28 Eylül 2012 Cuma

Ryder Cup 2012 - Savaş Başlıyor


1987 yazında sevgilimin peşinden Londra’ya gittim. Bize bırakılmış bir evde 3 hafta baş başa olacaktık. Bunun nasıl bir macera, özgürlük ve mutluluk fırsatı anlamına geldiğini kavramak için 1987’de yirmi üç yaşında olmak gerekir. İlk defa yurt dışına çıkacaktım, bu da heyecanımı katlayarak artırıyordu. Elime yüzüme bulaştırmadan Belgrat’ta uçak değiştirip Londra’ya vardım. O dönemde İngiltere Türkler’i hala vizesiz kabul ediyordu. Ama Kraliçe’nin pasaport memuru, tipini beğenmediğini zart diye kapıdan çevirmesiyle ünlüydü. Memuru ikna etmek için, dönüşte teslim edilmek üzere sağdan soldan aldığım bir sürü parayı gösterip “efendi çocuk” rolümü oynadıktan sonra, üzerinde güneş batmayan krallığa kabul edildim. Havaalanına gelen sevgilime kavuştum, metroyla şehre indik ve...  soyuldum. Kendi param,  ödünç aldıklarım, pasaport, her şeyim… Bu felaket, o sevgiliyle sonradan yaşayacaklarımın bir işaretiymiş ama farkında değildim. 

Yabancı bir ülkede parasız kalan adam ne yapar? Ya yürür ya -evde- oturur. Yürümekten yorulduğumuz günlerden bir cumartesi BBC’de golf yayınına takıldım. Bendeki kısmete bak. Hayatımda ilk defa golf seyrediyorum ve dünyanın en eski sahalarından Muirfield’de British Open’a (daha bilinen ismiyle “The Open”) rastlıyorum. Tabii bunun önemine yıllar sonra ayıldım ama ciddi bir turnuva olduğunu seyrederken de hissetmiştim. Parasızlıktan dışarı çıkasım mı yoktu, yoksa spor virüsüm devreye mi girmişti bilmiyorum ama 2 gün TV’nin başından ayrılmadan o turnuvayı seyrettim. Golf kanıma böyle girdi. 

 The Honourable Company of Edinburgh Golfers – Muirfield Course

Zaman içinde golfe hep yakın durdum. Elime geçen yabancı spor dergilerindeki golf yazılarını hiç kaçırmazdım (çok acılı bir Sports Illustrated aboneliği hikayem vardır). Muirfield’de kazanan Nick Faldo ilk kahramanımdı. Onu Alman Bernhard Langer ve Avusturalyalı Greg “The Shark” Norman izledi. 1996 US Masters’da son güne 6 vuruş önde başlayan Norman'ın Faldo'ya kaybedişini CNN teletext servisinden dakika dakika okurken kahroluşumu unutamam. Faldo bile zaferinden utanmış, konuşmasına “Greg için üzgünüm” diye başlamıştı. Tiger Woods’un iki US Amatör şampiyonluğunu, okulu bırakarak profesyonel olma kararını ve hızla gelen başarılarını yakından izledim. Nisan ayı başında oynanan US Masters’i -Fox Sports vermeye başlayalı beri- iki elim kanda olsa kaçırmam, ibadet gibi seyrederim.   TV'de yayınlanan diğer turnuvaları da elden geldiğince takip edip, internetteki haberleri kovalarım. 



Greg Norman'ın -seyretmesi bile acı veren- 1996 US Masters felaketi

Güzel bir başlangıç vuruşundan heyecanlanır, deliğin 1 metre yanına düşüp kalan zarif bir 9I (dokuz iron) vuruşunda sanat görürüm. Deliği yalayıp geçen her putt’a ah çekerim. Tamamen garip bir "driving" stili olan Jim Furyk'i abim telakki eder, ilk kez 25 yıl önce genç bir adamken izlediğim Fred Couples'un artık veteran turnuvalara girdiğini gördükçe beraber yaşlanmış olmaktan gurur duyarım. Tiger Woods'un çapkınlıklarıyla değil habire vuruş stilini değiştirmesiyle uğraşırım. Rahmetli dayıma çok benzeyen Sir Nick'in İngiliz mizahıyla bezeli yorumculuğundan kendime dersler çıkarırım. EA Tiger Woods Golf oyununu PC'de 2 kez bitirdim, şimdi PS3'de sıfırdan başladım. Filmlerdeki zengin işadamlarına özenip, halı üstünde patayla pratik yapmayı ihmal etmedim. Severim yani. Hatta çok severim. Oynamayı da denedim ama el-göz koordinasyonum 40 yıl önce yok edildiğinden beceremedim. Sarsaklığımın kanıtı olarak evde bir 8I sopa, bir pata (putter), golf eldivenim ve toplarım var.


 Sir Nick Faldo Ryder Kupası ile

İşte bu pek sevdiğim golf sporunun en önemli olayı Ryder Kupası (Ryder Cup) bu hafta sonu Chicago yakınlarında Medinah Country Club’da  yapılacak. 39. kez düzenlenecek turnuva, Avrupa ve ABD takımlarını iki yılda bir karşı karşıya getiriyor. 2010’da Galler'de Celtic Manor sahasında oynanan son turnuvayı Avrupa Takımı 14½ - 13½ kazanmıştı. Oyunun tarihçesine şöyle bir bakalım: 


İlki 1927’de Massachusetts’de düzenlenen bu turnuva fikrini kimin ortaya attığı biraz karışık fakat adının nereden geldiği iyi biliniyor. Bir tohum tüccarı, girişimci ve amatör golfçü olan Samuel Ryder, her yıl yapılmaya başlanan Amerikan ve İngiliz golfçüleri arasındaki turnuvalardan birinin sonunda bir parti verir. Parti muhabbetinde tüm oyuncuların turnuvadan çok zevk aldıkları ortaya çıkar. Ryder, kendi hocası da olan, zamanın ünlü oyuncusu Abe Mitchell’in önerisi sonucunda 250 İngiliz Lirası’na altın bir kupa yaptırıp turnuva masraflarına sponsor olur. Böylece Samuel Ryder’in ismi  dünyanın en prestijli takım turnuvasıyla birlikte anılır hale gelir. 

Yakın tarihin en başarılı Ryder Cup oyuncusu ve kaptanı İskoç 
Colin "Monty" Montgomerie

Ryder Kupası 1927’den 1977’ye kadar Amerika ile Britanya & K. İrlanda ekipleri arasında oynandı. 1959’dan 1977’ye kadar yapılan 16 turnuvanın 15'ini Amerikan takımının kazanması turnuvanın popülerliğini çok düşürdü. Öyle ki, ünlü Amerikalı golfçü Tom Weiskopf  geyik avına gideceği için turnuvaya katılmayı reddetmişti. Efsanevi şampiyon Jack Nicklaus’un konuyu açması sonucunda, British PGA (Britanya Profesyonel Golfçüler Örgütü) 1979’den başlayarak Avrupa kıtasından da iyi golfçüleri de takıma almaya başladı. Ryder Kupası’na Kıta Avrupası’ndan ilk olarak iki İspanyol; Seve Ballesteros ve Ignacio Garrido katıldılar. Ancak bu iki çaylak 6 maçta 5 yenilgi aldılar ve Avrupa maçı 17-11 kaybetti. 

1987 Ryder Cup
Kaptanlar - İngiliz Tony Jacklin ve tarihin en büyük golfçüsü Jack Nicklaus


Yine de, yapılan bu değişiklik zamanla turnuvayı daha çekişmeli hale getirmeyi başardı. Sonunda, 1985’de Belfry’de yapılan mücadeleyi, 28 yıllık bir aradan sonra ilk defa Avrupa takımı kazandı (1969’da elde edilen bir beraberlik de var ama turnuva kurallarına göre beraberlik durumunda kupa el değiştirmiyor ve son kazanan takımda kalıyor). 1985’den sonra yapılan 12 turnuvada Avrupa 7 yengi, 4 yenilgi ve 1 beraberlikle (kupa Avrupa’da kaldı) Amerika’ya üstünlük sağlamış durumda. Turnuva Avrupa ve Amerika’da dönüşümlü olarak düzenleniyor. 11 Eylül saldırıları nedeniyle iptal edilen 2001’deki turnuva 2002’ye kaydırılınca  Ryder Kupası artık çift yıllarda düzenleniyor. 

 2012 Ryder Cup - Avrupa Takımı

Ryder Cup para ödülü verilmeyen ancak katılmanın oyunculara büyük prestij ve onur kazandırdığı bir turnuva. Her takım 1 kaptan, yardımcıları ve 12 oyuncudan oluşur. Kaptanları ilgili federasyonlar seçer. Bu seçimin yazılı kriteri olmamakla beraber daha önce Ryder Kupası’nda oynamış, tecrübeli ve geçmişi başarılarla dolu oyuncular kaptan seçilir. Aksine bir kural olmamasına karşın, son yıllarda hiçbir kaptan turnuvada kendisi oynamıyor. Onun görevi takımıyla ilgili tüm organizasyonu yapmak, turnuva stratejisini belirlemek ve uygulamak, eşleşmelere karar vermek, oyuncuları motive etmek; kısaca takımın teknik direktörü olmaktır. Bu kadar işin arasında oyuna yoğunlaşmanın zor olması kaptanları oynamamaya iten en büyük faktör. 


Avrupa'da Monty'den büyük sadece o var. Ryder Cup oyuncusu ve kaptanı 
efsane Seve Ballesteros (1957-2011)

Amerika ve Avrupa’nın oyuncu seçme kriterleri biraz farklı. ABD’de son iki, Avrupa’da ise son bir yılda, önemli turnuvalarda oyuncuların aldıkları derecelere göre yapılan sıralamada ilk 10’a giren (ABD’de ilk 8) takıma doğrudan seçilmiş olur. Avrupa’da iki, ABD’de ise dört oyuncu kaptan tarafından seçilir (wild card). Bu sene ABD takım kaptanlığını Davis Love III yaparken, Avrupa’nın başında İspanyol Jose Maria Olazabal bulunuyor. 

 2012 Ryder Cup - ABD Takımı

Zaman içinde formatında bazı değişiklikler yapılmış olmasına karşın, turnuvada 3 günde toplam 28 maç yapılacak. Ryder Kupası’nda her maçın değeri 1 puandır. 14½ puana ilk ulaşan takım kupayı kazanır. Skor 14-14 olursa kupa el değiştirmez. Sakatlanan ve oynayamayacak durumda bir oyuncu olması halinde karşı takım da bir kişi eler ve turnuva devam eder. 28 maç 3 güne bölüştürülmüştür. Cuma ve C.tesi günleri  “fourball” ve “foursomes” formatında 16 maç (sabah 4, öğ.sonra 4 maç) yapılır. Pazar günü ise 12 tekler maçıyla turnuva tamamlanır. İlk iki günkü maçlarda kaptanlar istedikleri gibi oyuncu seçebilirler ancak tekler maçlarında tüm oyuncular oynamak zorundadır. 


 2012 Ryder Cup Takım Listeleri 
(soldaki sayılar oyuncuların yaşını, sağdakiler de RC'a kaçıncı kez katıldıklarını gösteriyor)


Ryder Kupası’nın iki önemli özelliği var. Bunlardan birincisi takım turnuvası olması. Takım konusunu çok vurguladığımın farkındayım. Nedeni şu: Profesyonel golf, ağırlıklı olarak bireysel bir spordur. Oyuncular yıl boyunca katıldıkları turnuvalardan kazandıkları puanlar ve para ödülleri sonucunda dünya klasmanında yer alırlar. Milliyet ciddi bir faktör değildir, dünyanın her yerinden oyuncular turnuvalarda karşı karşıya gelirler. Ancak Ryder Kupası özellikle ilk iki gündeki oyun formatıyla tamamen takım oyununa yönelik bir yapıdadır (birazdan bahsedeceğim). Birbiriyle iyi anlaşan, partnerinin oyununu yükselterek sinerji yaratacak eşleşmeleri bulmak kaptan için hayati önemdedir. Dönemin en iyi 2 oyuncusu Tiger Woods ve Phil Mickelson’un, 2004’de felaketle sonuçlanan  “dream team” deneyinden beri eşleri belirlemek daha da önem kazandı. O turnuvada, ABD Kaptanı Hal Sutton birbirinden pek hoşlanmayan bu iki ustayı -basının da baskısı sonucu- Cuma günü beraber oynatmış fakat Woods/Mickleson ikilisi 2 maçı da kaybetmişti. Aynı ABD basını, 18½ - 9½ skorla kaybedilen kupa sonrası Hal Sutton’u kazığa oturtmaktan geri durmamıştı o başka.  


 Phil Mickelson ve Tiger Woods ABD Kaptanı Davis Love III ile


Turnuvanın ikinci önemli özelliği de “match play” (maç) kurallarıyla oynanması. Profesyonel golf; ezici bir çoğunlukla; toplam vuruş sayısının sayıldığı “stroke play” (vuruş) turnuva formatına sahiptir. 18 delikli sahayı kaç vuruşta bitirdiğiniz aldığınız dereceyi belirler. Yani sporcu rakiplerden çok kendisiyle yarışır. Match play ise, bir rakibe karşı delikleri kazanmak üzerine kurulmuş bir sistemdir. 18 delik teker teker oynanır. Deliği kazanmak için, rakipten daha az vuruşta topu sokmak gerekir; karşılığında 1 puan kazanılır. Eğer iki oyuncu da deliği aynı sayıda vuruşla bitirmişse ½’şar puan alırlar. Eğer puan farkı, kalan delik sayısını geçmişse maç biter ( “X Y’yi 3&2 yendi” ibaresi daha 2 delik kalmış olmasına karşın X’in 3 puan öne geçtiğini ve maçın bu şekilde bittiğini ifade eder). Bu şekilde devam eden maç sonunda daha çok puana ulaşan sporcu/ikili maçı kazanmış sayılır ve takımına 1 puan kazandırır. Maçın berabere bitmesi durumunda ise play off, tie break, vs. yapılmaz, her iki takım da ½ puan alırlar. Match play formatında psikolojik faktörler daha öne çıkar. Rakibi korkutup hataya yöneltmek, karşı tarafın vuruşuna göre kendi taktiğini geliştirmek gibi “stroke play”de olmayan psikolojik ve stratejik faktörler ortaya çıkar. Harika stroke play oyuncularının maç formatında başarısız olduğu nadir görülen bir olay değildir. 


 Golfün yeni harika çocuğu K.İrlandalı Rory McIlroy

Turnuvanın tüm maçları “match play” kurallarıyla oynanıyor dedim ama turnuvada 3 değişik oyun tipi var. Fourball (dörttop), foursomes (dörtlü), ve singles (tekler): 

Fourball (Dörttop): Her takımdan 2’şer oyuncu bir ekip olarak mücadele ederler. Her oyuncu kendi topuyla deliği en az vuruş sayısıyla bitirmeye çalışır. Bunu başaran sporcu ekibine 1 puan kazandırır (partnerinin vuruş sayısına bakılmaksızın). Ayrı takımlardan oyuncular deliği aynı düşük sayıda vuruşla bitirirlerse puan bölüşülür. 

Foursomes (Dörtlü): Her takımdan 2’şer oyuncu bir ekip olarak ancak tek topla oynarlar. Ekip oyuncuları dönüşümlü olarak vuruşlarını yaparlar. Partnerler deliklerin açılış vuruşlarını da önceki deliği hangisinin bitirdiğine bakmaksızın yine dönüşümlü olarak yaparlar (önceki deliği kazanan ekibin, sonraki deliğin açılış vuruşunu yapması anlamındaki genel golf kuralı “honour”dan vazgeçilmez). 

Singles (Tekler) : Her takımdan 1 oyuncu rakibiyle teke tek maç yapar.

Ryder Cup’da oyuncular para kazanmaz dedik ama ortada müthiş para dönüyor. Bir kere, turnuvayı düzenleyecek saha (neredeyse 5-6 sene önce belli olur) organizasyona çok sıkı bir para öder. Ancak seyirci giriş ücretleri, alınan sponsorluklar, yakınlardaki otellerle yapılan anlaşmalar ve cebi dolu golf meraklılarına çakılan “gezi paketleri”yle bu para çıkar (bu seneki gala yemeğinin fiyatı 500 dolardı). Çıkmayan kısım kalmışsa o da “pazarlama harcaması” sayılır. Herhangi bir özel kulübün Ryder Cup’a ev sahipliği yapmış olmasının prestiji müthiştir. Medinah Country Club  (Medine Kır Kulübü) bu turnuva için seçilen 3 No.’lu sahanın sadece green’lerini elden geçirmek için 1.5 milyon dolar harcamış durumda. 

Onun dışında her iki takım için aylar öncesinden takım takım kıyafetler tasarlanır, oyuncuların ölçüleri alınır. Yanılmıyorsam ABD takımı bir keresinde Avrupa’ya Concorde ile uçmuştu. Hanımlar, çocuklar, dadılar ve evribadi!! Sporcuların hanımları dediysek geçmeyelim. Hepsi için bir örnek ayrı giysiler, balo için tuvaletler, kuaför ve manikürcüler hazır tutuluyor. Golfün çağrıştırdığı ne kadar şaşaa varsa Ryder Cup’da yaşanıyor. 

Golf Amerika’da büyük manyaklık. Hakikaten herkes golf oynuyor. İyi veya kötü oynamak çok önemli değil (zaten handikap sistemi var). Bizde nasıl yazlıkta sonu gelmez tavla turnuvaları yapılırsa Amerikalılar da golf oynar. Yerine göre iş toplantıları, mahallenin içkici tayfasının eğlencesi, bazen de karı koca memur emeklilerinin sabah yürüyüşü niyetine o küçük topa sopalarla vura vura spor yaparlar. Karşılıklı bahse çok açık bir oyun olduğundan parasına golf oynayanlar gırla. Michael Jordan’ın golfte büyük paralar kaybettiği sır değil. MJ'ın golf sevgisi Ryder Cup’a seyirci olarak katılmaya kadar varıyor. Hatta majesteleri son iki turnuvadır Amerikalı oyunculara motivasyon konuşmaları yapıyor, bu sene de ABD takımına "fahri üye" seçildi. 

Ryder Cup 2012 - MJ ve Tiger 

Golf sporunun "etiketi" kurallar haricinde ayrı bir külliyat. Abartılı sevinmek, rakibi rahatsız etmek falan büyük ayıp sayılır. Oyuncuların bir İngiliz centilmeni gibi oynamaları (ne demekse artık) esastandır. Çok kötü vuruşlar yapan bir profesyonelin kabul edilebilecek en ağır tepkisi, oyun sonunda topunu suya falan atmasıdır. Tiger Woods'un kötü bir vuruş sonrası inceden çektiği "Hass...r!!" basında iki hafta yazıldı çizildi, paşanın özür dilemesi bile sıkı bir  para cezasını önleyemedi. Turnuvayı kazanıp bir milyon doları cebe atan adamın, babasının ölüm haberini almış bir ifadeyle topunu delikten çıkarıp, beraber oynadığı oyuncuları ve caddie'leri tebrik ettikten sonra hafif de olsa sevinmesi beklenir. Galibiyet golünü atmış topçu gibi oraya buraya seyirtmek büyük bir kültürsüzlük kabul edilir. Bu etiketin geçmediği tek bir yer var: Ryder Cup. 

Bu turnuvada önemli bir topu sokan sporcunun 30 metre depar atmasına kimse şaşırmaz. İnceden rakibe bakarak "Koyduk mu!" hareketi çekmek kabul edilebilir. Seyirciler de müthiş tarafgir bir profil sergilerler turnuva boyunca. 1999 Ryder Cup'ta Amerikalı seyirciler Justin Leonard'ın galibiyeti getiren vuruşu sonrası -rakibi Olazabal'ın daha beraberlik şansı varken- sahayı işgal etmişler ve tüm turnuva boyunca Avrupalılar'ı taciz etmişlerdi. Avupa'nın en iyi oyuncularından Colin Montgomerie'ye "Mrs. Doubtfire" adını takıp 3 gün boyunca  ıslıklarla adamı demoralize etmişlerdi. Zaten Brookline'daki o turnuvadan beri seyircilere arz edilen alkol miktarında kısıtlamalara gidildi.

Golfa meraklı herkes (yani Türkiye ve bazı Afrika ülkeleri hariç tüm dünya) nefesini tutmuş bu hafta sonunu bekliyor. Saha ve seyirci avantajını da dikkate alırsak favori Amerika gibi gözüküyor ama eski kıtanın oyuncuları, takım ruhunu çok daha iyi özümsemiş durumdalar. Ryder Cup’ta bu çok önemli bir faktör. Amerikalılar takım ruhunu ping-pong turnuvalarıyla canlandırmaya çalışırlarken Avrupalılar'ın böyle şeylere ihtiyacı yok. Onlar merhum kaptanları Seve Ballesteros'un profilini golf çantalarına işleyecek kadar birlik ve beraberlik içindeler. İlla tahmin yap derseniz Amerika'nın 4 çaylağı ve Mickleson ile Woods'un çiftler maçlarındaki tarihi başarısızlıkları onlara yine yenilgiyi tattıracak gibi geliyor:


ABD 13 - 15 Avrupa

Normal, kablolu ve paralı kanalların hiçbirinde korkarım yayın bulamayacağız . RyderCup.com sitesi de coğrafi kısıtlar koyacakmış. İnternette link bulan bana da haber versin. 

Türkiye Golf Federasyonu sitesindeki bir istatistiğe göre Belek’teki sahalarda golf oynayanların %98’i yabancı. Tavla oynayanlar hakkında bir bilgiye rastlamadım. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak en sevdiğim şey. Bu sebeple yazdım.






12 Eylül 2012 Çarşamba

Yeni Şikago Ayıları

Amerikan futbolunu diğer takım sporlarından ayıran en önemli özellik, oldukça yüksek bir fiziksel performans istemesi sebebiyle hazırlık maçlarının ve hatta bu oyunun all-star maçı olan Pro Bowl'un hemen hemen hiçbir zaman gerçeği yansıtamayan maçlar olmasıdır. Çünkü maç içinde yıpranma çoktur ve sakatlık riski o kadar büyüktür ki, kendini ispatlamak zorunda olmayan hiçbir futbolcu o maçlarda oynatılmaz, ya da çok kısa oynatılır. Oynayanlar sadece 53 kişilik sezon kadrosuna girmeye çalışanlardır. Pro Bowl ise ayrı bir hikayedir; ister istemez o maçlarda yıldızlar oynarlar, ama maç Associated Press haberinin deyimiyle "yastık kavgası" gibidir.

Bu sebeplerden ötürü, yeni sezona bol miktarda adam kovma ve alma ile başlayan yeni Chicago Bears'daki değişiklikleri test etmek için sezonun ilk maçını beklemek gerekiyordu. Hoş, sezonun ilk maçı geçen sene ligi sonuncu olarak bitiren ve bu sezon da pek birşey beklenmeyen Indianapolis Colts idi. Ama yine de kendilerini (ve hatta herhangi bir NFL takımını) hafife almamak lazım, zira Colts, başarıya alışmış bir takım. Farz-ı misal kendileri 2006'de bizzat Chicago Bears'ı yenmek suretiyle Super Bowl'u kazanmışlardı. Geçen sezonki aldıkları anormal sonuç ise quarterback'leriyle ünlü Manning aşiretine mensup, ve de neredeyse Hall of Fame'i garantilemiş Peyton Manning'in muhtelif ameliyatları sebebiyle 2011 sezonunu tümden kaçırması ve Colts'un draft sisteminin azizliği olan "madem ki birinci olamıyoruz, o halde sonuncu oluruz" stratejisiyle 2012 draft pastasının çileği QB Andrew Luck'ı hedeflemesi idi.
Andrew Luck ilk sıradan seçilirken (forma hazır)

Nitekim 2011'in bitmesiyle QB Andrew Luck birinci sıradan Colts tarafından seçildi, hemen akabinde yaşlı ve sakat Peyton Manning de Denver Broncos'a gönderildi. Kendisi Broncos'un ilk maçında 253 yarda pas, 2 TD pası (ki kariyerinde 400ncü TD pasına ulaştı) yaparak takımın galibiyetinde önemli bir rol oynadı ve "ben ölmedim dedi", ama konumuz o değil tabii. Colts'a dönersek, bu hamleyle Andrew Luck etrafında revizyon (rebuilding) moduna resmen girmiş oldu. Her ne kadar çaylak bir QB ile şampiyonluğa ulaşmak imkansız olsa da Luck herhangi bir QB değil, kolej futbolunda müthişti, dolayısıyla kendisinden çok şey bekleniyor. Revizyondaki her takım umutların taze olduğu sezonun ilk maçlarında ekstra motivasyona sahiptir. İşte bu halde ilk maçta Bears'ın karşısına çıktılar.

Şimdi Bears'ın durumuna gelebiliriz. Bears hakkında geçen sezon şöyle yazmıştım:

Paket çözüm olarak şunu önerebilirim (çok dinlerler ya): Martz'ın koşu yerine pası öne geçiren ve detaylı oyun planlı sistemi hem QB Cutler'a hem de Bears'ın çok uzun yıllara dayanan ve koşuyu öne çıkaran oyun felsefesine uygun değil. Martz kovulsun. Zaten yapılması elzem olan hücum ve defans hattı da yapılınca QB Cutler'ın liderliğinde (ki bence kendisi bunu yapabileceğini ispatlamıştır) takım iyi bir yere gelir.

Geçen sezon biter bitmez ilk hamle olarak GM Jerry Angelo kovuldu ve yerine Phil Emery getirildi. Bears yönetimi dediğimin yarısını dinledi ve hücum koordinatörü Mike Martz'ı kovdu, QB Jay Cutler'ı ise kovmadı, aksine onore etmek suretiyle takımın onun üzerine kurulacağını belli etti. Hücum ve defans hatları ise hemen hemen hiç takviye görmedi. Martz'ın yerine daha önceki hücum hattı koçu Mike Tice terfi ettirilmek suretiyle getirildi. Zira hem hücum hattı geçen sezonun sonlarına doğru daha iyi olmuştu, hem de Martz'ın sisteminden de kurtulunduğu için zaten her ihtimalde sack'lerin azalacağı varsayılıyordu. Defans ise zaten iyiydi ama 1 yaş daha yaşlı olarak elbette. Bunları olası bahaneler için yazıyorum.
Mike Tice gayet dobracı biridir

Yeni Bears dediysek, başkoç Lovie Smith aslanlar (ya da ayılar mı deseydik?) gibi yerinde duruyor. Ama hücuma çok şöhretli ve Jay Cutler'ın kankası WR Brandon Marshall eklendi. Böylece çok uzun bir süre sonra Bears ilk defa pas oyunu için bir "goto-guy", yani akla hiçbir şey gelmediğinde ezbere pas atılabilecek bir "receiver" elde etmiş oldu.

Martz'ın gitmesiyle koşu elbette önem kazandı. İkinci RB olarak iyi parayla Michael Bush alındı. Birinci RB Matt Forte hikayesi ise oldukça uzun sürdü. İlk görüşmelerde anlaşılamayınca kendisine "franchise tag" yapıştırıldı. Belki böyle 1 sezon daha zorla oynatılacaktı ama tatsız olacaktı. Neyse ki çok sonra kendisiyle gerçek bir anlaşmaya varıldı. Belki de Forte'in tek zayıflığı olan çok kısa koşu durumlarında Bush kullanılabilecekti.
Matt Forte sezon arasında muhtelif promosyonlara katılırken

Defansta ise pek değişiklik olmadı. Daha çok ikinci defansa (secondary) yani CB ile S pozisyonları için transferler yapıldı. Brian Urlacher'ın sakatlığı endişelendiriyordu ve hazırlık kampları ile hazırlık maçlarına katılamadı. 34 yaşındaki Urlacher'dan herkes şüphe ederken sezona 1 hafta kala antrenmanlara çıkmaya başlayabildi.

Chicago Bears 41 Indianapolis Colts 21

Aslında maç kötü başlamıştı, zira daha ilk çeyreğin 4.dakikasında Jay Cutler'ın pasını intercept eden Jerrell Freeman TD ile takımını 7-0 öne geçirdi. Ama sonrasında Bears sazı eline aldı ve hücumu ile büyük üstünlük kurarak (Bears takımlarından sözederken böyle bişey demek çok ender olur) RB Michael Bush'dan 2 tane 1 yarda çizgisinden TD (Bears'ın çok büyük sorunuydu kısa mesafede bedenlerin birbirine geçtiği durumda TD yapabilmek), 1 adet Brandon Marshall pas, 1 adet de Matt Forte koşu TD'ı, ve en güzeli de çaylak WR Alshon Jeffrey'den pas TD'ı oldu.

Maç öncesi çaylak QB Andrew Luck Bears defansı için "historically great", yani tarihsel olarak iyi demişti. Eğer yaşlılığı kabul eden biri değilseniz bu laf hakaret gibi gelir. Gerçi maç öncesi defanstan kimse ağzını bozmadı ama kendisini 3 sack 3 de INT ile selamlayarak sezona iyi bir başlangıç yaptılar (üstelik Julius Peppers'ın Andrew Luck'a 1 sack + fumble recovery'si penaltı yüzünden geçersiz oldu).
Tarihsel olarak ihtiyar defans ve Andrew Luck

Brian Urlacher maçında başında biraz oynadıktan sonra skor rahatlayınca ne olur ne olmaz diye kenara alındı. Pro Bowlcu (all star gibi) CB Charles Tillmann sakatlandı ve yerine giren yeni transfer CB Kelvin Hayden tam 7 tackle yaparak takımın S Major Wright ile en çok tackle yapan adamı oldu.

Her ne kadar yazının başında Colts iyi rakiptir desek de, elbette gerçek test bu hafta Green Bay Packers deplasmanında olacak. Ama sonuçta Colts'a veya herhangi bir NFL takımına karşı bundan iyisi de yapılamazdı. Hücumda hem pas hem de koşu oyunu olarak iyiyiz. Özel takımlar ile defans da geçmiş sezonların standartlarını tuttururlarsa iyi bir sezon hayal olmayacaktır.

6 Eylül 2012 Perşembe

Vuelta Onyedi - Çok Özel Bir Etap





Seyrettiğim en güzel etap olabilirdi. Canımız Avroşiport yayına daha erken girseydi, HD TV karşısında seyretseydim ve Vuelta gibi hafife alınan bir turda meydana gelmeseydi, hayatımda seyrettiğim en güzel etap olabilirdi. Ama ofisteydim ve geç başlamış yayını dandik bir stream'den düşük çözünürlükle izledim. Yayın saat 17:00'de, dananın kuyruğu koptuktan sonra başladığı için tam tadına varamadım ama çok sıradışı bir yarışa tanık olduğumu çabuk anladım.

Alberto Contador, hakkındaki tüm iddialara (ve aldığı cezaya) rağmen, yol bisikletinin son 15 yılda gördüğü en heyecan verici iki sporcudan biri (Pantani ile beraber). Gilbert ve Rodriguez de müthiş isimler ama Alberto onlardan bir kol boyu ileride, bu kesin fikrim. Yeteneği yanında kazanma arzusu, cüreti, risk alma kararlılığı onu seyretmeyi harika bir deneyim haline getiriyor. Dün boktan bir stream ile, son 1 saatine yetişmiş de olsam, çok özel bir performansa tanıklık ettim, bahtiyarım.


 
Contador geçen sene TdF'da da yine böyle bir "intihar saldırısı" yapmış ama başarılı olmamıştı. Bu defa, cüretkar bir taktiğin, gezegenin en heyecan verici bisikletçisi ve takımı tarafından kusursuz başarıyla uygulanışını görebildik. Ayırca, yol bisikleti sporunu dramatik ve aşık olunası yapan birçok öge de önümüzden resmi geçit yaptı. Kişisel tarihimde hiç bir yarış Vuelta'nın dünkü 17. etabı kadar beni etkilemedi. Anlatayım:

Tüplü dalışta bir laf vardır "Plan your dive and dive your plan!" (dalışını planla ve o planı dal). Dinlenme günüde hazırlanmış nefis bir planın o derece zarif uygulamasını gördük. SaxoBank Tinkoff, Contador'un Vuelta'yı kazanacağı paradigmanın Cuitu Negru'da -bir defa daha- iflas ettiğini görünce denklemi tersine çeviren bir taktik kurmuş. Neydi ilk denklem?

Contador=Çok iyi bir yokuşçu => sert youşlarda tüm rakiplerini elimine eder ve etap kazanır +  ITT'de durumu kontrol eder (Froome'a karşı) => bonus saniyelerle birlikte gerekli zaman farkını oluşurarak kazanır.

Froome'un TdF yorgunluğundan kurtulamayışı bir derece Contador'un eline oynadı. Ama Joaquim Rodriguez'i %30'lara varan yokuşlarda silkeleyemediğini gördü. Hatta Purito'ya son metrelerde sürekli geçilip zaman yitirince, önümüzdeki Cumartesi Bola del Mundo'da da Moreno-Rodriguez ikilisinden sıyrılamayacağını anladı. General Sun-Tzu "düşmanını şaşırt" der. Purito dinlenme günü sonrası, takımıyla rahatça kontrol edebileceği orta sertlikte bir yokuşla biten etaba pek dikkat etmemiş olmalı. Büyük hata. Büyük Turlar'da lider için nefes alınacak, gardını düşürecek tek bir gün bile yoktur. Her gün, her saat dikkatli, tedbirli olmak zorundadır. Contador rakibini şaşırtacak bir sürpriz hazırlamıştı. Sayın Alparslan etap özetini verdi, tekrarlamaya gerek yok.



Yarışın ilk 80 km'si boyunca kaçış grubu oluşamaması ne derece hızlı başladığını gösteriyor aslında. Conti ve Valverde bile kaçmayı denediler ama haliyle Katusha izin vermedi. Başarılı kaçış bile ilk yokuşa kadar ancak 2 dakikalık bir fark açabildi. Saxo Bank'ın hamlesi de o yokuşun inişinde geldi. İkinci bir grup pelotondan koparken ön tarafta Contador'un 4 domestiği vardı ve Rodriguez herhalde ilk bu an "Nöölüyö len!?" demiştir. Contador kendisine ileride destek olacak elemanları göndermişti. Bu grupta eski dostu Paolo Tiralongo da vardı ve aralarında "Hocam, hadi bakalım borcunu ödeme vakti!" diye bir konuşma geçmediyse ne olayım. 

Bir kere Contador'un "İçgüdüyle atağa kalktım" demecine elbette inanmıyoruz. Aslında bunu demesine gerek yok. Planı hazırladık ve uyguladık dese daha hoş olurdu. Plan öncelikle Contador'un yokuş TT yeteneğine dayanıyor. La Hoz'u Rodriguez ve Valverde'nin 18" önünde geçip takım arkadaşı Sergio Paulinho'nun müthiş temposuyla farkı açmaya başladığında plan tıkır tıkır işliyordu. Kritik nokta, Paulinho tükenirken Contador'un eski dost Tiralongo'yla atağa başlaması oldu. Etap zaferi sözü vermiş midir emin değilim (4 kıymetli bonus saniyesi söz konusu) ama gerekli bağlantılar yapılmıştır. Zaten Tiralongo Contador'a medyun-u şükrandı ve borcunu ödemek için çok uygun bir fırsat çıkmıştı (Mario Puzo'nun "Baba" kitabında kendisine bir "iyilik" yapılan fırıncının doğum gününde Don Corleone'ye pasta hediye getirişi). Bir süre de onun hava boşluğunda giden şampiyon Fuente Dé'de artık sadece kendi gücüne kaldı. 17 km uzunluğunda ve %4 ortalama eğim Purito'ya çok ağır geldi. Rodriguez laktat eşiğinin üstünde kısa süreli muhteşem performans verebilen ama eşikte yüksek watt üretme kapasitesi sınırlı bir sporcu. Yıllardır savunduğum "Purito Büyük Tur kazanamaz" önermesi bu fizyolojik özelliğe dayanıyor. Hoş adam Giro12 ve Vuelta 12'de tükürdüğümü yalamanın ucuna kadar getirdi beni ama neyse. Ne tahmin etsem tersi çıkıyor bugünlerde zaten. Contador Purito'nun bu özelliğini çok iyi kullandı ve ciddi bir fark yarattı. 



Yol bisikletinde herkes "mecburcu"yu bekler. Kimin ihtiyacı varsa o tempo yapmak zorundadır, bunu herkes bilir. Mecburcu da kimbilir kaç kere bu durumdan faydalanmış olduğundan ağzını açamaz. Valverde ve Movistar bir ara Rodriguez'e yardım ettiler ama kan kokusunu alınca onu bir anda bırakıp atağa kalktılar. Purito'nun onların arkasına takılamamış olması gerçekten tükendiğini gösteriyor. TT yeteneği kısıtlı, %4 bir yokuşu büyük aynada uzun süre tempolu  çıkamayan Katusha'nın lideri teslim bayrağını çekmiş oldu. Valverde etap sonunda Contador'a 6" kadar yaklaştı ama ikisinin arasında zaten 1'41" fark vardı ve aradaki sürenin azalışı etabı kazanmak dışında bir önem taşımıyordu.  


Saxo Bank arabasından Tiralongo'ya su verilmesi harika bir görüntüydü. Yol bisikleti ittifakların sürekli değiştiği, zayıfın hemen "hal" edildiği, süper Makyavelist ve ultra pragmatist bir spor. Şan, şeref, onur bu sporda alıştığımızdan çok farklı formlarda ortaya çıkıyor. Şövalyelik yapılmaz, komik sayılır, hatta ayıplanır. Diğer iki güzel görüntü de Contador'un birer kurmayının yokuşta pestili çıkan Rodriguez ve Valverde'nin arkasında "jandarma" olarak beklemeleriydi. Liderleri yarışı kazanırken, baş rakiplerinin çektiği sıkıntıyı en yakından izleyip takım arabasına bilgi veren muhbir görevini yaptılar.

Tuzak kuranlar, düşmanla ittifak yapanlar, düşene bir de sen vur'cular, oportünistler, muhbirler ve schadenfreude'nin vücuda gelişi.... Nasıl bir spora gönlümüzü kaptırdıysak artık....