Amerika Birleşik Devletleri adlı dev ve güçlü ülkenin hayatımızda ne kadar büyük bir yer kapladığını söylemeye gerek var mıdır bilmiyorum. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'na bitirici müdahaleleri yaparak dünya düzeninin kurulmasında birinci dereceden etkili olmuştur. Milli parası olan dolar tüm dünya için rezerv paradır. Internet'i icat eden ülkedir ve teknoloji firmalarının hemen hemen hepsi orada bulunmaktadır. Dünyanın en iyi ve etkin üniversitelerinin çoğuna sahiptir. En festivalci kişinin bile seyrettiği filmlerin yarısı Hollywood yapımıdır. En İngiliz rock grubunun bile biyografisine bakarsanız ABD'ye yerleşmiş olduğunu görürsünüz, çünkü bir noktada ABD sizi mıknatıs gibi kendine çeker.
Genelde büyük bir sorun olmayan birşeyden bahsediyorum, zira ABD kültürünü ister istemez özümsediğimiz için rastladığımız şeyler bize yabancı gelmez; ta ki beyzbola gelene kadar: Sporda da dominanttır ABD; pek ilgilenmedikleri futbolda bile düzenli olarak dünya kupasına katılabilecek kadar potansiyelleri bünyede mevcuttur. Aralarında "soccer"ın yer almadığı 3 dev sporundan NBA'i "yok artık löbron ceyms" düzeyinde bünyemize kattığımız gibi, NFL gibi görece yabancı bir sporun bile hatırı sayılır takipçisi ve bilgi birikimi vardır.
Gelgelelim, ABD ile kurulan tüm etkileşim ister istemez bir noktada beyzbola çarpar. Bildiğimiz hiç bir şeye benzemeyen garip bir spordur. Golün nasıl atıldığı, skorun nasıl yapıldığı hakkında bile pek fikrimiz yoktur. Tek aşina olduğumuz öğesi, otomobillerimizin bagajında ruhsat gerektirmeyen silah olarak bulundurduğumuz beyzbol sopasıdır.
|
Japonya'ya transfer olan bir ABD'linin (Tom Selleck) hikayesini anlatan 1992 yapımı film
|
MLB'nin (Major League Baseball) TV reytingi, ortalama seyirci gibi ölçümlerde NFL'in ardından ikinci sırada gelse de, ABD'de doğan sıradan bir çocuğun ilk günden aşina olduğu, kendine ait bir dili olan ve "büyüklerin oynadığı çocuk oyunu" diye nitelendirilen bir spordur. "National pastime" da denir, yani ulusal vakit geçirme aktivitesidir. Amerikan Futbolunda bir maça 80 ila 100 bin kişi gider. MLB'de bu sayı 30-40 bindir ama bir sezonda NFL'in 16 maçına karşılık MLB'de 162 maç vardır. Dolayısıyla beyzbol maçı seyretmek toplamda en çok insanı bir araya getiren aktivitedir. Belki de o yüzden kısaca "ball game" denir.
Beyzbol ile alakalı deyimler günlük dile yerleşmiştir, dolayısıyla ABD ile etkileşime geçen herkes bu deyimlere bir noktada takılacaktır. İşbu yazı beyzboldan nasibini almamış faniler için yazılmıştır. Birçok kuralı, inceliği ve jargonu olan kompleks bir spordur beyzbol. Şansımız ise oyunu bir bütün veya süreç olarak anlatmak zorunda olmamamızdır; filmlerde ve günlük konuşmalarda geçtiği kadarını kesik kesik anlatma şansına sahibiz. Türkçe karşılık da önermekle beraber, esas amacımız altyazı ve dublaj işinin kısıtları bağlamındaki ustalığa olanak sağlayabilecek kadar işin ruhunu aktarmak olacaktır.
Oyun Sahası
Oyun sahalarına "ballpark", "field" veya "stadium" denir. Aşağıdaki haritada da görebileceğimiz gibi MLB sahalarının isimlerinden 12 tanesi park, 11 tanesi field, 5 tanesi ise stadium kelimesi ile bitmektedir.
Oyun sahalarının boyutları ile ilgili kurallar esnektir, dolayısıyla her saha bazen maç içi taktikleri değiştirebilecek kadar birbirinden farklıdır. "Ballpark estimate" bir sayısal değer hakkında göz kararı ile yapılan hızlı tahminler için söylenen bir deyimdir.
Beyzbol sahalarının toplam boyutunu göre küçük bir alan kaplasa da, aksiyonun çoğunun döndüğü "infield" kısmı vardır. "Base"ler burada bulunur. Bu kısma şekil benzerliğinden ötürü "diamond" denir. Diamond'ın ötesindeki devasa araziye ise "outfield" denir. Outfield genelde çim olmasına rağmen, tribün ile sahayı ayıran duvarlara yakın koşu pistine benzer bir "warning track" konumlandırılır. Sebebi de şudur: Havadaki topu yakalamak için gözünü topa sabitlemiş geri geri koşan "outfielder" tabir edilen kişi, çimden tartan piste geçtiğini ayaklarıyla hisseder ve böylece duvara yaklaştığını anlayarak hareketini yavaşlatır. Aksi olsa aniden duvara çarpıp zarar görebilir.
|
Coors Field, Denver
|
En pahalı tribünler infield'a en yakın olanlar olsa da, en şanlıları sahaya en uzak, güneşin tepeye indiği, koltukların konforsuz olduğu, "açık tribün" olarak çevirilebilecek "bleachers"dır. Elbette en ateşli taraftarlar bu kesimde bulunur, bol bira tüketir, sahaya yabancı madde atabilirler.
Skorlar, İstatistikler
Dünyada beyzbol kadar düzenli kaydı tutulan başka bir spor dalı, ve muhtemelen başka bir olay olmayabilir. 1870'lerden yapılan her maç, ayrı ayrı oyuncuların ne yaptığı sayısal olarak kayıt altına alınmıştır. Oyunun yapısı da sayısallaştırmaya çok müsaittir; bu açıdan bizim futbol ile taban tabana zıttır.
Yine de bir maçın skoru aynı futbol gibi bir takımın diğerinden daha çok skor alıp kazanmasıyla oluşur. Gelgelelim nuh neb-i zamanından kalma skorbord görüntüsü kafaları karıştırabilir. Tablodaki en önemli kolon R, yani "run" futboldaki gole denk gelir. Diğer H=hit, E ise Error anlamına gelir. Bunların anlamını bilmenin çok da önemli olmadığını düşünüyorum.
|
Chicago Cubs'ın (CHC) 108 sene sonra şampiyon olduğu maçın skorbordu |
Beyzbolun zaman sınırı olmayan tek yaygın spor olduğu söylenir. Zaman olarak sınırı olmasa bile, maç 9 "inning" üzerinden oynanır. Yukarıda gördüğünüz skorbordaki rakamdan oluşan kolonlar her inning için yapılan run'ları gösterir.
Her inning'de takımlar birer kere sahaya çıkarlar. Skorborddaki şekliyle "top of the inning"de deplasman takımı hücum eder. "bottom of the inning"de ise evsahibi takım hücum eder. "Middle of the inning" ise hücumun değişme anıdır ve seyirci olarak o sırada tuvalete gidilebilir veya bira tazelenebilir.
Evsahibi takımın "bottom"da hücum etmesi, maçın sonunda gerideyse rakibini yakalamak veya yenmek için son bir şansı olduğu anlamına gelir. Eğer bottom of the 9th'da maçı kazandıracak vuruş yapılırsa buna "walk off" denir; zira maç o anda biter ve takımlar sahadan ayrılırlar.
Eğer 9 inning sonunda skor berabereyse maç uzar. Yukarıdaki skorbordda maçın uzandığı için 10 inning oynandığını görebilirsiniz. MLB'de rekor 27 inning'dir; bir futbol maçının 270 dakika sürdüğünü düşünün...
Mid 7th ise beyzbol maçının bir nevi devre arasıdır. 7th inning stretch denir. Genelde bu boşlukta taraftarlar "Take me out to the ball game" adlı çok eski ve naif şarkıyı hep bir ağızdan söylerler:
"Take me out to the ball game,
Take me out with the crowd;
Buy me some peanuts and Cracker Jack,
I don't care if I never get back.
Let me root, root, root for the Cubbies,
If they don't win, it's a shame.
For it's one, two, three strikes, you're out,
At the old ball game."
Peki skora neden run denir? Yukarıda diamond olarak bahsettiğimiz alanda 4 tane "base" vardır. Bunlar home, 1st, 2nd ve 3rd olarak isimlendirilirler. Home adı verilen base'de topa sopayla vurulur. Vuran oyuncu sırası ile 1st, 2nd, 3rd baseleri koşarak geçip tekrar home'a, yani başlangıç noktasına ulaşırsa skor, yani "run" yapmış olur. Run "koşu" diye mi çevirilmeli, bilemiyorum. Gol diye çevirmek de garip olur. Base'i "üs" ile çevirmek doğru olsa da, genelde "kale" diye çevirilir ve bence bu hiç de fena değildir. Ancak oyunun Türkçe adı "beyzbol" olduğuna göre "beyz" diye çevirilmesi de düşünülebilir.
Beyzbolun en şanlı hareketi "home run"dır. Yani vurucunun sopasıyla vurduğu topu saha dışına çıkmasıdır. Diğer türlü base'ler arası koşunun son derece hızlı yapılması gerekirken, top saha dışına çıkarsa tekrar geri dönemeyeceği için base'ler arası yavaş yavaş koşularak run, yani skor yapılabilir.
Bir oyunda base'lerde adam olabilir. Home run yapıldığında her base'deki adam run yapar. Bunun en ekstrem örneği her base'in dolu olmasıyla bir anda 4 run yapılabilmesidir. "Grand slam" diye adlandırılır ve de maksimum şerefli durumdur.
Beyzbol Ligleri ve Sezonu
Beyzbolda en büyük lig Major League Baseball, veya kısaca MLB'dir. Bizdeki futbol ligleri gibi piramit stili küme düşmeli lig ABD'nde bulunmaz. Yerel düzeyde "minor league"ler bulunur ve minor takımlar ufak istisnaları dışında major takımların altyapısı görevini görür. Oyuncular minor takımdan major takıma "promote" olurlar, bazen de minor takıma gerisin geri "demote" olurlar; gurur kırıcıdır. Major takımların tesis ve benzeri olanakları normal olarak müthiş iken, filmlerde minor takımların olanaksızlıkları genelde abartılır.
Beyzbol sezonu Mart ayında takımların toplanarak "spring training" yapması ile başlar. Bu dönemde antrenmanlarda kadro çok fazla kişiden oluşurken, zamanla işe yaramayacak oyuncular minor takımlara demote edilirler. Kaşar oyuncular bu antrenmanlara birkaç gün geç katılmayı karizmatik kabul ederler.
Nisan ayında sezon başlar ve Eylül sonuna kadar devam eder. Bir sezonda 162 maç oynanır. 1962'den önce ise 154 maç oynanıyormuş; bu bilgi eski filmler için önemli olabilir. Ortalama olarak haftada 6 maç oynanır. Maçlar genelde 3 maçlık seriler halinde oynanır. Örneğin Los Angeles Dodgers takımı uçakla New York'a gelir ve NY Mets takımıyla 3 tane ardarda maç yapar. Buna "serie" denir. Şüphesiz seyahatleri azaltmak için bu tarz bir fikstür yapımına gidilmiştir. Diğer yandan ileride göreceğimiz "starting pitcher" farkını azaltmak için yapılır. Her maç elbette 1 maçtr, ama gayriresmi olarak bu seriler de kendi içinde rekabet oluşturur. Örneğin 3 maçın hepsini kazanan takım "sweep" (süpürmek olarak dilimize geçmiştir) veya "series whitewash" yapmış olur.
Beyzbol diğer sporlarla karşılaştırıldığında tek maç bağlamında fiziksel olarak görece daha az zorlayıcı olduğundan hemen her gün maç oynanır. Bazen yağmur gibi sebeplerden dolayı maçlar ertelenir ve uygun boş gün bulunamadığında aynı güne iki maç organize edilebilir. Buna "doubleheader" denir. Chicago Cubs efsanesi Ernie Banks "Let's play two!" diyerek beyzbolu ne kadar çok sevdiğini ve mümkünse günde 2 maç oynamak istediğini belirtmiştir.
|
"It's a great day for a ball game; let's play two" |
162 maçlık "regular season" sonrası "postseason"a, veya diğer adıyla playoff'a geçilir. Şampiyonun illa sezon sonundaki eliminasyonlu turnuvayla belirlenmesi ABD sporlarında standarttır. Şampiyonu belirleyen final maçlarına "World Series" denir. ABD'lilerin hemen her sporda kendi şampiyonlarını "dünya şampiyonu" olarak nitelendirmesi ayrı bir yazı ve hatta kitap konusu olabilir.
Bu aşamada MLB liginin aslında 1800'lerde kurulmuş olan American League (AL) ile National League (NL) organizasyonlarının birleşmesinden oluştuğunu söylemek lazım. World Series maçları da AL ile NL şampiyonları arasında oynanır. Günümüzde iki lig arasında organizasyonel olarak fazla fark olmasa da, AL ve NL takımları kendi içlerinde daha çok maç yaparlar ve yerel rekabet daha fazladır. AL ile NL'in kendi içindeki şampiyonluk yarışına "pennant" denir. Son yıllarda AL ve NL de kendi içinde "division"lara ayrılmıştır ve division içindeki birincilik yarışlarına da bazen abartılarak "pennant" denildiği vakidir.
Ardarda çok şampiyon olan takımlar "dynasty" diye isimlendirilirler. Takımların camialarına da "nation" dendiği olur; Örneğin "Red Sox Nation" dendiğinde Boston Red Sox camiası kastedilir. Şu aşamada belirtmek isterim ki, yazıda geçen deyimlerin bazıları başka sporlarda da kullanılır, ama beyzbolun eskiliğinden dolayı ilk oradan türemiş olduğunu güvenle varsayabiliriz.
Kişiler
Beyzbol takımı 9 kişiden oluşur. En önemli pozisyon olan pittcher (P) ,topu eline atıp fırlatarak aksiyonu başlatan adamdır. Pitcher tüm vurucularla tek tek ilgilendiği için en çok yorulan pozisyondur. Amacı karşısında sopayla dikilen rakip takım oyuncusunun topa vuramamasını veya en kötü vurmasını temin etmektir. "Starting pitcher"lar 5 günde bir maç yaparlar. Ama onlar da maçın tamamını genelde bitirmezler; eğer olur da bitirirlerse bu duruma "complete game" denir ve hayli prestijli bir istatistiktir. Maçlara sonradan giren atıcılara "relief pitcher" denir. Bunlardan en ünlüsü takım az farkla öndeyken maçı bitirmek için son atışları yapan "closer"lardır. Closer batırmadan takımını sağsalim galibiyete taşırsa "save" yapmış olur.
|
Pitcher |
Pitcher topu catcher'a (C) doğru fırlatır. Catcher üzeri bol ekipmanlı ve -çok afedersiniz- alaturka tuvalette sıçma pozisyonunda durarak topu bekleyen adamdır. 90 mil, yani yaklaşık 150 km/s hızla gelen toplarla muhatap oldukları için üstü bir sürü koruyucu ekipmanla kaplıdır. Bu ekipmanlara "tools of ignorance" denir. Bu deyimin ilk nereden çıktığı kesin olmasa da, hem yüksek zeka gerektiren (bkz. sinyalizasyon) ama diğer yandan da tehlikeye razı olacak kadar salak olmayı gerektiren bir pozisyon için ironik anlamı vardır.
|
Catcher. Arkasındaki ise umpire, yani hakem |
Daha önce belirttiğimiz gibi sahada 4 adet base vardır. Her base'in bir savunucusu vardır, bunlara 1st baseman (1B), 2nd baseman (2B) ve 3rd baseman (3B) adları verilir. Catcher ise home base'i savunur. Base'in tam olması gereken çevrimi "üs" olsa da, genelde kale diye çevirilir. Ben de bu çeviriyi anlaşılabilirliği açısından destekliyorum. Bu pozisyonların hepsinin kendine özgü özellikleri olsa da, yazımız için o kadar ayrıntıya gerek yoktur. Tek bilinmesi gereken ayrıntı "birinci kaleci"nin solak olması gerektiği olabilir. Şu ana kadar bahsettiğimiz 4 adama bir de "shortstop"u da (SS) eklemek gerekir. Nasıl çevirileceğini vallahi bilemiyorum ama (çok kasmadan aynen şortstop dense olur bence) ikinci kaleci ile yakın oynarlar. Pozisyonu sopayla vurulan topun en çok yöneldiği boşluktur, o yüzden böyle bir pozisyona ihtiyaç duyulmuştur. Catcher hariç 4 kişiye toplu olarak "infielder" denir. Catcher ile pitcher'a ise "battery" denir.
Bir de oldukça büyük olan sahanın sol, orta ve sağ dışında oynayan "outfielder"lar vardır. Bunlara da sırasıyla "left fielder (LF)", "center fielder (CF)" ve "right fielder (RF)" adı verilir. En havalı top yakalayışları bu adamlar yaparlar. CF savunma anlamında aralarındaki en hızlı ve en yeteneklisidir. En yeteneksizi sağ taraftaki RF'dir, çünkü top oraya görece daha az gelir ve genellikle iyi vurucu (batter) ve kötü savunmacı iseniz takıma fazla zarar vermeyin diye sizi oraya atarlar.
Şu ana kadar anlattığımız tüm pozisyonlar savunma pozisyonlarıdır. Yani topa vurdurmayarak, veya vurulan topu yakalayarak karşı takıma "run" yaptırmamaya çalışırlar. Savunmacıların sol elinde beyzbol eldiveni (glove) vardır ve topu o eldivenle yakalarlar ve çıplak elleriyle de fırlatırlar.
Hücum takımında ise elinde sopayla (bat) topa vurmaya çalışan batter'lar vardır. Yukarıda bahsettiğimiz her oyuncu hücumda batter'dır. Bu adamlar sırayla topa vurmak için sahaya çıkarlar, ki bu sıraya "batting order" denir ve maç başlamadan önce belirlenir. 3ncü ve 4ncü sıralar en prestijli sıralardır. Nedenlerine girmiyoruz.
Oyunun herhangi bir anında sahaya yayılmış 9 savunmacı varken, genelde elinde sopasıyla tek hücumcu yer alır. Ancak topa başarıyla vurursa "runner" ünvanını kazanır ve 3 base'den birinde bulunur. Basit matematik hesapla sahanın en kalabalık halinde, yani her base'de runner bulunması halinde 9 + 4 = 13 tane oyuncu sahada yer alır. Bu duruma "bases loaded" denir.
|
"Bases loaded" adlı "board game" |
Sahada 15 oyuncu yer almış gibi gözüken ve bilmeyen için kafa karıştırıcı gözüken bir durum da vardır. Şöyle ki, oyuncular dışında koçlar da oyuncular gibi forma giyerler ve hatta numaraları vardır. Dahası 1st base coach ve 3rd base coach adı verilen, hücum takımında yer alan ve oyuncu gibi sahada bulunan iki kişi daha vardır. TV'de seyrederken "bu yaşlı adam nasıl hala oynayabiliyor?" diye düşündürür. Yedek kulübesinde (dugout) duran koçların ve koçların başı olan "manager"ın da üzerinde forma vardır. Şaşırmayınız.
"Infield" kısmına yakın olan normal yedek kulübesi "dugout" dışında, "outfield" kısmında yer alan ve "relief pitcher"ların ısındığı "bullpen" denen bir yer daha vardır. Dugout ile bullpen arasındaki haberleşme telefon ile sağlanır. Telefonla konuşan kişiler dugout tarafında "pitching coach", bullpen tarafında ise "bullpen coach"dur.
Sahada 4 tane de umpire, yani hakem bulunur. Her base'de bir tane vardır ama en önemlisi home base'dekidir, zira her atışın isabet durumunu belirten garip hareketler yapar (tafsilat birazdan). Konumu gereği birçok koruyucu da takar bu abi. En çok onun kararları tartışılır ve bazen manager adlı yaşlı başkoç kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle "dugout"undan koşarak çıkıp bu şahısla tartışmaya gelir ve burun buruna verip karşılıklı bağrışabilir.
|
Covid-19 zamanı denemeyiniz |
MLB'nin NL ve AL diye iki ligden oluştuğunu belirtmiştik. NL'de pitcherlar da sırası geldiğinde elllerine sopayı alıp topa vurmak üzere home base'de dikilirler. Pitcher'lar çok ender istisnalar dışında oldukça kötü batter'lardır, o yüzden batting order'de 9ncu yani son sırada yer alırlar. AL'de ise pitcher'lar topa vurmazlar, onun yerine kadroda designated hitter (DH) pozisyonunda biri vardır. Bu adam sadece sırası geldiğinde topa vurur ve savunmada yer almaz. Savunması (fielding) kötü olup batting'i iyi olan oyuncular bu pozisyona konulduğu gibi, çevikliğini yitirmiş ama kas gücünü kaybetmemiş ihtiyarların da bu pozisyonda değerlendirildiği olur. DH senelerdir bitmek bilmez tartışma konusudur, örneğin NL taraftarları designated hitter'ın delikanlı işi olmadığını söylerler
Pitch (Atış)
Bu kadar lakırdıdan sonra artık oyunun aksiyonlarına geçebiliriz. Beyzbol kesik kesik bir sürü oyunlardan oluşur. Her oyun "mound" adı verilen, "diamond"'un, yani "base"lerin ortasında bulunan hafif yüksek tepecikte konumlanmış pitcher adlı kişinin topu catcher'a fırlatmasıyla başlar. Catcher home base'in arkasına konumlanmıştır. Arada ise elindeki sopa, yani bat ile topa vurmaya çalışacak olan batter bulunur. Bu bölümde batter'ın topa vuramadığını varsayacağız.
Atılan top home base'i gösteren beyaz yastığımsı yerin genişliğinde, batter'ın omzu ile dizleri arasındaki mesafe yüksekliğindeki sanal alandan geçmek zorundadır. Eğer oradan geçerse "strike" gibi kolay bir kelime ile nitelendirilirken, eğer bu alandan geçmezse "ball" denir. Ball kelimesini bu bağlamda "ıska" diye çevirmek doğru olacaktır. Aksi halde "top" diye çevirilirse oldukça kafa karıştırıcı olacağı garantidir.
"Ball" ve "strike"ları "home base umpire" adlı hakem gözleriyle bakarak belirler ve maçın en kritik kararıdır. Filmlerde, özellikle toprak sahada oynanan mahalle maçıysa oradaki kişi kahramanımıza pislik yapar. Eğer strike olursa bu hakem yana doğru dönerek bizim "nah" hareketi benzeri bir hareket yapar. Ball durumunda ise hareketsiz kalır.
|
"Strike!" |
Pitcher isabetli atışlar yaparak batter'ı oyun dışı bırakmaya çalışır. "3 strikes" ile batter oyun dışı kalır. Buna "strike out" denir. Alaycı olarak topun batter'ın yanından hızla geçerek serinletmesi kastedilerek "fanned" da denebilir.
"Three strikes" yaklaşık olarak bizdeki "Allahın hakkı üçtür" anlamında kullanılır. Örneğin içinde bulunduğum yazılım sektöründe "three strikes and you automate" diye bir deyim vardır. Bir kodu bir kere yazarsınız, aynısını ikinci defa yazarsınız, ama üçüncü kere yazmak gerekirse artık "ben bunu her seferinde yazmak yerine otomatize etmeliyim" diye düşünürsünüz.
Eğer pitcher 4 kere ball atarsa bu sefer "base on balls" olur, yani batter topa vurmasına gerek kalmadan first base'e doğru yürür. Bu durumun daha popüler tabiri ise "walk"dur.
Atışlar yapıldıkça ball ve strike "count"ları tutulur. Eğer 3-2 ise yani 3 adet ball, 2 adet strike var ise bu duruma "full count" denir. Hem pitcher hem de batter için stresli durumdur ve dolayısıyla özel deyimi hakeder.
Pitcher'ın fırlattığı top battter'a çarparsa bunun resmi adı "hit by pitch"dir. Gayriresmi ve popüler adı ise "bean"dir. Beyzbol topu oldukça sert olduğu için acı verici bir durumdur. Bu durum oluştuğunda batter otomatikman "walk" yapar. Bazen bu bilerek yapılır; örneğin önceki bir pozisyonda batter bir saygısızlık yaptıysa bir daha topa vurmak için geldiğinde bilerek bean'lenebilr. Bu durumlar genelde kavga nedenidir. "Bench clearing brawl"lar meydana gelir.
Bazen topa vurmaya gelen batter çok formdaysa pitcher bilerek topları "ball" olacak şekilde fırlatır. Bu duruma "intentional base on balls" denir. Sebebi ise batter'ın topa vurmasıyla meydana gelebilecek daha büyük zarar ihtimalini önlemektir. "Intentional ball"larda catcher top atılırken sıçma pozisyonunda değil, ayakta durur. Bazı filmlerde batter olan kahramanın intentional ball'lara bile sopasıyla zıplayarak vurması gibi fantastik olaylar görülebilir.
Pitcher'ın zorlandığı durumlarda manager veya pitching coach'un tecrübeli komiser edasıyla göbeğini sallaya sallaya telaşsız ama hafif koşar adımlarla pitcher'ın bulunduğu yere gelmesine "mound visit" denir. Pitcher kötü oynadığı zamanlarda yapılan bir harekettir.
Pitcher'lar topu çeşitli tekniklerle fırlatırlar. En bariz teknik "fastball"dur; yani topu mümkün olduğunca hızlı fırlatmak. Tabii pitcher her zaman bunu yapmazlar, bazen topa falso verirler. Falsoya "curve" veya "break" denir. Normal hayatta toplantı sırasında müdür sizi çuvallatmak için "curveball" sorusu sorabilir. "Changeup" ise topun hızla giderken yolda aniden yavaşlayarak batter'ı şaşırtması ve sopasını haybeye sallamasına sebep olur.
Batting (Vuruş)
Beyzbolcular hücuma ellerinde sopa ile home plate'in önünde dikilerek, yani "at-bat" başlarlar. Eğer topa vurabilirlerse (hit) batter'dan runner'a dönüşürler. Ama runner'lık bir sonraki başlıkta olacak.
Batter'lar için BA (batting average) denen bir istatistik vardır ve oldukça önemlidir. Hesaplaması biraz gıcıktır ve bu yazının konusu değildir. Ama fikir vermek için .250 vasattır, .300 üstü çok iyidir. .400'ü ise en son Boston Red Sox takımının efsanevi oyuncusu Ted Williams 1941 yılında geçmiştir ve hala konuşulur. .200'e "Mendoza Line" denir ve bir adamın beyzbolcu sayılıp sayılmayacağını belirler. Beyzbolda belki 100 tane istatistik kalemi vardır ama diğerleri sezondan sezona değişse de -nedense- bu istatistik fazla değişmez.
|
Red Sox'ın efsanevi batter'ı Ted Williams |
Beyzbol topuna sopayla düzgün vurabilmek kolay iş değildir. 90 mil hızla ve binbir türlü teknikle fırlatılan topa sopayla değebilmek bile oldukça zorken, bir de atışı anlık olarak analiz edip sopayı savurup savurmamaya (swing) karar vermek, verdikten sonra da iyi bir vuruş yapmak gerekir. Topa vurulabilse bile, havaya dikilip (fly-ball) yere değmeden savunmacı tarafından tutulursa (catch) oyun dışı kalınır. Vurulan top yerde yuvarlanır (groundball) ve savunmacı tarafından yakalanıp first base'e batter varmadan yollanırsa oyun dışı kalınır.
"Swing" kararı önemlidir. Eğer batter swing yapar ve topa değemezse (contact) pitcher nasıl bir atış yaparsa yapsın "strike" sayılır. "Check swing" ise batter'ın vurma hareketine başlamasıyla beraber, gelen topun vurulamaz olduğu anlamasıyla sopasını tekrar geri çekmesidir. Bu durum resmen swing sayılmaz.
Eğer batter topa swing etmez ama top strike olursa buna alaycı şekilde "fanned" dendiğini yukarıda görmüştük. Eğer swing etmesine rağmen topa dokunamamışsa "swing and miss" veya "swinging strike" denir.
|
Swing yapamadan strike olmaya "caught looking" de denir. |
Diğer zorluk da, vurulan topun yönünün geçerli olması için first base ve third base'e yönelen çizgilerin içinde kalması gerekliliğidir. Aksi halde o vuruşa -nedense- "foul" denir. Eğer çizgilerin içindeyse o ball "fair"dir. Kural ayrıntı gibi gözükse de, "foul"un diğer sporlardaki anlamıyla alakasız olduğu için burada değinilmiştir.
Contact sonrasında top yere düşer ve savunma tarafından first base'e geri gelmeden batter oraya koşabilirse bu duruma "hit" denir. Eğer sadece 1B'ye koştuysa "single", 2B'ye koştuysa "double" ve ender olarak 3B'ye vardıysa "triple" olur. Vuruş aksiyonu sırasında zaten base'lerde bulunan diğer runner'lar koşarak home'a ulaştıysa bu durum batter açısından RBI (Runs batted in) sayılır. Her ne kadar beyzbolda takım açısından gol=run olsa da, bir batter açısından gol run değil, RBI'dır.
Eğer top saha dışına çıkarsa buna "home run" denir. Home run'da diğer runner'lar da otomatikman run yapacağından tek seferde takım 4 run kazanabilir. Bu olağanüstü şeye "grand slam" denir.
Home run veya foul ile tribünlere ulaşan topu kim kaparsa onundur. Bazı seyirciler topun gelmesi muhtemel yerlerde ayakta ve elde eldiven konuşlanarak maksimum sayıda hatıra topu ele geçirmeye çalışırlar. Bu kişilere "ball hawk" denir. Ülke çapında (ülke derken elbette şanlı ABD'yi kastediyoruz) şehir şehir dolaşıp, tüm field'lardan en az bir tane böyle top elde etmeye çalışan manyaklar belgesellere konu olmuştur.
|
Tribüne gelen hatıra topunu tutma çabası bazen Rönesans tablolarına benzer görüntüler ortaya çıkarabilir. |
Bazı oyun durumlarında batter topa mümkün olduğunca sert vurarak havaya göndermeye çalışır. Kendisi "fly-out" olsa da, fırsattan istifade koşan bir runner sayı alabilir. Bu duruma "sacrifice fly" denir. İyi ki bu deyimi öğrendiniz; yoksa sineklerin kurban edildiğini zannedilebilirdiniz.
Sinyaller, Savunma ve Koşu
Yaklaşık 3 saat süren bir beyzbol maçının 2 saat 55 dakikası aksiyonsuz geçer. Oyuncular her hücum değişiminde sahaya girip çıkarlar, outfielder'lar 200 yarda katederek yerlerine koşarlar, pitcherlar top ellerinde catcher ile bakışıp bir sonraki atışın nasıl olacağına karar verirler, tam topu fırlatacakken batter el işareti yapar ve bağcıklarını 28nci kez tekrar bağlar. Göbekli koçların mound visit'i, sık sık olan pitcher değişimi sırasında yeni relief pitcher'ın ısınması falan hep seyir zevki(!) sunarlar. Yine de bu vakitlerde dugout'daki (yedek kulübesi) koçlar garip bir takım el ve kafa işaretleriyle (sign) sahadaki oyuncularına "signal" göndererek taktik belirlerler. Bu işaretler hayli kalabalıktır, çünkü rakip hangi işaret ne anlama geldiğini anlamasın (signal stealing) diye ardarda bir sürü jest yaparlar ama yalnızca bir tanesi gerçek mesajı içerir.
|
Bazen bir kavram en iyi karikatürle anlatılabilir. |
En nihayetinde batter topu bat ile buluşturduğunda runner haline gelir ve koşuşturmaca başlar. Runner'lar base'ler arasında koşarlar, sahaya yayılmış fielder'lar da topu yakalayıp base'leri "cover" eden diğer fielder'lara doğru fırlatırlar (throw). Eğer runner base'e varmadan fielder base'e ayağıyla basarsa (touch) veya topu eliyle runner'a değdirirse (tag), runner oyun dışı kalır. Base'lerdeki "collision"larda diğer sporlarda bildiğimiz faul denen şey yoktur, runner ile fielder istedikleri gibi çarpışabilirler. Runner bazen tag edilmemek için "slide" yapar, yani base'e doğru kayar. Eğer oyun dışı kalmamışsa orada hazır bulunan umpire ellerini iki yana açarak "safe" der, yoksa nah benzeri işareti yaparak "out" der.
Saha içinde bulunan 1st base ve 3rd base coach'larda bahsetmiştik. Beyzbolun %99'u hareketsiz geçse de, aksiyon anı hiçbir sporda görülmeyecek kadar hareketli ve karmaşıktır. Bu koçlar oyunu okuyarak deli gibi koşmakta olan runner'lara "alabildiğine koş", "burada base'de artık dur" veya "geri dön" işaretleri yaparlar; tabii görünebilmek için o hareketleri oldukça "animasyonlu" yaparlar. Eğer işlerini iyi yaparlarsa seyirci oyuncuları deli gibi alkışlar, ola ki hatalı sinyal verirler ise bu sefer seyirci deli gibi bunları yuhalar. "Thankless job"dır.
|
Base coach'ların hareketleri ile ilgili politik espri |
Bir şekilde base'e ulaşmış halde duran bir runner, aksiyonsuz geçen bir zamanda pitcher'ın boşluğunu yakalarsa diğer base'e koşarak "base stealing" yapar. Bazı oyuncular çok çevik ve hızlıdır, dolayısıyla onların base çalabileceği bilinir; o yüzden pitcher'lar bu adamları yakalamak için normal pitch yerine aniden base'e doğru "pickoff throw" yaparlar. Eğer başarılı olurlarsa runner "picked off" olur ve oyun dışı kalır. Bu acar oyuncular pitcher'ı strese sokmak için atış sırasında base'den iyice uzaklaşırlar ve pickoff throw geldiğinde base'e doğru atlarlar. O yüzden formaları yere sürtünmekten iyice kirlenir.
|
Gri formalı runner base steal yapmak için koşmaya başlamış |
Bazen batter'ın vuruşunu yakalayan savunma takımı aynı aksiyon içinde önce bir base'de bir runner'ı, ardından da başka base'de başka bir runner'ı out edebilir. Buna "double play" denir ve savunmanın en müthiş olayıdır. Çok ender de olsa tek aksiyonda 3 runner birden oyun dışı kalır, buna da "triple play" denir. Double play deyimi belki "bir taşla iki kuş vurmak" diye çevirilebilir.
|
Kayan no.6 zaten out, no.3 double play için topu diğer base'e fırlatmak üzere |
Kültürel Öğeler
Beyzbol sadece ABD'de değil, kültürel etkisinin yüksek olduğu Orta Amerika, Karayipler ve Güney Amerika'nın kuzeyindeki ülkelerin yanısıra, Güney Kore, Filipinler ve -sıkı durun- Japonya gibi ülkelerde de gayet popüler bir spordur. Yine de en güçlü takımların olduğu lig MLB, yani Major League Baseball'dur ve saydığımız ülkelerin iyi oyuncuları da genelde bir noktada MLB'ye transfer olurlar.
MLB'deki en büyük rekabet New York Yankees ile Boston Red Sox arasındadır. Genelde en büyük parayı da bu iki takım harcar. Yankees tam 27 kereyle en fazla şampiyon olan takımdır ve pek farkında olunmasa da logosunu taşıyan ürünleri ülkemizde bile kolaylıkla bulabilirsiniz.
|
Yankees logolu bir şapka |
Boston Red Sox ise sadece 9 kere şampiyon olmuştur. "The Curse of Bambino" adı verilen bir lanet yüzünden 1918 ile 2004 arasında tam 86 sene şampiyon olamamıştır. Lanetin sebebi, beyzbol tarihinin en büyük oyuncularından biri olan Babe Ruth'u Yankees'e satmış olmalarıdır. O zamana kadar pek de başarılı olmayan Yankees bu transferle şahlanmış, iki takım arasında halen devam eden rekabet ve dolayısıyla düşmanlık başlamıştır. (Amerikalılar genelde bu lanetlere içtenlikle inanırlar)
Babe Ruth demişken, bir diğer ünlü olay da bu satırların yazarının tuttuğu takım olan Chicago Cubs'a karşı yaptığı "called shot" adlı home run'dır. 1932 World Series'de Cubs ile Yankees oynuyordu ve Cubs yedek kulübesi Ruth ile dalga geçiyordu. Bir noktada Babe Ruth parmağıyla gökyüzünü işaret eder ve sonraki pitch'e vurarak home run yapar.
|
Babe Ruth |
Yazarın favori ve torpilli takımı Chicago Cubs ile devam edelim. Cubs 1908 ile 2016 arasında şampiyon olamamasıyla ünlüdür. Red Sox genelde ortalamadan iyi olsa da şanssızlıklar sebebiyle şampiyon olamazken, Cubs genelde kötüdür. Buna rağmen her zaman en iyi desteklenen takımlardan biri olmuş ve "lovable losers" lakabını haketmiştir. Cubs'ı başarısını engelleyen şey ise "Curse of the Billy Goat"dır. 1945 yılında Cubs World Series'de Detroit Tigers ile karşılaşıyordu. Maçlardan birine "Billy Goat Tavern" adlı mekanın sahibi William Sianis maça keçisini soktu. Üstelik keçisine bilet de almıştı ancak diğer seyircilerin kokudan rahatsız olması sebebiyle keçi stadyum dışına çıkarıldı. Sianis de bunun üzerine Cubs'ın sahibine bir mektup yazarak "bu seriyi de, bundan sonraki serileri de kaybedeceksiniz, çünkü keçimi incittiniz" dedi.
"Geleceğe Yolculuk" film serisinin ikincisinde kahramanlarımız 2015 yılına giderler ve Cubs'ın şampiyon olduğunu görürler. O sene olmasa da ertesi senesi olan 2016'da gerçekten şampiyonluk gelmiştir.
Bir diğer popüler takım da Los Angeles Dodgers'dır. Popülerliğinin en önemli sebebi LA'de konuşlanmasıdır ve şehirde bilet bulmak, aşırı trafik gibi sorunlara yolaçmasıdır. Bu takım yıllarca Brooklyn Dodgers adıyla New York'da oynadıktan sonra 1958 yılında şimdiki şehrine taşınmıştır. "Alcatraz'dan Kaçış" filminde eski mahkumlardan biri hapishaneye yeni gelen kahramanımıza "Brooklyn Dodgers nasıl gidiyor?" diye sormuş, "Artık LA'e taşındılar" cevabını alınca bozulmuştur.
Biraz da stadyumlara, yani field'lara bakalım. Hemen her field'ın bleachers adı verilen üstü açık yeri bulunur. En ucuz ve en kötü yerlerde olan bu tribünler bizdeki açık tribünlere karşılık gelir. Tüm dünyada olduğu gibi en azılı taraftarlar orada bulunurlar. Bleach fiili ağarmak demektir ve koltukların güneş altında kaldıkça renklerinin ağarmasıyla alakalı esprili bir kelimedir bleachers. Beyzbol maçlarının çoğu olmasa da önemli bir kısmı gündüz oynanır, buna sezonun yazın yapıldığını da eklersek yakıcı güneş ve bira ile yoğrulmuş bu taraftarların en fanatik olması, pek de seyrek denemeyecek kadar sahaya yabancı madde fırlatmalarını olağan karşılamak gerekir. New York Yankees'in Yankee Stadium'unda bulunanlara "Bleacher Creatures", Cubs'ın Wrigley Field'ınkilere de "Bleacher Bums" adı verilir.
Beyzbolun en üst düzeyde Major League adıyla oynandığından bahsetmiştik. "Big League" ve oynayanlara "Big Leaguer" da denir. Bunun altında "minor league"ler vardır. AAA en yüksek seviyedeki minör ligdir, onun altında AA (double-A) vardır. Minör lig takımları genelde major league takımlarının altyapısı gibidir ve oyuncular bazen aralarında "promote" veya "demote" olabilirler. Pislik oyunculara "bush leaguer" denir. Çocukların oynadığı Little League vardır; çok da küçümsememek lazım, ulusal düzeyde bir ligdir ve gayet seyredilen finali bile olur.
Beyzbolu erkekler oynar; kadınların oynadığı varyantının ismi "softball"dur. Bazen buna atıfla beyzbola "hardball" da denir. Kültürel olarak oldukça maço bir spor olduğunu belirtmemize gerek yok heralde.
En ünlü beyzbol stadyumu Boston'daki Fenway Park'dır. 1912'de yapılan bu field'ın kapasitesi 35 bin gibi günümüz şartlarına göre oldukça küçüktür. Green Monster adında 12 metre uzunluğunda garip bir kulesi vardır ve oraya vurup sahaya geri düşen toplar oyunda sayılır. 1915'de açılan Cubs'ın sahası Wrigley Field en eski ikinci sahadır. Onun da outfield duvarlarında sarmaşıklar vardır. Bazen vurulan toplar sarmaşıklar arasında kaybolur; bu durum MLB kurallarına göre "ground rule double" sayılır.
Moneyball diye garip bir deyim vardır. Niye garip diyorum, çünkü etimolojisini henüz bulamadım. NBA'deki üçlük yarışmalarında normal kırmızı toplarla isabet bulunca 1 puan alınırken, arada bir gelen ve "moneyball" adı verilen desenli top girdiğinde 2 puan alınır. Bu da görece monoton yarışmaya ekstra gerilim katar. Beyzbolda ise moneyball deyimi Oakland Athletics (kısaca A's) takımının uyguladığı bir oyuncu bulma yöntemine denir. Bu yöntem aynı isimli bir kitap yazılmasına ve Brad Pitt'in oynadığı bir filme yolaçmıştır. Şöyle ki, oyuncular geleneksel istatistikler yerine "sabermetrics" adı verilen ve varolan istatistiklerin alışılagelmedik şekilde hesaplamalarına dayanarak oyuna etki edebilecek oyuncuların bulunmasına dayanır. Böyle ucuz ve etkili oyuncu bulmak da bir çeşit moneyball sayılır. Bu konuda yazmıştım.
Moneyball dışındaki oyuncu bulma işini "scout" denen adamlar yapar. Bu adamlar yaşlı ve huysuz prototipine sahiptirler. Oyunculara dürbünle bakarak herkesin farkedemeyeceği ayrıntılardan yeteneklilerini ayırtetmeye çalışırlar.
|
Moneyball filmi ve başrol oyuncusu Brad Pitt |