Gazetelerin yıllardır süren geyiğidir geleceğin gözde meslekleri. Dönemine göre belli meslekler sıralanır: Bilgisayar programcılığı, genetik mühendisliği, sosyal medya uzmanlığı, robotik cerrahi, ve daha niceleri...
Bu yazıda listelerde yer almayan ama bence çok daha gözde bir meslek önereceğim: Long snapper'lık. Bu mesleği tanıtmadan önce, büyüklerimizin bizi gençken çok nefret ettiren, ama büyüdükçe haklılıklarını gördüğümüz baş kriterine bakalım: "Mayıştan haber ver?"
Bir long snapper
2012 itibariyle NFL'de yer alan long snapper'ların yıllık maaşları (Kaynak)
Bu maaşlar en huysuz, en laftan anlamaz babaannenin bile dudaklarını uçuklatır. Şu aşamada diyebilirsiniz ki, daha çok maaş alan başka meslekler de var. Örneğin yine bir Amerika Futbolu pozisyonu olan Quarterback'ler en az 10 katı kazanırlar. Olabilir ve hatta örnekler çoğaltılabilir. Ama gözde meslek olarak long snapper'lığın ciddi avantajları var. Onlardan bahsedeceğiz birazdan, ama maaş konusunu kapatmadan bir şeyi sabitleyelim: Yukarıdaki maaşlar ilk 10 sıradaki adamların maaşları. Biz mütevazi olalım ve ortalama yıllık maaşa 400 bin dolar diyelim. 400 bin dolar maaş bizim parayla yıllık 720 bin yapar. Böl 12'ye, aylık 60 bin TL maaş (babaanneler anlasın diye 60 milyon diyebilirsiniz, onlar nedense paradan 6 yerine 3 sıfır atmakta ısrar ederler)
Hangi meslek ayda 60 milyar kazanır? Yukarıdakilerden robotik cerrah belki. Ama o da 6 sene tıp fakültesinde okuduktan sonra, eğer TUS'u kazanabilirse 5 sene uyumamacasına ağır bir tempoda asistanlık yaptıktan sonra uzmanlığını alır, ama işi bitmez. Sonrasında 2 sene kimsenin normalde yaşamak istemediği bir il veya ilçede zorunlu hizmetini yaptıktan sonra belki kendine isim yapar da o kadar maaş alabilir. Bu maaşı alsa bile yoğun çalışma temposuna devam edecektir, her an ameliyata gidecek gibi bir hayat yaşamalıdır.
Normal bir büro işinde çalışan yorgun şahıs
Long Snapper ne iş yapar?
Amerikan futbolunda topu bacak arasından arkasındaki takım arkadaşına vererek oyunu başlatma işine snap denir, bu işi de Center pozisyonunda oynayan oyuncu yapar. Normalde bu bacak arasından pas işleminde top arkadaki oyuncunun eline tutuşturulur, veyahut shotgun formasyonunda başlanacaksa 5 yarda gerideki adama top fırlatılır.
Normal oyun başlatırken yapılan snap nisbeten kolay bir iştir. Gelgelelim punt ve field goal oyunlarında ise topu bacak arasından daha uzağa fırlatabilmek gerekir. Bu mesafe punt oyununda 15 yarda, field goal'de ise 8 yardadır. Bu uzağa fırlatma işi ekstra bir yetenek gerektirdiği için normal center bunu yapmaz (zaten center'ın tek işi de bu değildir). Yerine long snapper adı verilen, bacak arasından topu uzağa düzgün atabilmek konusunda uzmanlaşmış oyuncu yapar.
Long snapper'ın işi topu fırlatmakla bitmez. Fırlatmanın hemen ardından topa ayakla vuracak takım arkadaşına köpek balığı misali saldıracak rakip oyunculardan kendisine denk geleni, tamamen durduramasa bile en azından geciktirebilmelidir.
Son olarak, punt oyununda topa punter ayakla vurduktan sonra top geri dönerken de eğer dönüşçü (returner) kendisine denk gelirse tackle yapmakla yükümlüdür.
Neden kıyak bir iştir?
Şimdi gelelim long snapper'lığın avantajlarına. İlk avantajı iş yükünün oldukça az olmasıdır. Örneğin play-by-play'ine baktığımız şu maçta Chicago Bears long snapper'ı Mannelly 5 defa, Green Bay long snapper'ı Goode ise 7 defa sahaya çıkmıştır. Normal bir oyuncu ise bir maçta 50-60 civarı snap görür.
Yapılan iş de beceri açısından nisbeten kolaydır. Elbette punt ve field goal için topu long snap yapmak oldukça kritik bir iştir, yanlış yapıldığında takıma oldukça zarar verir. Ama sadece tek bir işe odaklandıysanız bunu çok çalışarak mükemmelleştirebilirsiniz.
Long snap sonrasındaki ikincil işlevler olan blok ve tackle için ise mükemmel olmanız gerekmez, sadece idare etmeniz gerekir. En beyinsiz görünen futbol oyuncuları bile sezon içinde koçların binbir türlü taktiğinin bulunduğu playbook denilen devasa kitabı ezberlemek zorundadırlar. Long snapper'ın böyle birşeye ihtiyacı yoktur. Herkes playbook'u ineklerken o daha entellektüel kitaplar okuyabilir.
Long snapper oynayabilen oyuncu bulmak zordur. Bence zorluk şununla alakalı: Hiçbir oyuncu gençken "ben long snapper olacağım" diyerek kariyerine başlamıyor. Başka pozisyonlarda şansını denedikten sonra bir şey yapamayacağını anladıktan sonra işsiz kalmamak için long snapper'lığa razı oluyor. Halbuki daha gençten kendinizi long snapper'lığa hazırlarsanız daha iyi uzmanlaşabilirsiniz. Belki diğer pozisyonlar gibi seneden 20 milyon dolar kazanamazsınız ama yine de dünyadaki birçok işten çok daha fazlasını kazanırsınız.
Az efor sarfedildiğinden long snapper'ların kariyeri de uzundur. Normal bir pozisyon oyuncusu ise gerek kariyeri sırasında, gerekse emekli olduktan sonra sakatlıklarla uğraşacaktır. Ayrıca senede 6 ay mesai yapar, diğer 6 ay tamamen özgürdür.
Bears long snapper'ı Patrick Mannelly. 1998'den beri takımdadır ve takımın en eski oyuncusudur.
Fazla long snapper olmadığı işi de sağlamdır. Başka pozisyonda oynayan oyuncular çok kazanıyor olabilir, ama pozisyonları her an sallantıdadır. Long snapper'ı ise kimse doğru dürüst tanımaz bile, ama maaş tıkır tıkır yatar hesaba.
Bence gözde meslek dediğin bol maaş alınan, kolay becerilebilen ve az çalışılandır, tüm bu açılardan long snapper'lık idealdir. Gazetelerin gazına gelmeyin. Eğer gençseniz şimdiden topu bacak aranızdan fırlatma denemelerine başlayın. Eğer oğlan çocuk sahibiyseniz -çocuğunuz zaten o pozisyonda durmayı çok sever- bacaklarının arasından bakarken eline top tutuşturuverin. Benimki şimdiden 3-5 inç uzağa snap yapabiliyor mesela.
Not: Bu yazının yazılmasının Chicago Bears'ın habire yenilip durmasıyla zerre alakası yoktur!
Amerikan Futbolu bizim futbola çok benzer. Haftasonu bir maç yapılır, ondan sonra bütün hafta vıdı vıdı lafı yapılır. Hemen her gün maç yapılan MLB ve NBA'de bu fırsat fazla yoktur.
Doğal olarak bu, hakkında yazılan takım yendikçe aşırı iyimser, yenildikçe de aşırı kötümser olmaya sevkeder kişileri. 7-1'de kral olan Chicago Bears ardarda Houston Texans ve San Francisco 49ers'a yenilip 7-3'e gerileyince, ve en önemlisi sezona kötü başlamış ezeli rakibi Green Bay Packers'a sıralamada yakalanınca yerel gazeteler neredeyse okunmaz hale geldi. Haksız da değiller, ama belki daha önce haklı da değillerdi. Neyse, biz bunların dışına çıkarak, nisbeten daha soğukkanlı biçimde çeşitli açılardan yorumlarımızı yapalım, sayıları analiz edelim.
Pahalı Yedek QB Campbell şu ana kadar hayalkırıklığı
Efsanevi 1985 Takımı
Chicago Bears bu sezon çok iyi gidince, ve hele hele defansı oldukça dominant olunca ister istemez şehrin son Super Bowl şampiyonu efsane 1985 takımı ile kıyaslamalar başladı. Örneğin 1985 takımının ilk 8 maçı sonundaki istatistikleri ile 2012'nin karşılaştırması şöyle idi: (İlk sıra 85 Bears, kaynak)
Üstelik 1985'den beri defansın işini zorlaştıran birçok kural değişikliği olmasına rağmen rakamlar birbirine oldukça yakın ve defansif TD'lar konusunda 2012 ayılarının belirgin bir üstünlük var.
Chicago Bears 1985 ile ilgili video serisinin tamamı için tıkla
Jay Cutler vs Jim McMahon
1985 Bears demişken, o takımın quarterback'i Jim McMahon ile Jay Cutler'ın birçok benzerliği var. İkisinin de öyle muhteşem istatistikleri yok, ama takımlarına maç kazandırmayı becerebiliyorlar bir şekilde (Bu lafa Cutler için itirazlar gelecektir). İkisi de gözü kara; topu alıp koşabiliyorlar ve sert darbelerden korkmuyorlar.
Soldan sağa: Jim McMahon, Jay Cutler
Gelgelelim 1984 sezonunda McMahon sakatlanıp sezonu tamamlayamıyor. Bears bir şekilde playoff'a çıksa da, San Francisco 49ers'a 23-0 yeniliyor ve Dokuzcular kendileriyle "Next time, bring your offense"(Bir dahaki sefere hücumunuzu da getirin) diye dalga geçiyorlar.
Bu sezon 49ers'a 32-7 yenildik (son dakikalardaki anlamsız TD'ı saymazsak skorumuz yok) ve 1984'deki maçta 9 sack'e karşılık 3 sack yaparken 2012 6 sack'e karşılık 2 sack yapabilirken, ofans olarak da 1984'de 387'ye 186, 2012'de ise 355'e 143 gerideyiz. Üstelik Jay Cutler sakat ve ne zaman döneceği belli değil. Sonuç olarak, bu sezon 1985'den ziyade 1984'e benziyor gibi.
Efsanevi 1985 takımının neden sadece tek şampiyonlukta kaldığı yine McMahon'da gizli, zira kendisi o 1986 sezonunda da sert bir darbe sonucu sakatlanıyor ve sezonu kapatıyor. Kendisi şu anda kafa ile ile ilgili sakatlıklarla alakalı sağlık sorunları yaşıyor ve bir grup emekli oyuncuyla NFL'e dava açmış durumda.
McMahon Cubs forması giydiğine göre durumu hayli vahim
Yenilgi Analizi: Savunma Takımları
Yenildiğimiz 3 maçta da iyi savunmacı takımlara yenildik. Houston Texans ile San Francisco 49ers birçok savunma istatistiğinde Bears'ın bile önünde. Green Bay ise bu sezon geçen sezona göre savunmada gelişme kaydetmiş vaziyette ve maç başına sadece 20.7 sayıya izin veriyor.
Green Bay'e yenilirken Cutler tam 7 kere sack edildi, 4 de INT attı. Houston Texans karşısında sert bir tackle ile sakatlandı ve 49ers karşısında hiç oynayamadı. Maalesef geçen seneki Caleb Hanie faciasından sonra "parayı bastıralım da sakatlıklara karşı güvencemiz olsun" diye alınan Jason Campbell hemen hemen hiçbir varlık gösteremiyor.
LB Dobbins kafaya darbeden 30 bin dolar ceza aldı ama bu Cutler'ın değerini karşılamaz
Galibiyet Analizi
Chicago Bears 7-1 ve herşey tozpembe iken yendiği takımlar Colts dışında hep .500'ün altındaydı. O zaman bu o kadar dillendirilmedi çünkü çok dominant galibiyetler alıyorduk. Bu takımların şu anki durumlarına bakarsak:
Indianapolis Colts 6-4 (Çaylak Andrew Luck çok iyi işler çıkarıyor)
St.Louis Rams 3-6
Dallas Cowboys 5-5 (Son 2 maçını kazandı, playoff konuşulmaya başlandı)
Jacksonville Jaguars 1-9 (Zaten 41-3 yendik)
Detroit Lions 4-6 (NFC North çok güçlü ve grup maçlarında 0-4'ler. Çok da küçümsememek lazım)
Carolina Panthers 2-8
Tennessee 4-6 (51-20'lik müthiş galibiyet)
Kalan Maçlar
Savunması iyi takımlara karşı hücum çok yetersiz dense de, GB maçını
saymazsak Cutler'ın yokluğu da yenilgilerde etken diye düşünüyorum. Kalan
maçlardaki olası varlığı halen umutlu olmamı sağlıyor.
Minnesota 6-4 (2 maç, sezona iyi başlamışlardı, ama düşüşteler)
Seattle 6-4
Green Bay 7-3 (Evimizde oynuyoruz, gerçi istatistiki olarak anlamlı bir avantaj olduğu söylenemez)
Arizona 4-6
Detroit 4-6
Rakiplerden Seattle savunma istatistiklerinde San Francisco ve Houston ile aynı ligde. Arizona da maç başına sadece 19.6 sayıya izin veriyor. Yani yenilgi profilimiz açısından korkutucu rakipler olduğu söylenebilir. Cutler'ın büyük ihtimalle Seattle maçına dönecek olması sevindirici. Gelgelelim Cutler'ın zayıf karnı sack konusunda Green Bay 33 ile 2., Arizona ve Seattle ise Chicago ile beraber 28 ile 5nciliği paylaşıyorlar.
Sporsever bir insanım. Aynı zamanda, belki karakterimin daha baskın yönü ise taraftarlık. Sevdiğim sporları da genelde taraf tutarak seyrederim. Ama objektifliği de mümkün olduğunca bozmamaya çalışırım; tribünde herkes hakeme saydırırken yandakine "aslında faul de değil ha" diye fısıldayan kişiyim ben. Ama küfür edeni de engellemeye çalışmam: Taraftarlık da rekabete dahil çünkü. Diğer yandan, mümkün olduğunca iyi oynayanı takdir ederim.
Sevimli bir Packers taraftarı
Neyse, 2012 taraftar olarak iyi geçti ve halen geçiyor şahsım için. Tuttuğum "association football" takımı ülkesinin liginde hem normal sezonu hem de playoff'u şampiyon bitirdi. Bu sezon da puan durumunda lider. Ayrıca Avrupa kupasında da toparlandı ve üst tura çıkmaya yakın durumda (Ne kastım ama futbolu hijyenik blogumuza mümkün olduğunca az karıştırmak için)
Amerikan futbolunda Chicago Bears sezona iyi başladı. Şu anda 7 galibiyet 2 mağlubiyet ile NFC North'da lider. Gerçi ezeli rakip Green Bay Packers (ki sezona kötü başlamalarına rağmen şu anda 6-3 ile ensemizdeler) ile Houston Texans gibi iki önemli maçı kaybettik diye kötümser olunabilir, ama meşhur defansımız iki yenilgi dahil mükemmel oynuyor. Hemen hemen tüm defansif istatistiksel kategorilerde ya lideriz, ya da ilk 3'deyiz.
Bears defansı bu sezon topun mutlak sahibi (Lance Briggs INT TD'a koşarken)
Diğer yandan Mike Martz prangasından kurtulan hücumumuz ve QB Jay Cutler (bkz. bu yazının son paragrafı), hava kuvvetlerine NFL'in en iyi tutucularından WR Brandon Marshall'ın eklenmesiyle hiç de fena performans sergilemiyor. Marshall kendisini yıllardır soyunma odasının sevilmeyen karakterlerinden biri yapan psikiyatrik sorunlarını düzenli terapi ile aşmışa benziyor. Cutler ortalamada etkileyici rakamlar üretemese de, son çeyrekteki performansıyla ve gerektiğinde "game manager" olmasıyla takdiri hakediyor.
NBA'de New York Knicks sezon öncesi yıldız guard Jeremy Lin'i Houston Rockets'a kaptırınca sezon öncesi tahminlerde hiç kendisine değinilmeyen bir takım olmuştu. Yerine gelen eski Knick Raymon Felton geçen sezonu çok kötü geçirmişti, Jason Kidd ise binbeşyüz yaşındaydı. Yine ihtiyar Marcus Camby ile emeklilikten dönen Rasheed Wallace sempatiyi sadece azaltmaya yaramıştı.
Ben ise 3 yıldızının yanına iyi görev adamları ekleyen ve iyi yönetilen takımın iyi olacağına inandım. Sezon öncesi takımın 1 numaralı yıldızı Amare Stoudemire ünlü pivot Hakeem Olajuwon'un malikanesine giderek özel pivot hareketleri dersi aldı. Yetmedi, Olajuwon takımın sezon öncesi kampına katılıp herkese pivot hareketi dersi verdi.
Nitekim sezona 6-0 ile başladık, yendiğimiz takımlardan üçü Miami Heat, Dallas Mavericks ve son olarak San Antonio Spurs. NBA takımları en az 2 yıldızsız şampiyon olamaz, ama onları organize eden iyi biri olmadan cacık bile olmaz. O açıdan koç Mike Woodson da takdiri hakediyor.
Dün akşam saatlerinde ABD Anti Doping Kurumu USADA Lance Armstrong soruşturmasının 200 sayfalık raporunu yayınladı. Bu konuda bir şeyler yazmam gerekiyor. Ama full time bir yazar değilim. Hayatımı başka bir işle kazandığımdan, şimdilik konuyla ilgili uzun bir yorum yazacak zamana sahip değilim. Dün, rapora kaynak olan bazı sporcuların tanıklıklarını okuyabildim ve twitter'da yazan gerçek gazetecilerle bisiklet sporu uzmanlarının yorumlarına göz gezdirdim. Öne çıkan nokta, 1999-2005 dönemi boyunca US Postal takımının, USADA'nın tanımıyla "spor tarihinin en profesyonel, sofistike ve başarılı doping programı"nı uygulamış olduğu. Bu organizasyon, Festina skandalından çok daha gelişkin ve karmaşık bir teşkilatın olduğunu ortaya koyuyor. Her şeyin iyisi Amerika'da canım kardeşim. Asılacaksan İngiliz sicimiyle, doping yapacaksan Amerikan takımıyla!!
George Hincapie'den Levi Leipheimer'a, Jonathan Vaughters'dan C. Vande Velde'ye kadar, Lance'le beraber yarışmış hemen tüm Amerikalı yarışçılar USPS takımındayken doping yaptıklarını, Lance'i defalarca yasaklı madde kullanırken gördüklerini ve bu doping programını takım yönetiminin yürüttüğünü itiraf ettiler. İtirafçılar tanıklıkları karşılığında ufak cezalara çarptırıldılar. İçlerinden Hincapie ve Michael Barry, bugünün geleceğini bildiklerinden olsa gerek, bu sezon sonu sporu bıraktılar. Diğerleri büyük olasılıkla 2013 Paris-Nice yarışına kadar cezalarını bitirip pelotonda yerlerini alacaklar.
Bu skandal bisiklet sporuna şöyle zarar vermiştir, böyle kandırıldık falan demeyeceğim. Kişisel olarak, uzun zamandır Lance Armstrong'un doping yapmış olduğunu kabullenmiştim. Ama geri döndüğü 2009-2010 döneminde temiz kaldığına, şöhretini ve kurduğu imparatorluğu tehlikeye atma salaklığını yapmamış olduğuna kaniydim. Umuyordum diyelim çünkü mantıklı birinin öyle davranmış olması gerekiyordu. USADA kayıtları romantik bir aptal olduğumu suratıma vuruyor. Katil cinayet işlediği yere dönermiş ya, Lance de Avrupa'ya dönüp kaldığı yerden işe devam etmiş. En çok buna şaşırdım.
Dünden beri aldığım bazı tweetler "E biz şimdi bisiklet sporunu sevmeye nasıl devam edeceğiz?" minvalinde gidiyor. Festina'dan sonra, Pantani'den sonra, Ullrich'ten sonra nasıl devam ediyorsak öyle. Şikeli ligimize rağmen hala nasıl stada gidiyorsak aynı hislerle. Politikacıların yalanlarına rağmen 4 yılda bir oy vermeye tıpıış tıpış gittiğimiz gibi. Önce biraz uzaktan, biraz kırık. Belki Paris-Nice'i içimiz kaldırmayacak. Ama sonra, De Ronde, Roubaix, Liege yeni yüzleri, yeni mücadeleleri ortaya koyacak. Önce göz ucuyla, sonra haberlerini okuyarak, en son ise L'Alpe d'Huez finişinde yine çığlık çığlığa olacağız. En azından bu aptal öyle olacak.
Tecrübe yediğimiz kazıkların toplamıymış. Yaşam da kazıkları hazmedip yola devam etmek sanırım. Seneye (hatta bugün bile yarış var TV'de) yarış seyrederken örselenmiş ama daha akıllanmış olacağız. Dopingli veya temiz, bisiklet tepesinde helak olanlar dünyanın en zor işlerinden birini yapıyorlar. Romantik bir aptal bile bunu anlar: Sevgi şarta bağlı değildir.
Sanıyorum tüm spor dalları içinde Chicago Bears kadar defans ile özdeşleşmiş takım zor bulunur. Demin Google'da "Chicago Bears defense" diye arama yaptığımda tam 182 milyon sonuç çıktı. Green Bay Packers içinse 36 milyon. İlk çıkan sonuçlardan biri Bears'ın 80'lerde ortalığı domine ettiği 46 defansı. Tabii 46 defansı, zaman içinde rakip hücumlar tarafından hızlı ve kısa paslarla çözüldü, o ayrı. Ama günümüzde de Bears demek defans demek.
Bu defansın görünen yüzü Brian Urlacher ise, mimarı da -Tampa Bay'de linebacker koçu iken gördüğü- Tampa 2 savunmasını Bears'a uygulatan başkoç Lovie Smith.
Geçen yazımda hücum gücü yüksek(!) yeni Bears'dan bahsetmiştim. Gelgelelim Salı günü yayınlanan o yazıdan 2 gün sonraki "Perşembe Günü Futbolu" maçında GB Packers beni aynen tekzip etti. Bears maçı 23-10 kaybederken (tek TD maçın sonlarında geldi), QB Cutler 4 INT attı, WR Marshal ise sadece 2 kere top yakalayabildi. Cutler'ın boyuna posuna bakmadan LT Webb'e gider yapması da dibe vurulan noktaydı. Maçtan sonra Chicago Tribune yazarı Steve Rosenbloom "What was exactly new here?"(burada tam olarak yeni olan ne?)'lerle dolu yazısıyla adeta beni tanımadan, bilmeden ve okumadan selamlamış oldu.
Clay Matthews tam 3.5 sack yaptı (Geçen sene Detroit'den Suh'un aynı pozunu koymuştum, bir daha iflah olmamıştı)
Packers maçını youtube'dan buldum ve tamamını seyrettim. Maçın ilk çeyreği 0-0, yani iki takımın da defansı çok iyi başlamış. Sonra Bears hücumda hatalara devam ederken Packers biraz işi çözüp maçı kazanmış. Yani o maç sonrasında en azından defans iyi diye teselli bulmak mümkündü.
Sonrasında St.Louis Rams maçında hücum yine durgundu. 23-6'lık farklı galibiyet aldatmasın, durum 13-6 iken, yani Rams sadece bir TD gerideyken, Şikago defansından Major Wright yaptığı 45 yardalık INT return TD ile maçı kopardı. Defans 6 sack, 2 INT ile üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Hücum ise yine anemikti. Ama önemli bir galibiyet elde edilmiş oldu. Maçın havasını en iyi özetleyen yazı"Dayanıklılık Bears'ı Bayağı Taşır" idi.
Bir sonraki maç "Pazartesi Gecesi Futbolu"ydu ve deplasmanda NFL'in en şöhretli takımı Dallas Cowboys rakipti. Dallas eski günlerinden uzak olsa da önemli bir takım. Maç öncesi skor tahmini esprili olarak 4-2 idi, çünkü iki takım da birbirine benziyordu: Kötü hücum hattı ve iyi defans hattı. Neyse, ben de Pazartesi gecesi 21 sularında saatimi (saat mi kalmış bu devirde, elbette cep telefonumu) 3:30'a ayarlarak yattım.
Maç Cowboys hücumuyla başladı. Dallas iyi koşularla ilerliyordu ki, ardarda 2 sack ile tüm momentumları gitti ve punt ile hücumları bitmek zorunda kaldı. Chicago ise ilk hücumuna kısa paslarla başladı. Bir süre başarılı gider gibi gözükse de Cowboys defansı hemen uyum sağladı. Ve ilk çeyrek 0-0 bitti.
Maçtan önce ünlü dönüşçümüz ama aslen emektar WR'miz Devin Hester (kimler geldi, kimler geçti) "topa daha fazla dokunmak istiyorum" diye bir çıkış yaptı. Haklıydı, zira Brandon Marshall falan derken Bears kendisini unutmuştu. WR'lar koçu hemen "ben receiver'ın top isteyenini severim" diye demeç vererek kendisini destekledi. Nitekim ikinci çeyrekte tam 2 kere deep rout, yani "snap'le beraber kafa yerde koşabildiğin kadar koş, sonra kaldırıp topa bak" oyununda Hester iki kere denendi ama başarılı olamadı. Yine de Bears önce FG buldu. Ardından defanstan CB Charles Tillman'ın INT return TD'ı ile 10-0 öne geçti. Dallas hücumu devrenin sonlarında ritmini buldu ve onlar da bir TD bulunca ilk yarı 17-7 kapandı.
Charles Tillman
İkinci yarının hemen başında Cutler yine dip rotada Hester'ı buldu ve TD ile Bears 17-7 öne geçti. Sonra da LB Lance Briggs INT return TD ile durumu 24-7'ye getirdi. 4. çeyrekte etkili bir Cowboys hücumu yine CB Jennings'in INT'ı ile neticelendi. Cowboys'un kendine güveni kalmadığı sırada maçta o ana kadar adına yakışır şekilde çok etkili oynayan WR Brandon Marshall TD'ını yaptı ve maç 34-10 Bears'ın galibiyetiyle bitti.
İri fiziği ile Brandon Marshall
Böylece 4. hafta sonunda Bears 3 galibiyet 1 mağlubiyet ile NFC North'da liderliği sürpriz Minnesota Vikings ile paylaşıyor. Defans zaten muhteşem, aşağıdaki rakamlar bunu açıkça gösteriyor (parantez içindekiler 32 takım arasındaki sırası) Pts/G 17.0 (5) 3rd Down Pct %26.1 (2) Sack 15 (3) Interception 11 (1, ikinci 8) Pass Avg 10.6 (6) Int Ret TD 3 (1) Takeaway 14 (1)
Hücum için böyle bir istatistik güzellemesini denemiyorum bile. Ama son maç iştah açıcıydı. Cutler maça kötü başlasa da ritmini buldukça güzel işler yaptı. Büyük umutlarla alınan yıldız WR Brandon Marshall 7 tutuş, 138 yarda ve 1 TD ile yıldızlaşırken, Hester ile çaylak Jeffrey de 3'er tutuş ile iyi iş çıkarttılar. Şu ana kadar TE'leri en az kulllanan takımlardan biri olan Bears bu maçta TE Kellen Davis'in 3 tutuş ve 62 yarda'lık performansı ile çok etkiliydi.
Koşu oyununda Matt Forte ile Michael Bush topları neredeyse eşit paylaştı ve yıpranmadan maçı tamamladılar. Hücum hattı ise Dallas'ın etkili defans hattına karşı sadece 2 sack'e izin vererek bence sınıfı geçti.
Sonuç olarak "Yeni Ayılar"'ın hemen kolayca ligi domine etmeyeceği belli olsa da, en azından yavaş yavaş kendilerini bulduklarını söyleyip, kalan 12 maça playoff açısından umutla bakabiliriz.
(Bu yazı Sarper tarafından yazılmakla beraber, teknik bir sorundan dolayı Savaş tarafından yazılmış gözükmektedir)
Artık eminim. Avrupa her zaman, her yerde
Almanya'ya muhtaç. Krizdeki Avrupa ekonomisi, düze çıkmak için aylardır Frau
Merkel'in dudaklarından çıkacak sözlere bakarken, Avrupa golfü de dün gece Ryder
Cup'ı kazanmak için Herr Martin Kaymer'in ellerine bakıyordu. Alman golfçü, 18.
delikteki son vuruşuyla kupayı Avrupa'ya kazandırdı. Darısı ekonominin
başına...
Zafer ona inananındır
39. Ryder Cup'ı mucizevi bir geri dönüşle Avrupa
kazandı. Mütedeyyin tepkilerden korkmayan bu zaferin adını "Medine Mucizesi"
koyar ama bende o maça yok. Son güne 10-6 geride başlayan Avrupalılar, 12 tekler
maçının 8'ini kazanıp birinde berabere kalarak ABD'ye kendi evinde büyük bir
yenilgi yaşattılar. Gömleklerine Seve Ballesteros'un silueti işlenmiş olarak
mücadele eden eski kıtanın çocukları, geçen yıl beyin tümöründen ölen büyük
Ryder Cup oyuncusu İspanyol efsaneden aldıkları güçle, Medinah'da zafer
beklentisiyle toplanmış binlerce Amerikalı'yı hüsran ettiler. Gece 02:00'ye
kadar laptop'un başında maçları seyrettim. Eğer "golf seyretmek insanı nasıl
heyecanlandırır ya?" diyen varsa, dün akşam 4 saat boyunca bir gerilim filmi
gibi geçen bu epik mücadeleyi izlemeliler. 4 saat uykuyla PC'min başındayım ve
üç günlük turnuvayı kısaca özetleyip, konuyu kapayayım: İlk gün (cuma) sabah maçları 2-2 bittikten sonra
ABD takımı sazı eline aldı. Cuma ikinci seans ve Cumartesi günü yapılan maçlarda
çok iyi oynayan Yankiler, C.tesi skoru 10-4'e getirdiler. Ancak turnuvanın son
iki foursomes maçında Sergio Garcia/Luke Donald ikilisi ve Rory McIlroy/Ian
Poulter ekibi EUR için hayati 2 puan kazandılar ve Avrupa'nın son güne biraz da
olsa umut taşımasını sağladılar. Aslında tarih tersten tekerrür etti. "Brookline
Savaşı" olarak bilinen 1999 Ryder Cup'ta son güne 10-6 geride başlayan ABD, 8.5
puan kazanarak turnuvayı 14.5-13.5 kazanmıştı. Bu defaysa, güne 6-10 geride
başlayan Avrupa güneş batarken 8.5 puan toplamış ve kupayı aynı skorla
kazanmıştı. Brookline'da seyircilerin ağır tacizi altında kalan ve o hafta
sonunu hiç unutmayan Avrupa Takımı (1999'da hem Love III hem de
Olazabal oyuncuydu) bir anlamda o turnuvanın intikamını almış oldu.
J.M. Olazabal Ryder Kupası'na şefkat gösterirken
EUR kaptanı Jose Maria Olazabal, 1999'da Ben
Crenshaw'ın (ABD kaptanı) taktiğine başvurarak, en güvendiği oyuncularını son
günün ilk maçlarına koydu. Bu tahmin edilen ama riskli bir hamleydi fakat harika
sonuç verdi. İlk dört maçta Luke Donald - Ian Poulter - Rory McIlroy ve Justin
Rose 4 puan kazanarak skoru 10-10'a getirdiler. Bu iyi başlangıç, arkadan gelen
takımın diğer oyuncularının moral ve umutlarını artırdı. Momentumu Avrupa'ya çeviren iki önemli maç
P.Mickelson-J.Rose ve J.Furyk-S.Garcia arasında geçti. Mickelson 14. delikte
"1up" öne geçmesine rağmen, Justin Rose 17. delikte inanılmaz bir putt sokup
maçı tekrar beraberliğe getirdi. Rose 18. delikte bir birdie daha yaparak
Mickelson'u yenmeyi başardı. Bu maçtan sonra biten 2 karşılaşmayı ABD kazanarak
tekrar öne geçti, Medinah'da Amerika çığlıkları yükselmeye başladı. Diğer maçta
Furyk de Garcia karşısında 17. deliğe geldiğinde "1up" öndeydi. Ama Sergio
Garcia, aynı Rose gibi son 2 deliği birdie-birdie ile kazanarak EUR'a günün
beşinci puanını kazandırdı. Abim telakki ettiğim Jim Furyk'in son putt'ı
kaçırdıktan sonra elleri dizlerinde iki büklüm kala kalması ve uzun süre green'i
terkedememesi içime dokunmadı değil ama bir Balkan göçmen çocuğu olarak kalbim
Avrupa için atıyordu.
Justin Rose 17. deliği kazandı ve "Koyduk mu!" yaptı
İngiliz Lee Westwood berabere giden maçta 12., 13.
ve 15. delikleri kazanarak maçı bitirdi ve skor 13-12 oldu. Kupayı kazanmak için
ABD'ye 2.5, Avrupa'ya ise 2 puan lazımdı. Jason Dufner (ABD) Peter Hanson'u
yenerek durumu 13-13 yaptı. ABD 1.5 puan daha almalıydı. Sondan bir önceki
maçta, 16. delikte Steve Stricker ve Alman Kaymer, son maçta da 15. delikte
Tiger Woods ve Francesco Molinari berabereydi ("all squared" denir "A/S"
yazılır). ABD kaptanı Davis Love III son iki maça büyük tecrübe -ve wild card-
Steve Stricker ile Tiger Woods'u koymuştu. Kaymer turnuvaya formsuz gelmiş ve
sadece 1 çiftler maçı oynayıp onu da kaybetmişti. Açıkçası, PGA'in en iyi
putter'i Stricker'i yenmesi şüpheliydi. Molinari de oynadığı iki çiftler
maçından puan çıkaramamış, Avrupa'nın son adamı olarak Woods'un karşısına "acaba
yarım puan alır mı?" diye çıkarılmıştı.
Jim Furyk vuruşu kaçırdıktan sonra
Artık hesap, Stricker'in yarım, Woods'un bir puan
alıp işi bitirmeleriydi. Woods 3 gündür hiç puan alamamıştı ama kötü
oynadığından değil. Tiger çiftler maçlarında müthiş oynamasına karşın karşısına
hep mucizevi performanslar ortaya koyan Avrupalılar çıkmıştı. Son deliklerde
atak yapması kesindi. Nitekim 12 ve 13'ü kazanıp "1up" öne geçti. Ama Torinolu
14. delikte birdie yaparak durumu eşitledi. Woods 17. deliği kazanarak tekrar
öne geçti. Bu arada Kaymer 10 dakika önce aynı deliği kazanmış ve kendi maçında
son delik öncesinde maçı beraberlğe getirmişti. Maçlar böyle biterse kupa
ABD'nin olacaktı. Martin Kaymer 18. deliğin açılışında topu bunker'a atmasına
rağmen, oradan zarif bir vuruşla green'i bulmayı başardı. Stricker ise uzun bir
vuruş yaparak green'in diğer ucuna gitti. İki oyuncu da birdie vuruşlarını
başaramadılar. Kaymer, son derece hızlı green'de topunu deliğin yaklaşık 2 mt
uzağında durdurabildi. Stricker par ile deliği kapattı. Sıra Alman sporcudaydı.
Kaymer topu sokarsa kupa Avrupa'nındı. Mesafe 2 mt, son putt ve...
FLASHBACK 1991 ... Ryder Cup/Kiawah Island, South
Carolina, 18. delik. Topun başında Alman Bernhard Langer. Langer sokarsa kupa
Avrupa'nın, kaçırırsa ABD şampiyon olacak. Mesafe 2 mt., son putt ve... Langer
atışı yapar, top bir krampon izine çarpıp yön değiştirir ve Avrupa kupayı
kaybeder.
Bernhard Langer - 1991, Kiawah Island - "War on the Shore"
FAST FORWARD 30 Eylül 2012 Cuma sabah... Kaymer, Bernhard Langer'den randevu rica eder. 2011'in en iyi golfçüsü Kaymer,
kötü geçirdiği sezon nedeniyle güven vermediğinden, Olazabal tarafından sadece tek bir maçta
oynatılmış ve kaybetmiştir. Sporcu bu durumdan üzgün ve hayal kırıklığı
içindedir. İki Alman, oturup dertleşirler. Detayları bilmiyoruz. Kaymer'e göre,
Langer Ryder Cup'ın önemiden, takımdaşlığın anlamından bahseder. Genç Alman
sonunda turnuvayı gerçekten hissetmeye başlamıştır... Holywood senaryosu gibi ama
gerçek. Martin Kaymer o vuruşu sokar, kupa Avrupa'nın olur.
Ich bin Martin Kaymer...
Francesco Molinari 18. deliği Tiger Woods'un
jestiyle kazanarak maçı berabere bitirdi ve takımına yarım puan daha kazandırdı.
Böylece 14-14 bitse bile kupayı elinde tutmaya devam edecek olan Avrupa maçı
14.5-13.5 kazanmış oldu.
Rory McIlroy, Amerika'nın doğu ve merkez
saatlerini şaşırınca az kaldı maça yetişemiyordu. Geç kaldığını farkedip lobiye
inen McIlroy, orada rastladığı bir polise kendini tanıtıp acilen kulübe götürüp
götürmeyeceğini sordu. Ryder Cup nedeniyle trafik sıkışık olmasına rağmen,
sirenini açan polis arabası McIlroy'u maça 15 dakika kala Medinah Country Club'a
yetiştirdi Golf sporu, her düzeyde "tee time" denen başlangıç saatine aşırı
önem verir. Ryder Kupası da sadece da 5 dakikalık gecikmeye izin veriyor. daha
geç kalan sporcu maçı kaybetmiş sayılıyor. Amerikan polisi Avrupa'yı kurtarmış
oldu yani.
Avrupa takımında Ian Poulter inanılmaz bir
performans gösterdi. Oynadığı 4 maçın hepsini kazanan, takımın ateşleyen, zafer
sonrası gözyaşlarını tutamayan İngiliz, Avrupa'nın yeni Ballesteros'u olarak
damgalandı bile. Ryder Cup'ı çok seven, turnuvayı her zaman büyük bir aşkla
oynayan Seve ani bir beyin tümörü sonucu 2011'de vefat etti ama onun içindeki
Ryder Cup ateşinin Ian Poulter'a geçtiği belli. İngiliz oynadığı 15 RC maçında
12-3-0 (G-M-B) gibi müthiş bir performans yakalamış durumda.
1987 yazında sevgilimin peşinden Londra’ya
gittim. Bize bırakılmış bir evde 3 hafta baş başa olacaktık. Bunun nasıl bir macera, özgürlük ve mutluluk fırsatı anlamına geldiğini kavramak için 1987’de yirmi üç yaşında olmak gerekir. İlk defa yurt dışına çıkacaktım, bu da heyecanımı katlayarak artırıyordu. Elime yüzüme bulaştırmadan Belgrat’ta uçak
değiştirip Londra’ya vardım. O dönemde İngiltere Türkler’i hala vizesiz kabul ediyordu. Ama
Kraliçe’nin pasaport memuru, tipini beğenmediğini zart diye kapıdan çevirmesiyle ünlüydü.
Memuru ikna etmek için, dönüşte teslim edilmek üzere sağdan soldan aldığım bir
sürü parayı gösterip “efendi çocuk” rolümü oynadıktan sonra, üzerinde
güneş batmayan krallığa kabul edildim. Havaalanına gelen sevgilime kavuştum,
metroyla şehre indik ve... soyuldum. Kendi param,
ödünç aldıklarım, pasaport, her şeyim… Bu felaket, o sevgiliyle sonradan yaşayacaklarımın
bir işaretiymiş ama farkında değildim.
Yabancı bir ülkede parasız
kalan adam ne yapar? Ya yürür ya -evde- oturur. Yürümekten yorulduğumuz günlerden bir
cumartesi BBC’de golf yayınına takıldım. Bendeki kısmete bak. Hayatımda ilk
defa golf seyrediyorum ve dünyanın en eski sahalarından Muirfield’de British
Open’a (daha bilinen ismiyle “The Open”) rastlıyorum. Tabii bunun önemine yıllar sonra ayıldım ama ciddi bir turnuva olduğunu seyrederken de hissetmiştim. Parasızlıktan
dışarı çıkasım mı yoktu, yoksa spor virüsüm devreye mi girmişti bilmiyorum ama 2
gün TV’nin başından ayrılmadan o turnuvayı seyrettim. Golf kanıma böyle girdi.
The Honourable Company of Edinburgh Golfers – Muirfield Course
Zaman içinde golfe hep yakın durdum. Elime geçen yabancı spor dergilerindeki golf yazılarını hiç kaçırmazdım (çok acılı bir Sports Illustrated
aboneliği hikayem vardır). Muirfield’de kazanan Nick Faldo ilk kahramanımdı.
Onu Alman Bernhard Langer ve Avusturalyalı Greg “The Shark” Norman izledi. 1996 US
Masters’da son güne 6 vuruş önde başlayan Norman'ın Faldo'ya kaybedişini CNN teletext servisinden dakika dakika okurken kahroluşumu unutamam. Faldo bile zaferinden
utanmış, konuşmasına “Greg için üzgünüm” diye başlamıştı. Tiger Woods’un iki
US Amatör şampiyonluğunu, okulu bırakarak profesyonel olma kararını ve hızla gelen başarılarını yakından
izledim. Nisan ayı başında oynanan US Masters’i -Fox Sports vermeye başlayalı
beri- iki elim kanda olsa kaçırmam, ibadet gibi seyrederim. TV'de yayınlanan diğer turnuvaları da elden geldiğince takip edip, internetteki haberleri kovalarım.
Greg Norman'ın -seyretmesi bile acı veren- 1996 US Masters felaketi
Güzel bir başlangıç vuruşundan heyecanlanır, deliğin 1 metre
yanına düşüp kalan zarif bir 9I (dokuz iron) vuruşunda sanat görürüm. Deliği
yalayıp geçen her putt’a ah çekerim. Tamamen garip bir "driving" stili olan Jim Furyk'i abim telakki eder, ilk kez 25 yıl önce genç bir adamken izlediğim Fred Couples'un artık veteran turnuvalara girdiğini gördükçe beraber yaşlanmış olmaktan gurur duyarım. Tiger Woods'un çapkınlıklarıyla değil habire vuruş stilini değiştirmesiyle uğraşırım. Rahmetli dayıma çok benzeyen Sir Nick'in İngiliz mizahıyla bezeli yorumculuğundan kendime dersler çıkarırım. EA Tiger Woods Golf oyununu PC'de 2 kez bitirdim, şimdi PS3'de sıfırdan başladım. Filmlerdeki zengin işadamlarına özenip, halı üstünde patayla pratik yapmayı ihmal etmedim. Severim yani. Hatta çok severim. Oynamayı da denedim ama el-göz koordinasyonum 40 yıl önce yok edildiğinden beceremedim. Sarsaklığımın kanıtı olarak evde bir 8I sopa, bir pata (putter), golf eldivenim ve toplarım var.
Sir Nick Faldo Ryder Kupası ile
İşte bu pek sevdiğim golf sporunun en önemli olayı Ryder Kupası (Ryder Cup) bu hafta sonu Chicago yakınlarında Medinah Country
Club’da yapılacak. 39. kez düzenlenecek turnuva, Avrupa ve ABD takımlarını iki yılda bir karşı karşıya getiriyor.
2010’da Galler'de Celtic Manor sahasında oynanan son turnuvayı Avrupa Takımı
14½ - 13½ kazanmıştı. Oyunun tarihçesine şöyle bir bakalım:
İlki 1927’de Massachusetts’de düzenlenen
bu turnuva fikrini kimin ortaya attığı biraz karışık fakat adının
nereden geldiği iyi biliniyor. Bir tohum tüccarı, girişimci ve amatör golfçü
olan Samuel Ryder, her yıl yapılmaya başlanan Amerikan ve İngiliz golfçüleri
arasındaki turnuvalardan birinin sonunda bir parti verir. Parti
muhabbetinde tüm oyuncuların turnuvadan çok zevk aldıkları ortaya çıkar. Ryder, kendi hocası da olan, zamanın ünlü oyuncusu Abe Mitchell’in önerisi
sonucunda 250 İngiliz Lirası’na altın bir kupa yaptırıp turnuva masraflarına sponsor olur. Böylece Samuel Ryder’in ismi dünyanın en prestijli takım turnuvasıyla
birlikte anılır hale gelir.
Yakın tarihin en başarılı Ryder Cup oyuncusu ve kaptanı İskoç Colin "Monty" Montgomerie
Ryder Kupası 1927’den 1977’ye kadar
Amerika ile Britanya & K. İrlanda ekipleri arasında oynandı. 1959’dan
1977’ye kadar yapılan 16 turnuvanın 15'ini Amerikan takımının
kazanması turnuvanın popülerliğini çok düşürdü. Öyle ki, ünlü Amerikalı golfçü
Tom Weiskopf geyik avına gideceği için
turnuvaya katılmayı reddetmişti. Efsanevi şampiyon Jack Nicklaus’un konuyu
açması sonucunda, British PGA (Britanya Profesyonel Golfçüler Örgütü) 1979’den
başlayarak Avrupa kıtasından da iyi golfçüleri de takıma almaya başladı. Ryder
Kupası’na Kıta Avrupası’ndan ilk olarak iki İspanyol; Seve Ballesteros ve
Ignacio Garrido katıldılar. Ancak bu iki çaylak 6 maçta 5 yenilgi aldılar ve
Avrupa maçı 17-11 kaybetti.
1987 Ryder Cup
Kaptanlar - İngiliz Tony Jacklin ve tarihin en büyük golfçüsü Jack Nicklaus
Yine de, yapılan bu değişiklik zamanla turnuvayı
daha çekişmeli hale getirmeyi başardı. Sonunda, 1985’de Belfry’de yapılan
mücadeleyi, 28 yıllık bir aradan sonra ilk defa Avrupa takımı kazandı (1969’da
elde edilen bir beraberlik de var ama turnuva kurallarına göre beraberlik
durumunda kupa el değiştirmiyor ve son kazanan takımda kalıyor). 1985’den sonra
yapılan 12 turnuvada Avrupa 7 yengi, 4 yenilgi ve 1 beraberlikle (kupa
Avrupa’da kaldı) Amerika’ya üstünlük sağlamış durumda. Turnuva Avrupa ve Amerika’da dönüşümlü olarak
düzenleniyor. 11 Eylül saldırıları nedeniyle iptal edilen 2001’deki turnuva
2002’ye kaydırılınca Ryder Kupası artık
çift yıllarda düzenleniyor.
2012 Ryder Cup - Avrupa Takımı
Ryder Cup para ödülü verilmeyen ancak
katılmanın oyunculara büyük prestij ve onur kazandırdığı bir turnuva. Her takım 1
kaptan, yardımcıları ve 12 oyuncudan oluşur. Kaptanları ilgili federasyonlar seçer. Bu seçimin yazılı kriteri olmamakla beraber daha önce Ryder
Kupası’nda oynamış, tecrübeli ve geçmişi başarılarla dolu oyuncular kaptan
seçilir. Aksine bir kural olmamasına karşın, son yıllarda hiçbir kaptan
turnuvada kendisi oynamıyor. Onun görevi takımıyla ilgili tüm organizasyonu
yapmak, turnuva stratejisini belirlemek ve uygulamak, eşleşmelere karar vermek,
oyuncuları motive etmek; kısaca takımın teknik direktörü olmaktır. Bu kadar
işin arasında oyuna yoğunlaşmanın zor olması kaptanları oynamamaya iten en
büyük faktör.
Avrupa'da Monty'den büyük sadece o var. Ryder Cup oyuncusu ve kaptanı
efsane Seve Ballesteros (1957-2011)
Amerika ve Avrupa’nın oyuncu seçme kriterleri biraz farklı. ABD’de
son iki, Avrupa’da ise son bir yılda, önemli turnuvalarda oyuncuların aldıkları
derecelere göre yapılan sıralamada ilk 10’a giren (ABD’de ilk 8) takıma
doğrudan seçilmiş olur. Avrupa’da iki, ABD’de ise dört oyuncu kaptan tarafından
seçilir (wild card). Bu sene ABD takım kaptanlığını Davis Love III
yaparken, Avrupa’nın başında İspanyol Jose Maria Olazabal bulunuyor.
2012 Ryder Cup - ABD Takımı
Zaman içinde formatında bazı
değişiklikler yapılmış olmasına karşın, turnuvada 3 günde toplam 28 maç
yapılacak. Ryder Kupası’nda her maçın değeri 1 puandır. 14½ puana ilk ulaşan takım kupayı kazanır. Skor 14-14 olursa kupa el değiştirmez. Sakatlanan ve
oynayamayacak durumda bir oyuncu olması halinde karşı takım da bir kişi eler ve
turnuva devam eder. 28 maç 3 güne bölüştürülmüştür. Cuma ve C.tesi günleri “fourball” ve “foursomes” formatında 16 maç
(sabah 4, öğ.sonra 4 maç) yapılır. Pazar günü ise 12 tekler maçıyla turnuva
tamamlanır. İlk iki günkü maçlarda kaptanlar istedikleri gibi oyuncu
seçebilirler ancak tekler maçlarında tüm oyuncular oynamak
zorundadır.
2012 Ryder Cup Takım Listeleri (soldaki sayılar oyuncuların yaşını, sağdakiler de RC'a kaçıncı kez katıldıklarını gösteriyor)
Ryder Kupası’nın iki önemli özelliği var.
Bunlardan birincisi takım turnuvası olması. Takım konusunu çok vurguladığımın
farkındayım. Nedeni şu: Profesyonel golf, ağırlıklı olarak bireysel bir spordur.
Oyuncular yıl boyunca katıldıkları turnuvalardan kazandıkları puanlar ve para
ödülleri sonucunda dünya klasmanında yer alırlar. Milliyet ciddi bir faktör
değildir, dünyanın her yerinden oyuncular turnuvalarda karşı karşıya gelirler.
Ancak Ryder Kupası özellikle ilk iki gündeki oyun formatıyla tamamen takım
oyununa yönelik bir yapıdadır (birazdan bahsedeceğim). Birbiriyle iyi anlaşan,
partnerinin oyununu yükselterek sinerji yaratacak eşleşmeleri bulmak kaptan için
hayati önemdedir. Dönemin en iyi 2 oyuncusu Tiger Woods ve Phil Mickelson’un,
2004’de felaketle sonuçlanan “dream
team” deneyinden beri eşleri belirlemek daha da önem kazandı. O turnuvada, ABD Kaptanı Hal Sutton
birbirinden pek hoşlanmayan bu iki ustayı -basının da baskısı sonucu- Cuma
günü beraber oynatmış fakat Woods/Mickleson ikilisi 2 maçı da kaybetmişti. Aynı ABD
basını, 18½ - 9½ skorla kaybedilen kupa sonrası Hal Sutton’u kazığa oturtmaktan geri durmamıştı o başka.
Phil Mickelson ve Tiger Woods ABD Kaptanı Davis Love III ile
Turnuvanın ikinci önemli özelliği de “match
play” (maç) kurallarıyla oynanması. Profesyonel golf; ezici bir çoğunlukla;
toplam vuruş sayısının sayıldığı “stroke play” (vuruş) turnuva formatına
sahiptir. 18 delikli sahayı kaç vuruşta bitirdiğiniz aldığınız dereceyi
belirler. Yani sporcu rakiplerden çok kendisiyle yarışır. Match play
ise, bir rakibe karşı delikleri kazanmak üzerine kurulmuş bir sistemdir. 18 delik teker teker
oynanır. Deliği kazanmak için, rakipten daha az vuruşta topu sokmak gerekir; karşılığında 1 puan kazanılır. Eğer iki oyuncu da deliği aynı sayıda vuruşla
bitirmişse ½’şar puan alırlar. Eğer
puan farkı, kalan delik sayısını geçmişse maç biter ( “X Y’yi 3&2 yendi”
ibaresi daha 2 delik kalmış olmasına karşın X’in 3 puan öne geçtiğini ve maçın
bu şekilde bittiğini ifade eder). Bu şekilde devam eden maç sonunda daha çok puana
ulaşan sporcu/ikili maçı kazanmış sayılır ve takımına 1 puan kazandırır. Maçın berabere bitmesi durumunda ise play
off, tie break, vs. yapılmaz, her iki takım da ½ puan alırlar. Match play
formatında psikolojik faktörler daha öne çıkar. Rakibi korkutup hataya
yöneltmek, karşı tarafın vuruşuna göre kendi taktiğini geliştirmek gibi “stroke
play”de olmayan psikolojik ve stratejik faktörler ortaya çıkar. Harika stroke
play oyuncularının maç formatında başarısız olduğu nadir görülen bir olay
değildir.
Golfün yeni harika çocuğu K.İrlandalı Rory McIlroy
Turnuvanın tüm maçları “match play”
kurallarıyla oynanıyor dedim ama turnuvada 3 değişik oyun tipi var. Fourball (dörttop), foursomes (dörtlü), ve singles (tekler):
Fourball (Dörttop): Her takımdan 2’şer
oyuncu bir ekip olarak mücadele ederler. Her oyuncu kendi topuyla deliği en az
vuruş sayısıyla bitirmeye çalışır. Bunu başaran sporcu ekibine 1 puan
kazandırır (partnerinin vuruş sayısına bakılmaksızın). Ayrı takımlardan
oyuncular deliği aynı düşük sayıda vuruşla bitirirlerse puan bölüşülür.
Foursomes (Dörtlü): Her takımdan 2’şer
oyuncu bir ekip olarak ancak tek topla oynarlar. Ekip oyuncuları dönüşümlü
olarak vuruşlarını yaparlar. Partnerler deliklerin açılış vuruşlarını da önceki
deliği hangisinin bitirdiğine bakmaksızın yine dönüşümlü olarak yaparlar (önceki
deliği kazanan ekibin, sonraki deliğin açılış vuruşunu yapması anlamındaki genel
golf kuralı “honour”dan vazgeçilmez).
Singles (Tekler) : Her takımdan 1 oyuncu
rakibiyle teke tek maç yapar.
Ryder Cup’da oyuncular para kazanmaz
dedik ama ortada müthiş para dönüyor. Bir kere, turnuvayı düzenleyecek saha
(neredeyse 5-6 sene önce belli olur) organizasyona çok sıkı bir para öder.
Ancak seyirci giriş ücretleri, alınan sponsorluklar, yakınlardaki otellerle
yapılan anlaşmalar ve cebi dolu golf meraklılarına çakılan “gezi paketleri”yle
bu para çıkar (bu seneki gala yemeğinin fiyatı 500 dolardı). Çıkmayan kısım kalmışsa o da “pazarlama harcaması” sayılır.
Herhangi bir özel kulübün Ryder Cup’a ev sahipliği yapmış olmasının prestiji
müthiştir. Medinah Country Club (Medine Kır
Kulübü) bu turnuva için seçilen 3 No.’lu sahanın sadece green’lerini
elden geçirmek için 1.5 milyon dolar harcamış durumda.
Onun dışında her iki takım için aylar
öncesinden takım takım kıyafetler tasarlanır, oyuncuların ölçüleri alınır.
Yanılmıyorsam ABD takımı bir keresinde Avrupa’ya Concorde ile uçmuştu. Hanımlar,
çocuklar, dadılar ve evribadi!! Sporcuların hanımları dediysek geçmeyelim. Hepsi
için bir örnek ayrı giysiler, balo için tuvaletler, kuaför ve manikürcüler
hazır tutuluyor. Golfün çağrıştırdığı ne kadar şaşaa varsa Ryder Cup’da
yaşanıyor.
Golf Amerika’da büyük manyaklık.
Hakikaten herkes golf oynuyor. İyi veya kötü oynamak çok önemli değil (zaten
handikap sistemi var). Bizde nasıl yazlıkta sonu gelmez tavla turnuvaları
yapılırsa Amerikalılar da golf oynar. Yerine göre iş toplantıları, mahallenin
içkici tayfasının eğlencesi, bazen de karı koca memur emeklilerinin sabah
yürüyüşü niyetine o küçük topa sopalarla vura vura spor yaparlar. Karşılıklı bahse çok açık bir oyun olduğundan parasına
golf oynayanlar gırla. Michael Jordan’ın golfte büyük paralar kaybettiği sır
değil. MJ'ın golf sevgisi Ryder Cup’a seyirci olarak katılmaya kadar varıyor. Hatta majesteleri son iki turnuvadır Amerikalı oyunculara motivasyon konuşmaları yapıyor, bu sene de ABD takımına "fahri üye" seçildi.
Ryder Cup 2012 - MJ ve Tiger
Golf sporunun "etiketi" kurallar haricinde ayrı bir külliyat. Abartılı sevinmek, rakibi rahatsız etmek falan büyük ayıp sayılır. Oyuncuların bir İngiliz centilmeni gibi oynamaları (ne demekse artık) esastandır. Çok kötü vuruşlar yapan bir profesyonelin kabul edilebilecek en ağır tepkisi, oyun sonunda topunu suya falan atmasıdır. Tiger Woods'un kötü bir vuruş sonrası inceden çektiği "Hass...r!!" basında iki hafta yazıldı çizildi, paşanın özür dilemesi bile sıkı bir para cezasını önleyemedi. Turnuvayı kazanıp bir milyon doları cebe atan adamın, babasının ölüm haberini almış bir ifadeyle topunu delikten çıkarıp, beraber oynadığı oyuncuları ve caddie'leri tebrik ettikten sonra hafif de olsa sevinmesi beklenir. Galibiyet golünü atmış topçu gibi oraya buraya seyirtmek büyük bir kültürsüzlük kabul edilir. Bu etiketin geçmediği tek bir yer var: Ryder Cup. Bu turnuvada önemli bir topu sokan sporcunun 30 metre depar atmasına kimse şaşırmaz. İnceden rakibe bakarak "Koyduk mu!" hareketi çekmek kabul edilebilir. Seyirciler de müthiş tarafgir bir profil sergilerler turnuva boyunca. 1999 Ryder Cup'ta Amerikalı seyirciler Justin Leonard'ın galibiyeti getiren vuruşu sonrası -rakibi Olazabal'ın daha beraberlik şansı varken- sahayı işgal etmişler ve tüm turnuva boyunca Avrupalılar'ı taciz etmişlerdi. Avupa'nın en iyi oyuncularından Colin Montgomerie'ye "Mrs. Doubtfire" adını takıp 3 gün boyunca ıslıklarla adamı demoralize etmişlerdi. Zaten Brookline'daki o turnuvadan beri seyircilere arz edilen alkol miktarında kısıtlamalara gidildi. Golfa meraklı herkes (yani Türkiye ve
bazı Afrika ülkeleri hariç tüm dünya) nefesini tutmuş bu hafta sonunu bekliyor.
Saha ve seyirci avantajını da dikkate alırsak favori Amerika gibi gözüküyor ama eski kıtanın oyuncuları, takım ruhunu çok
daha iyi özümsemiş durumdalar. Ryder Cup’ta bu çok önemli bir faktör. Amerikalılar takım ruhunu ping-pong turnuvalarıyla canlandırmaya çalışırlarken Avrupalılar'ın böyle şeylere ihtiyacı yok. Onlar merhum kaptanları Seve Ballesteros'un profilini golf çantalarına işleyecek kadar birlik ve beraberlik içindeler. İlla tahmin yap derseniz Amerika'nın 4 çaylağı ve Mickleson ile Woods'un çiftler maçlarındaki tarihi başarısızlıkları onlara yine yenilgiyi tattıracak gibi geliyor:
ABD 13 - 15 Avrupa
Normal, kablolu ve paralı kanalların
hiçbirinde korkarım yayın bulamayacağız . RyderCup.com sitesi de coğrafi kısıtlar koyacakmış. İnternette link bulan bana da
haber versin.
Türkiye Golf Federasyonu sitesindeki bir istatistiğe
göre Belek’teki sahalarda golf oynayanların %98’i yabancı. Tavla oynayanlar hakkında
bir bilgiye rastlamadım. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak en sevdiğim
şey. Bu sebeple yazdım.