Ercüment Gümrük ve kızı Elif'i geçen sene başlattığımız #VeloSlow aktivitesinde tanıdım. Ercüment Abi'nin, uğruna yuva yıkılacak güzellikte bir Wilier Triestina'sı vardır, eski milli bisikletçi olarak da hakkını verirdi. Ama o ve Elif yazın hafta sonu binişlerine pek katılmazlardı. İkisinin de sıkı birer yatçı olduklarını, Keyif 60 tekneleriyle yarışlara katıldıklarını öğrenince hafta sonu kaybolmalarının nedeni ortaya çıktı. Ercüment Abi, kalbinin teklemesi sonucu bisiklete biraz ara verdi ama aşağıdaki yazıda da okuyacağınız gibi spora ve yarışmaya ara vermedi. Keyif 60 ekibi, Malta Kraliyet Yat Kulübü'nün 1968'den beri düzenlediği zorlu Rolex Middle Sea Race'e katılan ilk Türk teknesi oldu.
Elif Gümrük'ün kaleminden çıkan bu zorlu yarışın tam hikayesini "futbol dışı hareketleri ekrana getirme" misyonunu kararlılıkla sürdüren Spor Locası'nda yayınlamaktan sevinç duyarız. - SG
Malta'da Türk Yelkenleri!!!
Elif Gümrük - Keyif 60
Dünyanın sayılı yat yarışlarından olan Rolex Middle Sea Race’e (RMSR),
Siyami Ersek Hastanesi yoğun bakım ünitesinde karar verdik dersem, dalga
geçiyorum zannedersiniz. Keyif 60 ekibi için Malta’daki yarış hikayesi
gerçekten böyle başladı. Eski milli bisikletçi ve 2013 yılının Ekim ayına kadar
master kategoride bisiklet yarışlarına katılan Ercüment Gümrük, geçirdiği ufak
sağlık sorunu nedeniyle bisiklet yarışlarını bırakması gerektiğini öğrenir
öğrenmez, 2014 yılında bisiklete binmeyi planladığı coğrafyada yat yarışlarını
araştırmaya başladı. Malta’da start alan, Sicilya adasının etrafında dolaşıp
yine Malta’da biten 610 millik bu yarışa katılan ilk Türk ekip olma serüvenimiz
böyle başladı.
Şimdiye kadar bütün ekibimizin katıldığı en büyük yarış, Türkiye’de her
sene İstanbul-Bodrum arasında gerçekleşen Aşağı Yarışı olduğu için, bu karar
aslında bizim için bir tür çılgınlıktı. Ama zaten neredeyse bütün ekip yarı
delilerden oluştuğundan ekip arkadaşlarımız arasında bu karara karşı çıkan
kimse olmadı. Aksine herkes büyük bir heyecanla karşıladı. Tabii ki böyle bir
yarışa “Hadi!” der demez katılamazdık. Her türlü yarış ve güvenlik dokümanını
defalarca okuduk, teknede gerekli değişiklikleri yaptık, onu şimdiye kadar
gördüğü en detaylı bakımdan geçirdik.
Keyif 60, yarışın tüm güvenlik önlemlerine uygun olduğunu sandığımız
şekilde, starttan bir hafta önce Malta’ya ulaştı. Ancak yapılan güvenlik
kontrolleri sonucu birçok ufak tefek eksiklik bulundu. Ama asıl, yayınlanan ek
talimatta belirtilen, teknede AIS bulundurma zorunluluğunu atladığımızı fark
ettik. Hatta güvenlik kontrolüne gelen görevlilerden “Siz bu şekilde Türkiye’de
nasıl yarışıyorsunuz?” sorusunu bile aldık. Starttan önce kalan 3 günde bütün
eksiklerimizi kısmen Malta’dan, kısmen de Türkiye’den daha geç gelen ekip
arkadaşlarımız sayesinde tamamladık. Bu arada, asıl yarıştan 3 gün önce yapılan
30 mil mesafeli “Coastal Race”de kategorimizde 3. olmayı
başadık.
Asıl macera, 18 Ekim Cumartesi günü, Malta’nın Grand Harbour’unda, büyük
bir ihtişamla başladı. Hem karada hem de denizde, tahmin edemeyeceğimiz sayıda
çok izleyicinin arasından start verildi. Teknedeki 10 kişi de hayran hayran top
atışıyla verilen startı ve etrafımızda o ana dek sadece internet sayfalarında
gördüğümüz yarış makinelerini izlemeye dalmıştı. İlk kavança atmamız
gerektiğinde yarıştığımızı unuttuğumuzu fark ettik. Başüstünde, elimde rüzgar
üstü iskotasıyla gönderin bana gelmesini beklerken, piyanoda üst baskıyı
bırakan kimsenin olmadığını fark ettim. Neyse ki çok korunaklı bir limandan start
aldığımız ve henüz limandan çıkmadığımız için hava çok hafifti. Ama bu hata
bizi kendimize getirdi.
Yarışın ilk gününü ideal bir havada, ortalama 8 knot hızla geçirdik.
Ancak ikinci günden itibaren 60 saate yakın bir süre çok düşük havayla
boğuştuk. Akşamüzerleri, hafif artan, gündüzleri ise iyice düşen havayla
cebelleşerek Messina Boğazı’nı geçtik. Bu sırada Ercüment Gümrük başta olmak
üzere, ekibin bisiklet meraklıları, Fransa Bisiklet Turu şampiyonu “Messina
Camgözü” Vincenzo Nibali’ye selam çakmayı unutmadık!
Hafif havayla mücadele ederken ekibin morali neredeyse hiç düşmedi.
Hafif hava, Türkiye’de bizim için genellikle olduğumuz yerde çakılı kalıp,
hafif teknelerin bizi yavaş yavaş geçmesini beklemek demekken, Tiran Denizi’nde
aslında bizim avantajımıza olduğunu fark ettik. Hiç pes etmeden en ufak
esintiyi bile sabırla kullanarak sınıfımızdaki birçok tekneyi bu sefer biz
geride bıraktık. Yarışın takip app’inde bir tekneyi daha geçtiğimizi her
görüşümüzde havasızlığın getirdiği bıkkınlık bir anda üstümüzden kalkıyor,
böylece adım adım ilerliyorduk. Sicilya’nın kuzeyindeki, başta Stramboli olmak
üzere, bütün Aeolian adalarını yavaş yavaş geçtikten -ve güzelliklerine hayran
olduktan sonra- yarışın 4. gününün akşamına doğru, Palermo açıklarındayken rüzgar
yavaş yavaş artmaya başladı. Hava tahminini sürekli kontrol ettiğimiz için
zaten rüzgarın artacağını biliyorduk ama tahminlerin hiçbiri havanın 40 knot’ın
üzerine çıkacağını söylememişti.
22 Ekim sabahı 04:00 sularında hava 25 knot’un da
üzerine çıktı. Artış trendinin durmayacağını anlayınca ana yelkene ilk camadanı
vurarak yarışa devam ettik. Ancak 04:00’deki vardiya değişiminden sonra sabah
08:00’e dek ciddi bir hızla artan rüzgar 40 knotların üzerine kadar çıkarken
ana yelkenimize 2. ve hatta donanımı olmamasına rağmen 3. camadanı vurmuş,
cenovayı da furlingden ufalta ufalta 1 metre açık şekle getirmiştik. Ancak
cenovamızı küçültmekte geciktiğimiz için, kapatırken yırtılmaya başlamıştı.
Bütün bu rüzgara bir de Sicilya adasını bitirip rotamızı Pantelleria’ya, yani
hafif güneybatıya çevirirken yaklaşık 90 derece dönen rüzgar yönü de eklenince
iş iyice zorlaştı. Şiddetli rüzgarla 6 metreye ulaşan dalgaların geliş yönünün
farklılık yaratması ekibimiz için asıl büyük sorunu yaratmaya başladı. Sancak
kontra apaz-dar apazdan aldığımız rüzgara iskele baş omuzluktan yediğimiz
dalgalar, yırtılmaya başlayan yelkenlerimiz, ve bu hava şartlarını ilk defa
yaşayıp midesi kötüleşen ekip eklenince yarışın rotasında devam etmemiz iyice
zorlaşmaya başladı. O sırada en sağlam kalan ve dümende olan Levent Moldur,
yelkenlerimizin durumuyla yarış rotasında gidemeyeceğimizi bildirdi. Normalde
kuzeyinden dolaşarak iskelede bırakmamız gereken Pantelleria adasının güneyinde
güvenli olduğunu düşündüğümüz bir koya ulaşıp demir atarak fırtınanın
azalmasını beklemeyi ve teknemizin durumunu kontrol etmeye karar verdik.
İlk camadanı vurduktan yaklaşık 12 saat sonra
hedeflediğimiz koya ulaşmış ve demir atmıştık. Şansımıza Türk yelkenci Enes
Çaylak’ın da yarıştığı XPlane teknesi bizden yarım saat önce aynı koya ulaşıp
demir atmıştı. Hem onlarla konuşup bizden başka teknelerin de çeşitli badireler
atlatmış olduğunu duymak, hem de o kadar uzun süre fırtınayla boğuştuktan ve
sırılsıklam kaldıktan sonra az da olsa korunaklı ve sakin bir alana varmış
olmak bütün ekibin rahatlayıp kendine gelmesini sağladı. Tabi ki bu arada
cenovamızı değiştirip yarışa devam edip etmeyeceğimizi konuşmaya başladık. Bu
sırada sığındığımız ufacık koya yarıştan 2 tekne ve ayrıca birkaç balıkçı
teknesi daha gelip sığınmıştı. Ancak bulunduğumuz noktada telefonlarımız
çekmediği için havanın ne şekilde ilerlediğini göremiyorduk. Hava kararmaya
başladığı sıralarda rüzgar tekrar döndü ve geceyi bulunduğumuz noktada
geçirmenin tehlikeli olacağına karar verdik. Bizden önce demir alan iki
teknenin arkasından, haritada gördüğümüz, yaklaşık 6 mil batıdaki balıkçı
barınağına gitmeye karar verdik.
Barınağa vardığımızda, bizden önce 4 teknenin daha
oraya sığınıp bağlandığını görünce şimdiye kadar hiçbir yarışta yaşamadığımız
bir rahatlama duygusuyla karşılaştık. Meğerse saatlerce etrafta kimseyi
görmeden ilerledikten sonra kendi teknemiz dışında birilerini görmek insanı çok
rahatlatan, bu işte yalnız olmadığımızı hatırlatan bir duyguymuş. Vardığımızda
zaten geceydi. Hepimiz çok yorgun ve ıslak olduğumuzdan kaloriferi çalıştırıp
ıslakları havuzluğa yığdıktan sonra karnımızı doyurduk. Sonra erkenden uyuyup
sabaha sağlam kafayla, barınağa vardığımızda çekmeye başlayan internetten hava
raporlarını inceleyip teknenin durumunu tekrar inceleyip ne yapacağımızı
konuşmaya karar verdik. Sabah bütün bu kontrolleri yapınca, o gün (Perşembe)
tekrar denize çıkamayacağımıza karar verdik. Çünkü hava şiddetini düşürmeden
esmeye devam ediyordu. Bulunduğumuz noktadan finişe kadarki mesafeyi, perşembe
gecesi azalmaya başlayan hava ile yola çıksak bile, yarış süresi içinde
tamamlayamayacağımızı üzülerek hesap ettik. 23 Ekim sabah 11:00 sularında yarış
ofisini arayarak yarışı resmi olarak bıraktığımızı haber verdik.
Günü eşyalarımızı kurutarak, gün içerisinde barınağa
gelen teknelere yardım ederek, su ve yakıt ikmali yaparak ve teknede çalışarak
geçirdik. Diğer teknelerin, özellikle de yaklaşık 24 saattir dümen palası kırık
şekilde fırtınada boğuşan Scarlet Oyster teknesinin yaşadıklarını dinleyince bizim
başımızdan geçenlerin çok ufak şeyler olduğunu fark ettik. Açıkçası bu fırtına
sonrasında Keyif 60’ın gerçekten sağlam olduğunu da öğrenmiş olduk. Bu şiddette
havalar görürse dayanmayacağını zaten bildiğimiz yelkenlerimiz dışında teknede
hiçbir hasar olmadı.
Rolex Middle Sea Race, bütün ekibe gerçek bir offshore yarışın nasıl
olduğunu öğretti. Meğer biz Türkiye’de offshore yarış neymiş bilmiyormuşuz.
Geri dönüp baktığımızda, ilk gün 15 knotlarla ideal bir havada başladığımız
yarışta, 2. ve 3. gün 5 knot’un üzerine çıkmayan rüzgarda dahi mücadeleye devam
edip normalde iddialı olmadığımız havalarda adım adım rakiplerimizi geçmenin
bize moral kattığını anladık. Ayrıca, Malta’ya döndüğümüzde 4. gün başlayan
fırtınanın, yarışın 49 yıllık tarihinin en zorlu 48 saati olarak
adlandırıldığını öğrendik. Fırtınada camadan vurmak, fırtına flokuna geçmek
gibi bazı işlemleri yapmaktan geç kaldığımıza karar verdik. Bir de, her ne
kadar denizlerimizde bu şartlara çok ender rastlansa da, böyle bir yarışa
gitmeden önce, hem uzun süre denizde olup vardiya şartlarına alışmak, hem de
uzun süre fiziksel çalışmaya dayanıklı olabilmek için Marmara Adası’na
antrenman amaçlı gidip dönmek gibi hafta sonu planları yapmamız gerektiğini
kararlaştırdık.
Normal şartlarda böyle bir macera atlattıktan sonra çoğu insan “Bir daha
asla!” diye düşünebilir. Ancak Malta’dan dönüş uçağında tüm ekibin aklındaki
soru “Önümüzdeki sene tekrar nasıl gelebiliriz?”di. Kısacası, 2015 yılında,
bizi nelerin beklediğini bilerek, daha hazırlıklı şekilde Rolex Middle Sea
Race’e tekrar katılmak ve bu sefer 610 millik rotayı tamamlayabilmek umudumuz
var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder