19 Aralık 2012 Çarşamba

Geleceğin Gözde Mesleği: Long Snapper

Gazetelerin yıllardır süren geyiğidir geleceğin gözde meslekleri. Dönemine göre belli meslekler sıralanır: Bilgisayar programcılığı, genetik mühendisliği, sosyal medya uzmanlığı, robotik cerrahi, ve daha niceleri...

Bu yazıda listelerde yer almayan ama bence çok daha gözde bir meslek önereceğim: Long snapper'lık. Bu mesleği tanıtmadan önce, büyüklerimizin bizi gençken çok nefret ettiren, ama büyüdükçe haklılıklarını gördüğümüz baş kriterine bakalım: "Mayıştan haber ver?"

Bir long snapper

2012 itibariyle NFL'de yer alan long snapper'ların yıllık maaşları (Kaynak)

1 Jon Condo $1,175,000
2 Mike Leach $1,000,000
3 Jeremy Cain $850,000
4 Cullen Loeffler $840,000
5 John Denney $835,000
6 Greg Warren $825,000
7 Jon Dorenbos $800,000
8 Andrew Economos $700,000
9 Zak DeOssie $700,000
10 J.J.Jansen $615,000

Bu maaşlar en huysuz, en laftan anlamaz babaannenin bile dudaklarını uçuklatır. Şu aşamada diyebilirsiniz ki, daha çok maaş alan başka meslekler de var. Örneğin yine bir Amerika Futbolu pozisyonu olan Quarterback'ler en az 10 katı kazanırlar. Olabilir ve hatta örnekler çoğaltılabilir. Ama gözde meslek olarak long snapper'lığın ciddi avantajları var. Onlardan bahsedeceğiz birazdan, ama maaş konusunu kapatmadan bir şeyi sabitleyelim: Yukarıdaki maaşlar ilk 10 sıradaki adamların maaşları. Biz mütevazi olalım ve ortalama yıllık maaşa 400 bin dolar diyelim. 400 bin dolar maaş bizim parayla yıllık 720 bin yapar. Böl 12'ye, aylık 60 bin TL maaş (babaanneler anlasın diye 60 milyon diyebilirsiniz, onlar nedense paradan 6 yerine 3 sıfır atmakta ısrar ederler)

Hangi meslek ayda 60 milyar kazanır? Yukarıdakilerden robotik cerrah belki. Ama o da 6 sene tıp fakültesinde okuduktan sonra, eğer TUS'u kazanabilirse 5 sene uyumamacasına ağır bir tempoda asistanlık yaptıktan sonra uzmanlığını alır, ama işi bitmez. Sonrasında 2 sene kimsenin normalde yaşamak istemediği bir il veya ilçede zorunlu hizmetini yaptıktan sonra belki kendine isim yapar da o kadar maaş alabilir. Bu maaşı alsa bile yoğun çalışma temposuna devam edecektir, her an ameliyata gidecek gibi bir hayat yaşamalıdır.
Normal bir büro işinde çalışan yorgun şahıs

Long Snapper ne iş yapar?

Amerikan futbolunda topu bacak arasından arkasındaki takım arkadaşına vererek oyunu başlatma işine snap denir, bu işi de Center pozisyonunda oynayan oyuncu yapar. Normalde bu bacak arasından pas işleminde top arkadaki oyuncunun eline tutuşturulur, veyahut shotgun formasyonunda başlanacaksa 5 yarda gerideki adama top fırlatılır.

Normal oyun başlatırken yapılan snap nisbeten kolay bir iştir. Gelgelelim punt ve field goal oyunlarında ise topu bacak arasından daha uzağa fırlatabilmek gerekir. Bu mesafe punt oyununda 15 yarda, field goal'de ise 8 yardadır. Bu uzağa fırlatma işi ekstra bir yetenek gerektirdiği için normal center bunu yapmaz (zaten center'ın tek işi de bu değildir). Yerine long snapper adı verilen, bacak arasından topu uzağa düzgün atabilmek konusunda uzmanlaşmış oyuncu yapar.

Long snapper'ın işi topu fırlatmakla bitmez. Fırlatmanın hemen ardından topa ayakla vuracak takım arkadaşına köpek balığı misali saldıracak rakip oyunculardan kendisine denk geleni, tamamen durduramasa bile en azından geciktirebilmelidir.

Son olarak, punt oyununda topa punter ayakla vurduktan sonra top geri dönerken de eğer dönüşçü (returner) kendisine denk gelirse tackle yapmakla yükümlüdür.

Neden kıyak bir iştir?

Şimdi gelelim long snapper'lığın avantajlarına. İlk avantajı iş yükünün oldukça az olmasıdır. Örneğin play-by-play'ine baktığımız şu maçta Chicago Bears long snapper'ı Mannelly 5 defa, Green Bay long snapper'ı Goode ise 7 defa sahaya çıkmıştır. Normal bir oyuncu ise bir maçta 50-60 civarı snap görür.

Yapılan iş de beceri açısından nisbeten kolaydır. Elbette punt ve field goal için topu long snap yapmak oldukça kritik bir iştir, yanlış yapıldığında takıma oldukça zarar verir. Ama sadece tek bir işe odaklandıysanız bunu çok çalışarak mükemmelleştirebilirsiniz.

Long snap sonrasındaki ikincil işlevler olan blok ve tackle için ise mükemmel olmanız gerekmez, sadece idare etmeniz gerekir. En beyinsiz görünen futbol oyuncuları bile sezon içinde koçların binbir türlü taktiğinin bulunduğu  playbook denilen devasa kitabı ezberlemek zorundadırlar. Long snapper'ın böyle birşeye ihtiyacı yoktur. Herkes playbook'u ineklerken o daha entellektüel kitaplar okuyabilir.


Long snapper oynayabilen oyuncu bulmak zordur. Bence zorluk şununla alakalı: Hiçbir oyuncu gençken "ben long snapper olacağım" diyerek kariyerine başlamıyor. Başka pozisyonlarda şansını denedikten sonra bir şey yapamayacağını anladıktan sonra işsiz kalmamak için long snapper'lığa razı oluyor. Halbuki daha gençten kendinizi long snapper'lığa hazırlarsanız daha iyi uzmanlaşabilirsiniz. Belki diğer pozisyonlar gibi seneden 20 milyon dolar kazanamazsınız ama yine de dünyadaki birçok işten çok daha fazlasını kazanırsınız.

Az efor sarfedildiğinden long snapper'ların kariyeri de uzundur. Normal bir pozisyon oyuncusu ise gerek kariyeri sırasında, gerekse emekli olduktan sonra sakatlıklarla uğraşacaktır. Ayrıca senede 6 ay mesai yapar, diğer 6 ay tamamen özgürdür.
Bears long snapper'ı Patrick Mannelly. 1998'den beri takımdadır ve takımın en eski oyuncusudur.
Fazla long snapper olmadığı işi de sağlamdır. Başka pozisyonda oynayan oyuncular çok kazanıyor olabilir, ama pozisyonları her an sallantıdadır. Long snapper'ı ise kimse doğru dürüst tanımaz bile, ama maaş tıkır tıkır yatar hesaba.

Bence gözde meslek dediğin bol maaş alınan, kolay becerilebilen ve az çalışılandır, tüm bu açılardan long snapper'lık idealdir. Gazetelerin gazına gelmeyin. Eğer gençseniz şimdiden topu bacak aranızdan fırlatma denemelerine başlayın. Eğer oğlan çocuk sahibiyseniz -çocuğunuz zaten o pozisyonda durmayı çok sever- bacaklarının arasından bakarken eline top tutuşturuverin. Benimki şimdiden 3-5 inç uzağa snap yapabiliyor mesela.


Not: Bu yazının yazılmasının Chicago Bears'ın habire yenilip durmasıyla zerre alakası yoktur!

21 Kasım 2012 Çarşamba

Bears 1985 mi, yoksa 1984 mü?

Amerikan Futbolu bizim futbola çok benzer. Haftasonu bir maç yapılır, ondan sonra bütün hafta vıdı vıdı lafı yapılır. Hemen her gün maç yapılan MLB ve NBA'de bu fırsat fazla yoktur.

Doğal olarak bu, hakkında yazılan takım yendikçe aşırı iyimser, yenildikçe de aşırı kötümser olmaya sevkeder kişileri. 7-1'de kral olan Chicago Bears ardarda Houston Texans ve San Francisco 49ers'a yenilip 7-3'e gerileyince, ve en önemlisi sezona kötü başlamış ezeli rakibi Green Bay Packers'a sıralamada yakalanınca yerel gazeteler neredeyse okunmaz hale geldi. Haksız da değiller, ama belki daha önce haklı da değillerdi. Neyse, biz bunların dışına çıkarak, nisbeten daha soğukkanlı biçimde çeşitli açılardan yorumlarımızı yapalım, sayıları analiz edelim.
Pahalı Yedek QB Campbell şu ana kadar hayalkırıklığı
  
Efsanevi 1985 Takımı

Chicago Bears bu sezon çok iyi gidince, ve hele hele defansı oldukça dominant olunca ister istemez şehrin son Super Bowl şampiyonu efsane 1985 takımı ile kıyaslamalar başladı. Örneğin 1985 takımının ilk 8 maçı sonundaki istatistikleri ile 2012'nin karşılaştırması şöyle idi: (İlk sıra 85 Bears, kaynak)

W-L 8-0  7-1
PPG Allowed 14.3 - 15.0
YPG Allowed 305.6 - 318.1
Takeaways 29 - 28
Sacks 32 - 25
Defensive TDs 2 - 7


Üstelik 1985'den beri defansın işini zorlaştıran birçok kural değişikliği olmasına rağmen rakamlar birbirine oldukça yakın ve defansif TD'lar konusunda 2012 ayılarının belirgin bir üstünlük var.




Chicago Bears 1985 ile ilgili video serisinin tamamı için tıkla

Jay Cutler vs Jim McMahon

1985 Bears demişken, o takımın quarterback'i Jim McMahon ile Jay Cutler'ın birçok benzerliği var. İkisinin de öyle muhteşem istatistikleri yok, ama takımlarına maç kazandırmayı becerebiliyorlar bir şekilde (Bu lafa Cutler için itirazlar gelecektir). İkisi de gözü kara; topu alıp koşabiliyorlar ve sert darbelerden korkmuyorlar.
Soldan sağa: Jim McMahon, Jay Cutler

Gelgelelim 1984 sezonunda McMahon sakatlanıp sezonu tamamlayamıyor. Bears bir şekilde playoff'a çıksa da, San Francisco 49ers'a 23-0 yeniliyor ve Dokuzcular kendileriyle "Next time, bring your offense" (Bir dahaki sefere hücumunuzu da getirin) diye dalga geçiyorlar.

Bu sezon 49ers'a 32-7 yenildik (son dakikalardaki anlamsız TD'ı saymazsak skorumuz yok) ve 1984'deki maçta 9 sack'e karşılık 3 sack yaparken 2012 6 sack'e karşılık 2 sack yapabilirken, ofans olarak da 1984'de 387'ye 186, 2012'de ise 355'e 143 gerideyiz. Üstelik Jay Cutler sakat ve ne zaman döneceği belli değil. Sonuç olarak, bu sezon 1985'den ziyade 1984'e benziyor gibi.

Efsanevi 1985 takımının neden sadece tek şampiyonlukta kaldığı yine McMahon'da gizli, zira kendisi o 1986 sezonunda da sert bir darbe sonucu sakatlanıyor ve sezonu kapatıyor. Kendisi şu anda kafa ile ile ilgili sakatlıklarla alakalı sağlık sorunları yaşıyor ve bir grup emekli oyuncuyla NFL'e dava açmış durumda.

McMahon Cubs forması giydiğine göre durumu hayli vahim

Yenilgi Analizi: Savunma Takımları

Yenildiğimiz 3 maçta da iyi savunmacı takımlara yenildik. Houston Texans ile San Francisco 49ers birçok savunma istatistiğinde Bears'ın bile önünde. Green Bay ise bu sezon geçen sezona göre savunmada gelişme kaydetmiş vaziyette ve maç başına sadece 20.7 sayıya izin veriyor.

Green Bay'e yenilirken Cutler tam 7 kere sack edildi, 4 de INT attı. Houston Texans karşısında sert bir tackle ile sakatlandı ve 49ers karşısında hiç oynayamadı. Maalesef geçen seneki Caleb Hanie faciasından sonra "parayı bastıralım da sakatlıklara karşı güvencemiz olsun" diye alınan Jason Campbell hemen hemen hiçbir varlık gösteremiyor.


LB Dobbins kafaya darbeden 30 bin dolar ceza aldı ama bu Cutler'ın değerini karşılamaz

Galibiyet Analizi

Chicago Bears 7-1 ve herşey tozpembe iken yendiği takımlar Colts dışında hep .500'ün altındaydı. O zaman bu o kadar dillendirilmedi çünkü çok dominant galibiyetler alıyorduk. Bu takımların şu anki durumlarına bakarsak:

Indianapolis Colts 6-4 (Çaylak Andrew Luck çok iyi işler çıkarıyor)
St.Louis Rams 3-6
Dallas Cowboys 5-5 (Son 2 maçını kazandı, playoff konuşulmaya başlandı)
Jacksonville Jaguars 1-9 (Zaten 41-3 yendik)
Detroit Lions 4-6 (NFC North çok güçlü ve grup maçlarında 0-4'ler. Çok da küçümsememek lazım)
Carolina Panthers 2-8
Tennessee 4-6 (51-20'lik müthiş galibiyet)

Kalan Maçlar

Savunması iyi takımlara karşı hücum çok yetersiz dense de, GB maçını saymazsak Cutler'ın yokluğu da yenilgilerde etken diye düşünüyorum. Kalan maçlardaki olası varlığı halen umutlu olmamı sağlıyor.

Minnesota 6-4 (2 maç, sezona iyi başlamışlardı, ama düşüşteler)
Seattle 6-4
Green Bay 7-3 (Evimizde oynuyoruz, gerçi istatistiki olarak anlamlı bir avantaj olduğu söylenemez)
Arizona 4-6
Detroit 4-6

Rakiplerden Seattle savunma istatistiklerinde San Francisco ve Houston ile aynı ligde. Arizona da maç başına sadece 19.6 sayıya izin veriyor. Yani yenilgi profilimiz açısından korkutucu rakipler olduğu söylenebilir. Cutler'ın büyük ihtimalle Seattle maçına dönecek olması sevindirici. Gelgelelim Cutler'ın zayıf karnı sack konusunda Green Bay 33 ile 2., Arizona ve Seattle ise Chicago ile beraber 28 ile 5nciliği paylaşıyorlar.

16 Kasım 2012 Cuma

Hani Cubs?

Sporsever bir insanım. Aynı zamanda, belki karakterimin daha baskın yönü ise taraftarlık. Sevdiğim sporları da genelde taraf tutarak seyrederim. Ama objektifliği de mümkün olduğunca bozmamaya çalışırım; tribünde herkes hakeme saydırırken yandakine "aslında faul de değil ha" diye fısıldayan kişiyim ben. Ama küfür edeni de engellemeye çalışmam: Taraftarlık da rekabete dahil çünkü. Diğer yandan, mümkün olduğunca iyi oynayanı takdir ederim.
Sevimli bir Packers taraftarı

Neyse, 2012 taraftar olarak iyi geçti ve halen geçiyor şahsım için. Tuttuğum "association football" takımı ülkesinin liginde hem normal sezonu hem de playoff'u şampiyon bitirdi. Bu sezon da puan durumunda lider. Ayrıca Avrupa kupasında da toparlandı ve üst tura çıkmaya yakın durumda (Ne kastım ama futbolu hijyenik blogumuza mümkün olduğunca az karıştırmak için)

Amerikan futbolunda Chicago Bears sezona iyi başladı. Şu anda 7 galibiyet 2 mağlubiyet ile NFC North'da lider. Gerçi ezeli rakip Green Bay Packers (ki sezona kötü başlamalarına rağmen şu anda 6-3 ile ensemizdeler) ile Houston Texans gibi iki önemli maçı kaybettik diye kötümser olunabilir, ama meşhur defansımız iki yenilgi dahil mükemmel oynuyor. Hemen hemen tüm defansif istatistiksel kategorilerde ya lideriz, ya da ilk 3'deyiz.

Bears defansı bu sezon topun mutlak sahibi (Lance Briggs INT TD'a koşarken)
Diğer yandan Mike Martz prangasından kurtulan hücumumuz ve QB Jay Cutler (bkz. bu yazının son paragrafı), hava kuvvetlerine NFL'in en iyi tutucularından WR Brandon Marshall'ın eklenmesiyle hiç de fena performans sergilemiyor. Marshall kendisini yıllardır soyunma odasının sevilmeyen karakterlerinden biri yapan psikiyatrik sorunlarını düzenli terapi ile aşmışa benziyor. Cutler ortalamada etkileyici rakamlar üretemese de, son çeyrekteki performansıyla ve gerektiğinde "game manager" olmasıyla takdiri hakediyor.

NBA'de New York Knicks sezon öncesi yıldız guard Jeremy Lin'i Houston Rockets'a kaptırınca sezon öncesi tahminlerde hiç kendisine değinilmeyen bir takım olmuştu. Yerine gelen eski Knick Raymon Felton geçen sezonu çok kötü geçirmişti, Jason Kidd ise binbeşyüz yaşındaydı. Yine ihtiyar Marcus Camby ile emeklilikten dönen Rasheed Wallace sempatiyi sadece azaltmaya yaramıştı.


Ben ise 3 yıldızının yanına iyi görev adamları ekleyen ve iyi yönetilen takımın iyi olacağına inandım. Sezon öncesi takımın 1 numaralı yıldızı Amare Stoudemire ünlü pivot Hakeem Olajuwon'un malikanesine giderek özel pivot hareketleri dersi aldı. Yetmedi, Olajuwon takımın sezon öncesi kampına katılıp herkese pivot hareketi dersi verdi.

Nitekim sezona 6-0 ile başladık, yendiğimiz takımlardan üçü Miami Heat, Dallas Mavericks ve son olarak San Antonio Spurs. NBA takımları en az 2 yıldızsız şampiyon olamaz, ama onları organize eden iyi biri olmadan cacık bile olmaz. O açıdan koç Mike Woodson da takdiri hakediyor.

Hani Cubs? :)

11 Ekim 2012 Perşembe

Oyun Bitti, Ben Hala Bahtiyarım

Dün akşam saatlerinde ABD Anti Doping Kurumu USADA Lance Armstrong soruşturmasının 200 sayfalık raporunu yayınladı. Bu konuda bir şeyler yazmam gerekiyor. Ama full time bir yazar değilim. Hayatımı başka bir işle kazandığımdan, şimdilik konuyla ilgili uzun bir yorum yazacak zamana sahip değilim. Dün, rapora kaynak olan bazı sporcuların tanıklıklarını okuyabildim ve twitter'da yazan gerçek gazetecilerle bisiklet sporu uzmanlarının yorumlarına göz gezdirdim. Öne çıkan nokta, 1999-2005 dönemi boyunca US Postal takımının, USADA'nın tanımıyla "spor tarihinin en profesyonel, sofistike ve başarılı doping programı"nı uygulamış olduğu. Bu organizasyon, Festina skandalından çok daha gelişkin ve karmaşık bir teşkilatın olduğunu ortaya koyuyor. Her şeyin iyisi Amerika'da canım kardeşim. Asılacaksan İngiliz sicimiyle, doping yapacaksan Amerikan takımıyla!!




George Hincapie'den Levi Leipheimer'a, Jonathan Vaughters'dan C. Vande Velde'ye kadar, Lance'le beraber yarışmış hemen tüm Amerikalı yarışçılar USPS takımındayken doping yaptıklarını, Lance'i defalarca yasaklı madde kullanırken gördüklerini ve bu doping programını takım yönetiminin yürüttüğünü itiraf ettiler. İtirafçılar tanıklıkları karşılığında ufak cezalara çarptırıldılar. İçlerinden Hincapie ve Michael Barry, bugünün geleceğini bildiklerinden olsa gerek, bu sezon sonu sporu bıraktılar. Diğerleri büyük olasılıkla 2013 Paris-Nice yarışına kadar cezalarını bitirip pelotonda yerlerini alacaklar.



Bu skandal bisiklet sporuna şöyle zarar vermiştir, böyle kandırıldık falan demeyeceğim. Kişisel olarak, uzun zamandır Lance Armstrong'un doping yapmış olduğunu kabullenmiştim. Ama geri döndüğü 2009-2010 döneminde temiz kaldığına, şöhretini ve kurduğu imparatorluğu tehlikeye atma salaklığını yapmamış olduğuna kaniydim. Umuyordum diyelim çünkü mantıklı birinin öyle davranmış olması gerekiyordu. USADA kayıtları romantik bir aptal olduğumu suratıma vuruyor. Katil cinayet işlediği yere dönermiş ya, Lance de Avrupa'ya dönüp kaldığı yerden işe devam etmiş. En çok buna şaşırdım.

Dünden beri aldığım bazı tweetler "E biz şimdi bisiklet sporunu sevmeye nasıl devam edeceğiz?" minvalinde gidiyor. Festina'dan sonra, Pantani'den sonra, Ullrich'ten sonra nasıl devam ediyorsak öyle. Şikeli ligimize rağmen hala nasıl stada gidiyorsak aynı hislerle. Politikacıların yalanlarına rağmen 4 yılda bir oy vermeye tıpıış tıpış gittiğimiz gibi. Önce biraz uzaktan, biraz kırık. Belki Paris-Nice'i içimiz kaldırmayacak. Ama sonra, De Ronde, Roubaix, Liege yeni yüzleri, yeni mücadeleleri ortaya koyacak. Önce göz ucuyla, sonra haberlerini okuyarak, en son ise L'Alpe d'Huez finişinde yine çığlık çığlığa olacağız. En azından bu aptal öyle olacak.

Ullrich, Riis, Virenque, Pantani... Söyle sevmedik mi??

Tecrübe yediğimiz kazıkların toplamıymış. Yaşam da kazıkları hazmedip yola devam etmek sanırım. Seneye (hatta bugün bile yarış var TV'de) yarış seyrederken örselenmiş ama daha akıllanmış olacağız.  Dopingli veya temiz, bisiklet tepesinde helak olanlar dünyanın en zor işlerinden birini yapıyorlar. Romantik bir aptal bile bunu anlar: Sevgi şarta bağlı değildir.


4 Ekim 2012 Perşembe

Yeniden Şikago Ayıları (Savunma)

Sanıyorum tüm spor dalları içinde Chicago Bears kadar defans ile özdeşleşmiş takım zor bulunur. Demin Google'da "Chicago Bears defense" diye arama yaptığımda tam 182 milyon sonuç çıktı. Green Bay Packers içinse 36 milyon. İlk çıkan sonuçlardan biri Bears'ın 80'lerde ortalığı domine ettiği 46 defansı. Tabii 46 defansı, zaman içinde rakip hücumlar tarafından hızlı ve kısa paslarla çözüldü, o ayrı. Ama günümüzde de Bears demek defans demek.

Bu defansın görünen yüzü Brian Urlacher ise, mimarı da -Tampa Bay'de linebacker koçu iken gördüğü- Tampa 2 savunmasını Bears'a uygulatan başkoç Lovie Smith.

Chicago Bears 1985 defansı (72 numaralı olan Refrigerator Perry)

Geçen yazımda hücum gücü yüksek(!) yeni Bears'dan bahsetmiştim. Gelgelelim Salı günü yayınlanan o yazıdan 2 gün sonraki "Perşembe Günü Futbolu" maçında GB Packers beni aynen tekzip etti. Bears maçı 23-10 kaybederken (tek TD maçın sonlarında geldi), QB Cutler 4 INT attı, WR Marshal ise sadece 2 kere top yakalayabildi. Cutler'ın boyuna posuna bakmadan LT Webb'e gider yapması da dibe vurulan noktaydı. Maçtan sonra Chicago Tribune yazarı Steve Rosenbloom "What was exactly new here?" (burada tam olarak yeni olan ne?)'lerle dolu yazısıyla adeta beni tanımadan, bilmeden ve okumadan selamlamış oldu.

Clay Matthews tam 3.5 sack yaptı (Geçen sene Detroit'den Suh'un aynı pozunu koymuştum, bir daha iflah olmamıştı)

Packers maçını youtube'dan buldum ve tamamını seyrettim. Maçın ilk çeyreği 0-0, yani iki takımın da defansı çok iyi başlamış. Sonra Bears hücumda hatalara devam ederken Packers biraz işi çözüp maçı kazanmış. Yani o maç sonrasında en azından defans iyi diye teselli bulmak mümkündü.

Sonrasında St.Louis Rams maçında hücum yine durgundu. 23-6'lık farklı galibiyet aldatmasın, durum 13-6 iken, yani Rams sadece bir TD gerideyken, Şikago defansından Major Wright yaptığı 45 yardalık INT return TD ile maçı kopardı. Defans 6 sack, 2 INT ile üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Hücum ise yine anemikti. Ama önemli bir galibiyet elde edilmiş oldu. Maçın havasını en iyi özetleyen yazı "Dayanıklılık Bears'ı Bayağı Taşır" idi.

Bir sonraki maç "Pazartesi Gecesi Futbolu"ydu ve deplasmanda NFL'in en şöhretli takımı Dallas Cowboys rakipti. Dallas eski günlerinden uzak olsa da önemli bir takım. Maç öncesi skor tahmini esprili olarak 4-2 idi, çünkü iki takım da birbirine benziyordu: Kötü hücum hattı ve iyi defans hattı. Neyse, ben de Pazartesi gecesi 21 sularında saatimi (saat mi kalmış bu devirde, elbette cep telefonumu) 3:30'a ayarlarak yattım.

Maç Cowboys hücumuyla başladı. Dallas iyi koşularla ilerliyordu ki, ardarda 2 sack ile tüm momentumları gitti ve punt ile hücumları bitmek zorunda kaldı. Chicago ise ilk hücumuna kısa paslarla başladı. Bir süre başarılı gider gibi gözükse de Cowboys defansı hemen uyum sağladı. Ve ilk çeyrek 0-0 bitti.

Maçtan önce ünlü dönüşçümüz ama aslen emektar WR'miz Devin Hester (kimler geldi, kimler geçti) "topa daha fazla dokunmak istiyorum" diye bir çıkış yaptı. Haklıydı, zira Brandon Marshall falan derken Bears kendisini unutmuştu. WR'lar koçu hemen "ben receiver'ın top isteyenini severim" diye demeç vererek kendisini destekledi. Nitekim ikinci çeyrekte tam 2 kere deep rout, yani "snap'le beraber kafa yerde koşabildiğin kadar koş, sonra kaldırıp topa bak" oyununda Hester iki kere denendi ama başarılı olamadı.  Yine de Bears önce FG buldu. Ardından defanstan CB Charles Tillman'ın INT return TD'ı ile 10-0 öne geçti. Dallas hücumu devrenin sonlarında ritmini buldu ve onlar da bir TD bulunca ilk yarı 17-7 kapandı.

Charles Tillman

İkinci yarının hemen başında Cutler yine dip rotada Hester'ı buldu ve TD ile Bears 17-7 öne geçti. Sonra da LB Lance Briggs INT return TD ile durumu 24-7'ye getirdi. 4. çeyrekte etkili bir Cowboys hücumu yine CB Jennings'in INT'ı ile neticelendi. Cowboys'un kendine güveni kalmadığı sırada maçta o ana kadar adına yakışır şekilde çok etkili oynayan WR Brandon Marshall TD'ını yaptı ve maç 34-10 Bears'ın galibiyetiyle bitti.

İri fiziği ile Brandon Marshall

Böylece 4. hafta sonunda Bears 3 galibiyet 1 mağlubiyet ile NFC North'da liderliği sürpriz Minnesota Vikings ile paylaşıyor. Defans zaten muhteşem, aşağıdaki rakamlar bunu açıkça gösteriyor (parantez içindekiler 32 takım arasındaki sırası)

Pts/G 17.0 (5)
3rd Down Pct %26.1 (2)
Sack 15 (3)
Interception 11 (1, ikinci 8)
Pass Avg 10.6 (6)
Int Ret TD 3 (1)
Takeaway 14 (1)

Hücum için böyle bir istatistik güzellemesini denemiyorum bile. Ama son maç iştah açıcıydı. Cutler maça kötü başlasa da ritmini buldukça güzel işler yaptı. Büyük umutlarla alınan yıldız WR Brandon Marshall 7 tutuş, 138 yarda ve 1 TD ile yıldızlaşırken, Hester ile çaylak Jeffrey de 3'er tutuş ile iyi iş çıkarttılar. Şu ana kadar TE'leri en az kulllanan takımlardan biri olan Bears bu maçta TE Kellen Davis'in 3 tutuş ve 62 yarda'lık performansı ile çok etkiliydi.

Koşu oyununda Matt Forte ile Michael Bush topları neredeyse eşit paylaştı ve yıpranmadan maçı tamamladılar. Hücum hattı ise Dallas'ın etkili defans hattına karşı sadece 2 sack'e izin vererek bence sınıfı geçti.

Sonuç olarak "Yeni Ayılar"'ın hemen kolayca ligi domine etmeyeceği belli olsa da, en azından yavaş yavaş kendilerini bulduklarını söyleyip, kalan 12 maça playoff açısından umutla bakabiliriz.

1 Ekim 2012 Pazartesi

Ryder Cup 2012 - Avrupa'yı yine Almanlar Kurtardı

(Bu yazı Sarper tarafından yazılmakla beraber, teknik bir sorundan dolayı Savaş tarafından yazılmış gözükmektedir)

Artık eminim. Avrupa her zaman, her yerde Almanya'ya muhtaç. Krizdeki Avrupa ekonomisi, düze çıkmak için aylardır Frau Merkel'in dudaklarından çıkacak sözlere bakarken, Avrupa golfü de dün gece Ryder Cup'ı kazanmak için Herr Martin Kaymer'in ellerine bakıyordu. Alman golfçü, 18. delikteki son vuruşuyla kupayı Avrupa'ya kazandırdı. Darısı ekonominin başına... 



Zafer ona inananındır


39. Ryder Cup'ı mucizevi bir geri dönüşle Avrupa kazandı. Mütedeyyin tepkilerden korkmayan bu zaferin adını "Medine Mucizesi" koyar ama bende o maça yok. Son güne 10-6 geride başlayan Avrupalılar, 12 tekler maçının 8'ini kazanıp birinde berabere kalarak ABD'ye kendi evinde büyük bir yenilgi yaşattılar. Gömleklerine Seve Ballesteros'un silueti işlenmiş olarak mücadele eden eski kıtanın çocukları, geçen yıl beyin tümöründen ölen büyük Ryder Cup oyuncusu İspanyol efsaneden aldıkları güçle, Medinah'da zafer beklentisiyle toplanmış binlerce Amerikalı'yı hüsran ettiler. Gece 02:00'ye kadar laptop'un başında maçları seyrettim. Eğer "golf seyretmek insanı nasıl heyecanlandırır ya?" diyen varsa, dün akşam 4 saat boyunca bir gerilim filmi gibi geçen bu epik mücadeleyi izlemeliler. 4 saat uykuyla PC'min başındayım ve üç günlük turnuvayı kısaca özetleyip, konuyu kapayayım: 

İlk gün (cuma) sabah maçları 2-2 bittikten sonra ABD takımı sazı eline aldı. Cuma ikinci seans ve Cumartesi günü yapılan maçlarda çok iyi oynayan Yankiler, C.tesi skoru 10-4'e getirdiler. Ancak turnuvanın son iki foursomes maçında Sergio Garcia/Luke Donald ikilisi ve Rory McIlroy/Ian Poulter ekibi EUR için hayati 2 puan kazandılar ve Avrupa'nın son güne biraz da olsa umut taşımasını sağladılar. 

Aslında tarih tersten tekerrür etti. "Brookline Savaşı" olarak bilinen 1999 Ryder Cup'ta son güne 10-6 geride başlayan ABD, 8.5 puan kazanarak turnuvayı 14.5-13.5 kazanmıştı. Bu defaysa, güne 6-10 geride başlayan Avrupa güneş batarken 8.5 puan toplamış ve kupayı aynı skorla kazanmıştı. Brookline'da seyircilerin ağır tacizi altında kalan ve o hafta sonunu hiç unutmayan Avrupa Takımı (1999'da hem Love III hem de Olazabal oyuncuydu) bir anlamda o turnuvanın intikamını almış oldu. 


J.M. Olazabal Ryder Kupası'na şefkat gösterirken

EUR kaptanı Jose Maria Olazabal, 1999'da Ben Crenshaw'ın (ABD kaptanı) taktiğine başvurarak, en güvendiği oyuncularını son günün ilk maçlarına koydu. Bu tahmin edilen ama riskli bir hamleydi fakat harika sonuç verdi. İlk dört maçta Luke Donald - Ian Poulter - Rory McIlroy ve Justin Rose 4 puan kazanarak skoru 10-10'a getirdiler. Bu iyi başlangıç, arkadan gelen takımın diğer oyuncularının moral ve umutlarını artırdı. 

Momentumu Avrupa'ya çeviren iki önemli maç P.Mickelson-J.Rose ve J.Furyk-S.Garcia arasında geçti. Mickelson 14. delikte "1up" öne geçmesine rağmen, Justin Rose 17. delikte inanılmaz bir putt sokup maçı tekrar beraberliğe getirdi. Rose 18. delikte bir birdie daha yaparak Mickelson'u yenmeyi başardı. Bu maçtan sonra biten 2 karşılaşmayı ABD kazanarak tekrar öne geçti, Medinah'da Amerika çığlıkları yükselmeye başladı. Diğer maçta Furyk de Garcia karşısında 17. deliğe geldiğinde "1up" öndeydi. Ama Sergio Garcia, aynı Rose gibi son 2 deliği birdie-birdie ile kazanarak EUR'a günün beşinci puanını kazandırdı. Abim telakki ettiğim Jim Furyk'in son putt'ı kaçırdıktan sonra elleri dizlerinde iki büklüm kala kalması ve uzun süre green'i terkedememesi içime dokunmadı değil ama bir Balkan göçmen çocuğu olarak kalbim Avrupa için atıyordu. 


Justin Rose 17. deliği kazandı ve "Koyduk mu!" yaptı

İngiliz Lee Westwood berabere giden maçta 12., 13. ve 15. delikleri kazanarak maçı bitirdi ve skor 13-12 oldu. Kupayı kazanmak için ABD'ye 2.5, Avrupa'ya ise 2 puan lazımdı. Jason Dufner (ABD) Peter Hanson'u yenerek durumu 13-13 yaptı. ABD 1.5 puan daha almalıydı. Sondan bir önceki maçta, 16. delikte Steve Stricker ve Alman Kaymer, son maçta da 15. delikte Tiger Woods ve Francesco Molinari berabereydi ("all squared" denir "A/S" yazılır). ABD kaptanı Davis Love III son iki maça büyük tecrübe -ve wild card- Steve Stricker ile Tiger Woods'u koymuştu. Kaymer turnuvaya formsuz gelmiş ve sadece 1 çiftler maçı oynayıp onu da kaybetmişti. Açıkçası, PGA'in en iyi putter'i Stricker'i yenmesi şüpheliydi. Molinari de oynadığı iki çiftler maçından puan çıkaramamış, Avrupa'nın son adamı olarak Woods'un karşısına "acaba yarım puan alır mı?" diye çıkarılmıştı. 


Jim Furyk vuruşu kaçırdıktan sonra

Artık hesap, Stricker'in yarım, Woods'un bir puan alıp işi bitirmeleriydi. Woods 3 gündür hiç puan alamamıştı ama kötü oynadığından değil. Tiger çiftler maçlarında müthiş oynamasına karşın karşısına hep mucizevi performanslar ortaya koyan Avrupalılar çıkmıştı. Son deliklerde atak yapması kesindi. Nitekim 12 ve 13'ü kazanıp "1up" öne geçti. Ama Torinolu 14. delikte birdie yaparak durumu eşitledi. Woods 17. deliği kazanarak tekrar öne geçti. Bu arada Kaymer 10 dakika önce aynı deliği  kazanmış ve kendi maçında son delik öncesinde maçı beraberlğe getirmişti. Maçlar böyle biterse kupa ABD'nin olacaktı. Martin Kaymer 18. deliğin açılışında topu bunker'a atmasına rağmen, oradan zarif bir vuruşla green'i bulmayı başardı. Stricker ise uzun bir vuruş yaparak green'in diğer ucuna gitti. İki oyuncu da birdie vuruşlarını başaramadılar. Kaymer, son derece hızlı green'de topunu deliğin yaklaşık 2 mt uzağında durdurabildi. Stricker par ile deliği kapattı. Sıra Alman sporcudaydı. Kaymer topu sokarsa kupa Avrupa'nındı. Mesafe 2 mt, son putt ve... 

FLASHBACK 1991 ... Ryder Cup/Kiawah Island, South Carolina, 18. delik. Topun başında Alman Bernhard Langer.  Langer sokarsa kupa Avrupa'nın, kaçırırsa ABD şampiyon olacak. Mesafe 2 mt., son putt ve... Langer atışı yapar, top bir krampon izine çarpıp yön değiştirir ve Avrupa kupayı kaybeder. 

 
Bernhard Langer - 1991, Kiawah Island - "War on the Shore"


FAST FORWARD 30 Eylül 2012 Cuma sabah... Kaymer, Bernhard Langer'den randevu rica eder. 2011'in en iyi golfçüsü Kaymer, kötü geçirdiği sezon nedeniyle güven vermediğinden, Olazabal tarafından sadece tek bir maçta oynatılmış ve  kaybetmiştir. Sporcu bu durumdan üzgün ve hayal kırıklığı içindedir. İki Alman, oturup dertleşirler. Detayları bilmiyoruz. Kaymer'e göre, Langer Ryder Cup'ın önemiden, takımdaşlığın anlamından bahseder. Genç Alman sonunda turnuvayı gerçekten hissetmeye başlamıştır... 

Holywood senaryosu gibi ama gerçek. Martin Kaymer o vuruşu sokar, kupa Avrupa'nın olur. 




Ich bin Martin Kaymer...

Francesco Molinari 18. deliği Tiger Woods'un jestiyle kazanarak maçı berabere bitirdi ve takımına yarım puan daha kazandırdı. Böylece 14-14 bitse bile kupayı elinde tutmaya devam edecek olan Avrupa maçı 14.5-13.5 kazanmış oldu. 

  • Rory McIlroy, Amerika'nın doğu ve merkez saatlerini şaşırınca az kaldı maça yetişemiyordu. Geç kaldığını farkedip lobiye inen McIlroy, orada rastladığı bir polise kendini tanıtıp acilen kulübe götürüp götürmeyeceğini sordu. Ryder Cup nedeniyle trafik sıkışık olmasına rağmen, sirenini açan polis arabası McIlroy'u maça 15 dakika kala Medinah Country Club'a yetiştirdi  Golf sporu, her düzeyde "tee time" denen başlangıç saatine aşırı önem verir. Ryder Kupası da sadece da 5 dakikalık gecikmeye izin veriyor. daha geç kalan sporcu maçı kaybetmiş sayılıyor. Amerikan polisi Avrupa'yı kurtarmış oldu yani. 



  • Avrupa takımında Ian Poulter inanılmaz bir performans gösterdi. Oynadığı 4 maçın hepsini kazanan, takımın ateşleyen, zafer sonrası gözyaşlarını tutamayan İngiliz, Avrupa'nın yeni Ballesteros'u olarak damgalandı bile. Ryder Cup'ı çok seven, turnuvayı her zaman büyük bir aşkla oynayan Seve ani bir beyin tümörü sonucu 2011'de vefat etti ama onun içindeki Ryder Cup ateşinin Ian Poulter'a geçtiği belli. İngiliz oynadığı 15 RC maçında 12-3-0 (G-M-B) gibi müthiş bir performans yakalamış durumda.

28 Eylül 2012 Cuma

Ryder Cup 2012 - Savaş Başlıyor


1987 yazında sevgilimin peşinden Londra’ya gittim. Bize bırakılmış bir evde 3 hafta baş başa olacaktık. Bunun nasıl bir macera, özgürlük ve mutluluk fırsatı anlamına geldiğini kavramak için 1987’de yirmi üç yaşında olmak gerekir. İlk defa yurt dışına çıkacaktım, bu da heyecanımı katlayarak artırıyordu. Elime yüzüme bulaştırmadan Belgrat’ta uçak değiştirip Londra’ya vardım. O dönemde İngiltere Türkler’i hala vizesiz kabul ediyordu. Ama Kraliçe’nin pasaport memuru, tipini beğenmediğini zart diye kapıdan çevirmesiyle ünlüydü. Memuru ikna etmek için, dönüşte teslim edilmek üzere sağdan soldan aldığım bir sürü parayı gösterip “efendi çocuk” rolümü oynadıktan sonra, üzerinde güneş batmayan krallığa kabul edildim. Havaalanına gelen sevgilime kavuştum, metroyla şehre indik ve...  soyuldum. Kendi param,  ödünç aldıklarım, pasaport, her şeyim… Bu felaket, o sevgiliyle sonradan yaşayacaklarımın bir işaretiymiş ama farkında değildim. 

Yabancı bir ülkede parasız kalan adam ne yapar? Ya yürür ya -evde- oturur. Yürümekten yorulduğumuz günlerden bir cumartesi BBC’de golf yayınına takıldım. Bendeki kısmete bak. Hayatımda ilk defa golf seyrediyorum ve dünyanın en eski sahalarından Muirfield’de British Open’a (daha bilinen ismiyle “The Open”) rastlıyorum. Tabii bunun önemine yıllar sonra ayıldım ama ciddi bir turnuva olduğunu seyrederken de hissetmiştim. Parasızlıktan dışarı çıkasım mı yoktu, yoksa spor virüsüm devreye mi girmişti bilmiyorum ama 2 gün TV’nin başından ayrılmadan o turnuvayı seyrettim. Golf kanıma böyle girdi. 

 The Honourable Company of Edinburgh Golfers – Muirfield Course

Zaman içinde golfe hep yakın durdum. Elime geçen yabancı spor dergilerindeki golf yazılarını hiç kaçırmazdım (çok acılı bir Sports Illustrated aboneliği hikayem vardır). Muirfield’de kazanan Nick Faldo ilk kahramanımdı. Onu Alman Bernhard Langer ve Avusturalyalı Greg “The Shark” Norman izledi. 1996 US Masters’da son güne 6 vuruş önde başlayan Norman'ın Faldo'ya kaybedişini CNN teletext servisinden dakika dakika okurken kahroluşumu unutamam. Faldo bile zaferinden utanmış, konuşmasına “Greg için üzgünüm” diye başlamıştı. Tiger Woods’un iki US Amatör şampiyonluğunu, okulu bırakarak profesyonel olma kararını ve hızla gelen başarılarını yakından izledim. Nisan ayı başında oynanan US Masters’i -Fox Sports vermeye başlayalı beri- iki elim kanda olsa kaçırmam, ibadet gibi seyrederim.   TV'de yayınlanan diğer turnuvaları da elden geldiğince takip edip, internetteki haberleri kovalarım. 



Greg Norman'ın -seyretmesi bile acı veren- 1996 US Masters felaketi

Güzel bir başlangıç vuruşundan heyecanlanır, deliğin 1 metre yanına düşüp kalan zarif bir 9I (dokuz iron) vuruşunda sanat görürüm. Deliği yalayıp geçen her putt’a ah çekerim. Tamamen garip bir "driving" stili olan Jim Furyk'i abim telakki eder, ilk kez 25 yıl önce genç bir adamken izlediğim Fred Couples'un artık veteran turnuvalara girdiğini gördükçe beraber yaşlanmış olmaktan gurur duyarım. Tiger Woods'un çapkınlıklarıyla değil habire vuruş stilini değiştirmesiyle uğraşırım. Rahmetli dayıma çok benzeyen Sir Nick'in İngiliz mizahıyla bezeli yorumculuğundan kendime dersler çıkarırım. EA Tiger Woods Golf oyununu PC'de 2 kez bitirdim, şimdi PS3'de sıfırdan başladım. Filmlerdeki zengin işadamlarına özenip, halı üstünde patayla pratik yapmayı ihmal etmedim. Severim yani. Hatta çok severim. Oynamayı da denedim ama el-göz koordinasyonum 40 yıl önce yok edildiğinden beceremedim. Sarsaklığımın kanıtı olarak evde bir 8I sopa, bir pata (putter), golf eldivenim ve toplarım var.


 Sir Nick Faldo Ryder Kupası ile

İşte bu pek sevdiğim golf sporunun en önemli olayı Ryder Kupası (Ryder Cup) bu hafta sonu Chicago yakınlarında Medinah Country Club’da  yapılacak. 39. kez düzenlenecek turnuva, Avrupa ve ABD takımlarını iki yılda bir karşı karşıya getiriyor. 2010’da Galler'de Celtic Manor sahasında oynanan son turnuvayı Avrupa Takımı 14½ - 13½ kazanmıştı. Oyunun tarihçesine şöyle bir bakalım: 


İlki 1927’de Massachusetts’de düzenlenen bu turnuva fikrini kimin ortaya attığı biraz karışık fakat adının nereden geldiği iyi biliniyor. Bir tohum tüccarı, girişimci ve amatör golfçü olan Samuel Ryder, her yıl yapılmaya başlanan Amerikan ve İngiliz golfçüleri arasındaki turnuvalardan birinin sonunda bir parti verir. Parti muhabbetinde tüm oyuncuların turnuvadan çok zevk aldıkları ortaya çıkar. Ryder, kendi hocası da olan, zamanın ünlü oyuncusu Abe Mitchell’in önerisi sonucunda 250 İngiliz Lirası’na altın bir kupa yaptırıp turnuva masraflarına sponsor olur. Böylece Samuel Ryder’in ismi  dünyanın en prestijli takım turnuvasıyla birlikte anılır hale gelir. 

Yakın tarihin en başarılı Ryder Cup oyuncusu ve kaptanı İskoç 
Colin "Monty" Montgomerie

Ryder Kupası 1927’den 1977’ye kadar Amerika ile Britanya & K. İrlanda ekipleri arasında oynandı. 1959’dan 1977’ye kadar yapılan 16 turnuvanın 15'ini Amerikan takımının kazanması turnuvanın popülerliğini çok düşürdü. Öyle ki, ünlü Amerikalı golfçü Tom Weiskopf  geyik avına gideceği için turnuvaya katılmayı reddetmişti. Efsanevi şampiyon Jack Nicklaus’un konuyu açması sonucunda, British PGA (Britanya Profesyonel Golfçüler Örgütü) 1979’den başlayarak Avrupa kıtasından da iyi golfçüleri de takıma almaya başladı. Ryder Kupası’na Kıta Avrupası’ndan ilk olarak iki İspanyol; Seve Ballesteros ve Ignacio Garrido katıldılar. Ancak bu iki çaylak 6 maçta 5 yenilgi aldılar ve Avrupa maçı 17-11 kaybetti. 

1987 Ryder Cup
Kaptanlar - İngiliz Tony Jacklin ve tarihin en büyük golfçüsü Jack Nicklaus


Yine de, yapılan bu değişiklik zamanla turnuvayı daha çekişmeli hale getirmeyi başardı. Sonunda, 1985’de Belfry’de yapılan mücadeleyi, 28 yıllık bir aradan sonra ilk defa Avrupa takımı kazandı (1969’da elde edilen bir beraberlik de var ama turnuva kurallarına göre beraberlik durumunda kupa el değiştirmiyor ve son kazanan takımda kalıyor). 1985’den sonra yapılan 12 turnuvada Avrupa 7 yengi, 4 yenilgi ve 1 beraberlikle (kupa Avrupa’da kaldı) Amerika’ya üstünlük sağlamış durumda. Turnuva Avrupa ve Amerika’da dönüşümlü olarak düzenleniyor. 11 Eylül saldırıları nedeniyle iptal edilen 2001’deki turnuva 2002’ye kaydırılınca  Ryder Kupası artık çift yıllarda düzenleniyor. 

 2012 Ryder Cup - Avrupa Takımı

Ryder Cup para ödülü verilmeyen ancak katılmanın oyunculara büyük prestij ve onur kazandırdığı bir turnuva. Her takım 1 kaptan, yardımcıları ve 12 oyuncudan oluşur. Kaptanları ilgili federasyonlar seçer. Bu seçimin yazılı kriteri olmamakla beraber daha önce Ryder Kupası’nda oynamış, tecrübeli ve geçmişi başarılarla dolu oyuncular kaptan seçilir. Aksine bir kural olmamasına karşın, son yıllarda hiçbir kaptan turnuvada kendisi oynamıyor. Onun görevi takımıyla ilgili tüm organizasyonu yapmak, turnuva stratejisini belirlemek ve uygulamak, eşleşmelere karar vermek, oyuncuları motive etmek; kısaca takımın teknik direktörü olmaktır. Bu kadar işin arasında oyuna yoğunlaşmanın zor olması kaptanları oynamamaya iten en büyük faktör. 


Avrupa'da Monty'den büyük sadece o var. Ryder Cup oyuncusu ve kaptanı 
efsane Seve Ballesteros (1957-2011)

Amerika ve Avrupa’nın oyuncu seçme kriterleri biraz farklı. ABD’de son iki, Avrupa’da ise son bir yılda, önemli turnuvalarda oyuncuların aldıkları derecelere göre yapılan sıralamada ilk 10’a giren (ABD’de ilk 8) takıma doğrudan seçilmiş olur. Avrupa’da iki, ABD’de ise dört oyuncu kaptan tarafından seçilir (wild card). Bu sene ABD takım kaptanlığını Davis Love III yaparken, Avrupa’nın başında İspanyol Jose Maria Olazabal bulunuyor. 

 2012 Ryder Cup - ABD Takımı

Zaman içinde formatında bazı değişiklikler yapılmış olmasına karşın, turnuvada 3 günde toplam 28 maç yapılacak. Ryder Kupası’nda her maçın değeri 1 puandır. 14½ puana ilk ulaşan takım kupayı kazanır. Skor 14-14 olursa kupa el değiştirmez. Sakatlanan ve oynayamayacak durumda bir oyuncu olması halinde karşı takım da bir kişi eler ve turnuva devam eder. 28 maç 3 güne bölüştürülmüştür. Cuma ve C.tesi günleri  “fourball” ve “foursomes” formatında 16 maç (sabah 4, öğ.sonra 4 maç) yapılır. Pazar günü ise 12 tekler maçıyla turnuva tamamlanır. İlk iki günkü maçlarda kaptanlar istedikleri gibi oyuncu seçebilirler ancak tekler maçlarında tüm oyuncular oynamak zorundadır. 


 2012 Ryder Cup Takım Listeleri 
(soldaki sayılar oyuncuların yaşını, sağdakiler de RC'a kaçıncı kez katıldıklarını gösteriyor)


Ryder Kupası’nın iki önemli özelliği var. Bunlardan birincisi takım turnuvası olması. Takım konusunu çok vurguladığımın farkındayım. Nedeni şu: Profesyonel golf, ağırlıklı olarak bireysel bir spordur. Oyuncular yıl boyunca katıldıkları turnuvalardan kazandıkları puanlar ve para ödülleri sonucunda dünya klasmanında yer alırlar. Milliyet ciddi bir faktör değildir, dünyanın her yerinden oyuncular turnuvalarda karşı karşıya gelirler. Ancak Ryder Kupası özellikle ilk iki gündeki oyun formatıyla tamamen takım oyununa yönelik bir yapıdadır (birazdan bahsedeceğim). Birbiriyle iyi anlaşan, partnerinin oyununu yükselterek sinerji yaratacak eşleşmeleri bulmak kaptan için hayati önemdedir. Dönemin en iyi 2 oyuncusu Tiger Woods ve Phil Mickelson’un, 2004’de felaketle sonuçlanan  “dream team” deneyinden beri eşleri belirlemek daha da önem kazandı. O turnuvada, ABD Kaptanı Hal Sutton birbirinden pek hoşlanmayan bu iki ustayı -basının da baskısı sonucu- Cuma günü beraber oynatmış fakat Woods/Mickleson ikilisi 2 maçı da kaybetmişti. Aynı ABD basını, 18½ - 9½ skorla kaybedilen kupa sonrası Hal Sutton’u kazığa oturtmaktan geri durmamıştı o başka.  


 Phil Mickelson ve Tiger Woods ABD Kaptanı Davis Love III ile


Turnuvanın ikinci önemli özelliği de “match play” (maç) kurallarıyla oynanması. Profesyonel golf; ezici bir çoğunlukla; toplam vuruş sayısının sayıldığı “stroke play” (vuruş) turnuva formatına sahiptir. 18 delikli sahayı kaç vuruşta bitirdiğiniz aldığınız dereceyi belirler. Yani sporcu rakiplerden çok kendisiyle yarışır. Match play ise, bir rakibe karşı delikleri kazanmak üzerine kurulmuş bir sistemdir. 18 delik teker teker oynanır. Deliği kazanmak için, rakipten daha az vuruşta topu sokmak gerekir; karşılığında 1 puan kazanılır. Eğer iki oyuncu da deliği aynı sayıda vuruşla bitirmişse ½’şar puan alırlar. Eğer puan farkı, kalan delik sayısını geçmişse maç biter ( “X Y’yi 3&2 yendi” ibaresi daha 2 delik kalmış olmasına karşın X’in 3 puan öne geçtiğini ve maçın bu şekilde bittiğini ifade eder). Bu şekilde devam eden maç sonunda daha çok puana ulaşan sporcu/ikili maçı kazanmış sayılır ve takımına 1 puan kazandırır. Maçın berabere bitmesi durumunda ise play off, tie break, vs. yapılmaz, her iki takım da ½ puan alırlar. Match play formatında psikolojik faktörler daha öne çıkar. Rakibi korkutup hataya yöneltmek, karşı tarafın vuruşuna göre kendi taktiğini geliştirmek gibi “stroke play”de olmayan psikolojik ve stratejik faktörler ortaya çıkar. Harika stroke play oyuncularının maç formatında başarısız olduğu nadir görülen bir olay değildir. 


 Golfün yeni harika çocuğu K.İrlandalı Rory McIlroy

Turnuvanın tüm maçları “match play” kurallarıyla oynanıyor dedim ama turnuvada 3 değişik oyun tipi var. Fourball (dörttop), foursomes (dörtlü), ve singles (tekler): 

Fourball (Dörttop): Her takımdan 2’şer oyuncu bir ekip olarak mücadele ederler. Her oyuncu kendi topuyla deliği en az vuruş sayısıyla bitirmeye çalışır. Bunu başaran sporcu ekibine 1 puan kazandırır (partnerinin vuruş sayısına bakılmaksızın). Ayrı takımlardan oyuncular deliği aynı düşük sayıda vuruşla bitirirlerse puan bölüşülür. 

Foursomes (Dörtlü): Her takımdan 2’şer oyuncu bir ekip olarak ancak tek topla oynarlar. Ekip oyuncuları dönüşümlü olarak vuruşlarını yaparlar. Partnerler deliklerin açılış vuruşlarını da önceki deliği hangisinin bitirdiğine bakmaksızın yine dönüşümlü olarak yaparlar (önceki deliği kazanan ekibin, sonraki deliğin açılış vuruşunu yapması anlamındaki genel golf kuralı “honour”dan vazgeçilmez). 

Singles (Tekler) : Her takımdan 1 oyuncu rakibiyle teke tek maç yapar.

Ryder Cup’da oyuncular para kazanmaz dedik ama ortada müthiş para dönüyor. Bir kere, turnuvayı düzenleyecek saha (neredeyse 5-6 sene önce belli olur) organizasyona çok sıkı bir para öder. Ancak seyirci giriş ücretleri, alınan sponsorluklar, yakınlardaki otellerle yapılan anlaşmalar ve cebi dolu golf meraklılarına çakılan “gezi paketleri”yle bu para çıkar (bu seneki gala yemeğinin fiyatı 500 dolardı). Çıkmayan kısım kalmışsa o da “pazarlama harcaması” sayılır. Herhangi bir özel kulübün Ryder Cup’a ev sahipliği yapmış olmasının prestiji müthiştir. Medinah Country Club  (Medine Kır Kulübü) bu turnuva için seçilen 3 No.’lu sahanın sadece green’lerini elden geçirmek için 1.5 milyon dolar harcamış durumda. 

Onun dışında her iki takım için aylar öncesinden takım takım kıyafetler tasarlanır, oyuncuların ölçüleri alınır. Yanılmıyorsam ABD takımı bir keresinde Avrupa’ya Concorde ile uçmuştu. Hanımlar, çocuklar, dadılar ve evribadi!! Sporcuların hanımları dediysek geçmeyelim. Hepsi için bir örnek ayrı giysiler, balo için tuvaletler, kuaför ve manikürcüler hazır tutuluyor. Golfün çağrıştırdığı ne kadar şaşaa varsa Ryder Cup’da yaşanıyor. 

Golf Amerika’da büyük manyaklık. Hakikaten herkes golf oynuyor. İyi veya kötü oynamak çok önemli değil (zaten handikap sistemi var). Bizde nasıl yazlıkta sonu gelmez tavla turnuvaları yapılırsa Amerikalılar da golf oynar. Yerine göre iş toplantıları, mahallenin içkici tayfasının eğlencesi, bazen de karı koca memur emeklilerinin sabah yürüyüşü niyetine o küçük topa sopalarla vura vura spor yaparlar. Karşılıklı bahse çok açık bir oyun olduğundan parasına golf oynayanlar gırla. Michael Jordan’ın golfte büyük paralar kaybettiği sır değil. MJ'ın golf sevgisi Ryder Cup’a seyirci olarak katılmaya kadar varıyor. Hatta majesteleri son iki turnuvadır Amerikalı oyunculara motivasyon konuşmaları yapıyor, bu sene de ABD takımına "fahri üye" seçildi. 

Ryder Cup 2012 - MJ ve Tiger 

Golf sporunun "etiketi" kurallar haricinde ayrı bir külliyat. Abartılı sevinmek, rakibi rahatsız etmek falan büyük ayıp sayılır. Oyuncuların bir İngiliz centilmeni gibi oynamaları (ne demekse artık) esastandır. Çok kötü vuruşlar yapan bir profesyonelin kabul edilebilecek en ağır tepkisi, oyun sonunda topunu suya falan atmasıdır. Tiger Woods'un kötü bir vuruş sonrası inceden çektiği "Hass...r!!" basında iki hafta yazıldı çizildi, paşanın özür dilemesi bile sıkı bir  para cezasını önleyemedi. Turnuvayı kazanıp bir milyon doları cebe atan adamın, babasının ölüm haberini almış bir ifadeyle topunu delikten çıkarıp, beraber oynadığı oyuncuları ve caddie'leri tebrik ettikten sonra hafif de olsa sevinmesi beklenir. Galibiyet golünü atmış topçu gibi oraya buraya seyirtmek büyük bir kültürsüzlük kabul edilir. Bu etiketin geçmediği tek bir yer var: Ryder Cup. 

Bu turnuvada önemli bir topu sokan sporcunun 30 metre depar atmasına kimse şaşırmaz. İnceden rakibe bakarak "Koyduk mu!" hareketi çekmek kabul edilebilir. Seyirciler de müthiş tarafgir bir profil sergilerler turnuva boyunca. 1999 Ryder Cup'ta Amerikalı seyirciler Justin Leonard'ın galibiyeti getiren vuruşu sonrası -rakibi Olazabal'ın daha beraberlik şansı varken- sahayı işgal etmişler ve tüm turnuva boyunca Avrupalılar'ı taciz etmişlerdi. Avupa'nın en iyi oyuncularından Colin Montgomerie'ye "Mrs. Doubtfire" adını takıp 3 gün boyunca  ıslıklarla adamı demoralize etmişlerdi. Zaten Brookline'daki o turnuvadan beri seyircilere arz edilen alkol miktarında kısıtlamalara gidildi.

Golfa meraklı herkes (yani Türkiye ve bazı Afrika ülkeleri hariç tüm dünya) nefesini tutmuş bu hafta sonunu bekliyor. Saha ve seyirci avantajını da dikkate alırsak favori Amerika gibi gözüküyor ama eski kıtanın oyuncuları, takım ruhunu çok daha iyi özümsemiş durumdalar. Ryder Cup’ta bu çok önemli bir faktör. Amerikalılar takım ruhunu ping-pong turnuvalarıyla canlandırmaya çalışırlarken Avrupalılar'ın böyle şeylere ihtiyacı yok. Onlar merhum kaptanları Seve Ballesteros'un profilini golf çantalarına işleyecek kadar birlik ve beraberlik içindeler. İlla tahmin yap derseniz Amerika'nın 4 çaylağı ve Mickleson ile Woods'un çiftler maçlarındaki tarihi başarısızlıkları onlara yine yenilgiyi tattıracak gibi geliyor:


ABD 13 - 15 Avrupa

Normal, kablolu ve paralı kanalların hiçbirinde korkarım yayın bulamayacağız . RyderCup.com sitesi de coğrafi kısıtlar koyacakmış. İnternette link bulan bana da haber versin. 

Türkiye Golf Federasyonu sitesindeki bir istatistiğe göre Belek’teki sahalarda golf oynayanların %98’i yabancı. Tavla oynayanlar hakkında bir bilgiye rastlamadım. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak en sevdiğim şey. Bu sebeple yazdım.