Türkiye’nin bir spor politikası yok. Beni ilgilendiren bir çok konuda herhangi tutarlı ve uzun erimli siyaseti zaten yok ama, spor politikası hiç olmadı. Tüm hayatımca en büyük tutkum bu olduğu için de T.C’nin spor ve spor eğitimi politika eksikliği her gün ruhumu ızdıraplara gark eden bir şey. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın onlarca kez tekrarladığım sözü uyarınca, Türkiye maalesef evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânı vermediği için de, dönüp dolaşıp, yine memleketimizin yönetim şeklinden veya yönetilememe halinden konuşup, şikayet edip, kahretmek durumunda kalıyoruz. Her gün, kayayı dağın tepesine taşıyıp aşağıya düşüşünü seyreden, isyan eden, kahrolan ama ertesi gün aynı kayayı yine yüklenen Sisifos’un çilesini bizim insanımız kadar iyi anlayan ve hisseden az ulus vardır.
Ahmet Örken’in durumu da bu psikolojiyi bir kez daha tetikleyen -tetikleyen yanlış oldu- yüzeye çıkarıp gözüme sokan olgulardan biri oldu. Bisiklet sporu, çok çok ağır bir spor olması nedeniyle tarih boyunca hep şanssız, ayrıcalıksız, gelir açısından çok kısıtlı, başka fırsatları önünde göremeyen fakir ailelerin çocuklarını bulup çıkarmış; yıldızlarını ve büyük şampiyonlarını ezici bir çoğunlukla sosyal skalanın altından derlemiş bir spordur. Fransa Turu’nu ilk kazanan Maurice Garin göçmen bir baca temizleyicisi, Fausto Coppi kasap çırağı, Gino Bartali çiftçi çocuğu, Lance Armstrong babasız büyümüş bir sekreterin oğluydular. Bu yönüyle Örken'in durumu da şablona gayet güzel uyuyor. Ahmet Konya’nın Çumra ilçesinin Fethiye köyünde, babasız büyümüş, çok fakir bir ailenin çocuğu. 13-14 yaşlarında bisiklete başlamış, yetenekli olduğu ortaya çıkınca devam etmiş. Bir röportajında şöyle diyor: “Bu sporun bana ve aileme sağlayabileceği olanakları öğrendiğimde, bisiklete 4 koldan sarıldım*”.
Yaş gruplarında Türkiye ve Balkan şampiyonlukları yaşadıktan sonra 2010 yılında federasyon ve bakanlığın projesiyle UCI Eğitim Merkezi’nde ve ardından Mallorca’da antrenmanlarını sürdürdü. Bunun sonunda Avrupa Junior Pist Bisiklet Şampiyonasında omnium dalında altın madalya kazandı, daha sonraki Dünya Şampiyonası’nda ise 5. oldu. 18 yaşında, sadece bir buçuk yıl çalışarak bu düzeyde başarı elde edebilen büyük bir yeteneği vardı. Velodromu olmayan ülkenin pist şampiyonu oldu.
Sonra pist bisikleti projesi bitti. Neden? Yazılmayan, hep anlatılan bir sürü hikaye var. Anafikri, biri diğerinin başarısını çekemedi, diğeri egosuna hakim olamadı, öbürü de bütçeyi başka şeylere harcadı. Hep böyledir zaten. Türkiye’de devletin kontrolündeki herhangi bir spor projesinin, hiç sapmadan 10 sene sürdüğüne tanık oldunuz mu hiç? Ben olmadım ve ömrümün 54. yılında artık ölene kadar da böyle bir şey göremeyeceğimi kabullenmiş durumdayım.
Ahmet Örken, Konya Torku’da yol yarışçısı oldu. Yol disiplininde yanılmıyorsam iki kez ülke birincisi oldu, son dört senedir de zamana karşı Türkiye şampiyonu. Daha çok sprinter olarak çalışıyor. Bu sene Quinghai Lake gibi manyak irtifalarda koşulan bir turda 2 etap kazandı. Bisikletçilerin 20'li yaşların ikinci yarısında ve 30’larının başında fizyolojik olarak zirveye ulaştıklarını hatırlarsak belki sprinter olarak yıldızlaşamayacak olsa da bir çok farklı rolde en az 10 sene üst düzey bir profesyonel kariyer sürdürebilir. 2 sene önce Nippo Vini Fantini’nin teklifini kabul etmemiş olsa da, bu sene artık yuvadan uçma zamanı gelmişti. Sonunda Pro-Kıta kategoriye yeni çıkan, devlet destekli, hafif propaganda amacı taşıdığı su götürmez Israel Cycling Academy (ICA) ile anlaştı. Konya gibi muhafazakar bir çevreden olduğu için bu karar ilginç gelmişti. Röportajda bunu soran gazeteciye etrafının tepkisini şöyle anlatıyordu Ahmet yaklaşık 2 ay önce: “(…) Çevremden aldığım tepkilerin tamamına yakını olumluydu. Benim gelişimim açısından çok önemli olduğunu bildikleri için beni tebrik ettiler ve destekledikler. Sporla iç içe olan insanlar zaten bu tip olaylarla siyasetin, politikanın hiçbir alakası olmadığını bilir. Spor evrensel bir olgudur; insanları, ulusları, barış çerçevesinde bir araya getirmek temel amaçtır. Açıkçası kararı alırken de, kariyerim dışında bir şey düşünmedim. (…)**”
Ahmet Örken ICA ile 2 yıllık kontrat imzaladı. Takımın Ahmet’i sportif nedenlerle istediği mutlak ama elbette müslüman bir sporcunun kadroda yer almasının yaratacağı olumlu propagandanın da itici etkisi tartışılmaz. Sonuçta sporcularını “barış elçisi” olarak sunan ve 2 gün önce formasına “barış güvercini” ekleyen devlet destekli bir takımdan bahsediyoruz. Takımın Avrupa merkezi İspanya’nın Girona kentinde. Ahmet yılın çoğunu İspanya’da ve yarışlarda geçirecekti. Yabancı dil bilgisi kısıtlı olduğu için bu nokta açıkçası beni düşündürmüştü. Türkiye’de yetişip yurtdışında kariyerini başarıyla sürdüren Türk sporcusu sayısı denizde kum değil. Örken’in en büyük yardımcısı ise eski Torku menejeri, ICA’da sportif direktör olarak çalışmaya başlayan Lionel Marie olacaktı. Marie hem yeni çalışma metotları hem de kişiliğiyle, Torku’nun başında geçirdiği bir sezonda çok sevilmişti. Gerisi de Ahmet’in zeka, çalışkanlık ve sebatına kalacaktı.
İsrail 1949 yılından beri Kudüs’ü başkent olarak kabul ediyor, Dünya ise bu tek taraflı kararı yaklaşık 70 yıldır sallamıyor, büyükelçiliklerini Tel Aviv’de tutuyorlar. ABD Başkanı Donald Trump Aralık ayında ülkesinin Kudüs’ü başkent olarak kabul edeceğini açıklayınca büyük bir tepki doğdu. Türkiye’de de, başta politikacılar olmak üzere ciddi bir reaksiyon gelişti. Gösteriler, nümayişler büyüdü. Ve sonunda Ahmet çevresinin de talebiyle ICA’dan ayrıldı. Takım bu akşam yaptığı bir açıklamayla Ahmet Örken’in kontratını feshettiğini açıkladı. Ahmet yarın pazartesi Sakarya Büyükşehir Belediyesi-Salcano Bisiklet Takımı’yla anlaşma imzalayacak.
Olay bu… Ama yazıyı burada kesmem mümkün değil. Bundan sonrası sadece ve sadece kendi düşüncelerim.
1. İnançlı bir müslüman olduğunu tahmin ettiğim Ahmet Örken tüm çevresinin desteğini alarak ve politikadan uzak duracağını açıklayarak ICA’ya transfer olmuştu.
2. İsrail Kudüs’ü 1949 yılından beri başkent kabul ediyor. Ahmet iki ay önce takımla anlaşma imzalarken de durum böyleydi, bugün de böyle. ABD’nin garip başkanının kararıyla Ahmet’in takımdan ayrılmasına giden süreç arasında doğrudan bir ilişki kuramıyorum. ICA bir Amerikan takımı olsaydı anlardım ama değil.
3. Türkiye dış politikası evvelsi gün Yunanistan, dün Rusya ve Suriye, bugün İsrail ve ABD’yle takışmalı. Yarın kimle dost, kimle düşman olacağımız meçhul. Hal böyleyken, iş hayatına (Ahmet Örken profesyonel bir sporcudur) dış ilişkilerin bu derece etkili olmasına izin vermek kariyere çok etki eder.
4. Transfer kararı alırken sadece kariyerini düşündüğünü açıklayan Ahmet Örken takımdan ayrılırken kariyerini değil başka şeyleri düşünmüş olmalı. O zaman da spor hayatına politikanın girmesine izin vermiş oldu.
5. Aldığım bazı duyumlar Ahmet’in “annesinin ısrarı ile” bu kararı aldığını belirttiği yönünde. Ahmet’in yaşındayken annemle ettiğim bir kavgada ona “Üstümde hiçbir yaptırım gücün yok!” diye bağırmıştım. Ferihacığım’ın bu sözümden yıkıldığını görünce de “İstemediğim ama talep ettiğin şeyleri sadece seni sevdiğim için yapabilirim” demiştim. Eğer Ahmet Örken, annesi ısrar ettiği için ICA’dan ayrılmışsa diyecek hiçbir şeyim kalmaz. Zaman zaman, ana baba için, yanlış olduğu bilinse de bazı şeyler yapılır. Öyledir. Borcu ödemenin bir yoludur bu ve başkasına sadece susmak düşer.
6. Ama eğer Ahmet politik bir kaygı/saik/beklenti ile bu kararı almışsa hayatının en büyük hatasını yapmıştır. Spora politika sokmuş olur ve bu tip hesaplar döner gelir adamı kıçından ısırır. Ona Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nde hayırlı başarılar diler geçerim.
Durum böyle… Uluslararası arenaya çıkacak, belki Giro’da yarışacak ilk Türk bisikletçisini göremeyecek olmamın hayalkırıklığını yazıya yansıtmamaya çalıştım. Pek başardığımı sanmıyorum.
*Fanatik Gazetesi: http://www.fanatik.com.tr/2017/10/14/turk-bisiklet-tarihini-bastan-yazan-adam-ahmet-orken-1324558
** a.g.e.