalışsan ASO ekibi
sanırım 1 saat içinde kurulu tüm cihazların %90’ını söküp yola çıkmaya hazır
hale getiriyorlar. Müthiş bir iş bölümü ve çalışma var. Polisler, güvenlikler
hepsi son derece dikkatli ama nazik. Dirlik
ve düzenden sorumlu olanlar ise sert ama ısrarcı değil. Deniz’i aynı noktadan
kaç kere kovdular, her seferinde geri geldi. Adamların o kadar çok işi var ki,
seninle ikinci bir defa ilgilenecek zamanları yok. Karımın da ne kadar inatçı olduğunu bilmiyorlar.
Tour’u bitiren Günsallar turizme yöneldiler. Calvi’ye gidip
eski şehri dolaştık, güzel bir Salon de Thé'de yorgunluk attık, limanda bir barda Fransa Turu şerefine cintonik içtik (dönüş yolunu düşünerek ben kola ve kahveyle devam ettim). O arada "1" numaralı kırmızı Skoda’yı gördüm. "Allah Allah, bu Prudhomme'un arabası yahu?" dememe kalmadı, paşa sol arka koltukta oturmuş bir şeyler okurken gördüm. Biraz sonra
Corsica & Sardinia Ferries’e ait bir feribot geldi, sanırım Tour'un direktörü o gemiyle
yola çıktı. Tüm Tour'u Korsika'da oradan oraya taşıyan "bateau officiel" Mega Smeralda, finişe 20 km uzaktaki Ile Rousse kasabasından gece
23:00’de hareket edecekti. Tour’un patronu Nice’e biraz daha erken varmayı
istiyordu belli ki. Yine de sporcuların uçağıyla gitmediğine şaşırdım.
Calvi kalesinden "Porte de plaisance" veya marina diyelim
Korsika Notları burada bitiyor. Son yazı biraz geç oldu,
kusura bakmayın. Calvi’den oldukça stresli bir gece yolculuğuyla ancak gece
yarısı otele döndük, yorgunluktan bitmiştik. Dünü Ajaccio’yu gezerek, bugünü de
plajda götü sererek harcadık. Bu yazı da Akdeniz’e karşı bir şezlongda yazıldı.
Umarım iyot ve içtiğimiz “mirthe”in kokusunu alırsınız.
Bisiklet sporunu tüm sevenlere, bizimki gibi bir 3 gün
geçirmelerini dilerim.
Abi klavyene sağlık. Çok güzel bir yazı dizisi oldu. Gitmiş kadar oldum sayende. Bu kendine has üslubunla bisiklet ile bir kitap bekliyorum senden.
YanıtlaSilKaleminize sağlık. Gidemesek de oraların havasını biraz olsun duyumsadık. Ama ben serinlemek için Limoncelloyu tercih ederim :)
YanıtlaSilOradaymış gibi hissettim.Teşekkürler paylaştığın için.
YanıtlaSil