2016 MLB sezonu açılmak üzere. Cubs da 4 Nisan 2016 günü LA Angels deplasmanı ile sezonu açacak.
Cubs 2015 sezonunu dahi meneceri Joe Maddon'ın liderliğinde, ve dahiliği filmlere konu olmuş takım başkanı Theo Epstein'ın önderliğinde, senelerce beyzbolun sıkıcı draftlarında el emeği, göz nuru ve sabırla biriktirilmiş genç çaylakları Kris Bryant, Kyle Schwarber, Addison Russell, Javier Baez ve Jorge Soler'in katılımı, veteranlar John Lester, Dexter Fowler, Miguel Montero, Jason Hammel ile David Ross'un verdiği güven, ve de atıcı Jake Arrieta'nın sürpriz performans çıkışıyla sezonu beklentilerin çok üstünde tamamlayarak playoff'a kaldı. Playoff'da önce Pittsburgh Pirates'ı, sonra da St.Louis Cardinals'ı eledi, ama NL finalinde New York Mets'e elendi.
Cardinals'ı elediğimiz andaki sevinç
Özellikle 2015 sezonu beklentilerinin düşüklüğünü hesaba katarsak bu büyük başarının çapı anlaşılabilir: 2014'de 73 galibiyetle grup sonunculuğundan 2015'de 97 galibiyete ulaşıldı (o kadar galibiyete rağmen grup 3. olması da tipik bir Cubs şanssızlığı. Çünkü Cubs dahil ilk 3 sıradakiler MLB'nin en iyi takımları. Gerçi bunları, yani Pirates ile Cards'ı playoff'da sırayla tokatladık)
Geçen sezonun büyük başarısı 2016 için Cubs'ı "win-now" moduna geçirdi ve kadrodan neredeyse hiç kayıp olmadığı gibi, Cardinals'dan John Lackey ile Jason Heyward, Yankees'den takasla Adam Warren ile Brendan Ryan gibi takviyelerle kadrosunu daha da güçlendirdi. Sadece savunma hatası bol çocuk Starlin Castro Yankees'e takasla gönderildi. CF Dexter Fowler kaçmaya çalıştı, ama istediği paralara kimse razı olmayınca Cubs'ın orijinal teklifinin çok altına bir paraya geri döndü.
Bütün bunlar analistlerin gözünden kaçmadı ve an itibariyle Chicago Cubs 2016 şampiyonluğunun en büyük adayı olarak gösteriliyor.
Gelgelelim bence bu sene Cubs bırakınız şampiyon olmayı, .500'ün ötesini zor görür. Sebeplerini sıralıyorum:
İkinci sene laneti
Takımda tam 5 tane çaylaklık sonrası ikinci, Amerikalı deyimiyle "sophomore" sezonunu yaşayan oyuncu var, ve bunlar takımın belkemiği. Gelgelelim sophomore slump denen bilinen bir mefhum var. Günlük hayattan şöyle bir örnek verilebilir: Araba kullanmayı yeni öğrenen bir çaylak bir sürü acemilik etse de, kaza yapmaz. Gelgelelim biraz öğrendiğinde kendine yersiz bir güven gelir ve genelde ilk kazasını da o zaman yapar. İşte böyle tam 5 oyuncunun varlığı muhakkak takımı olumsuz etkileyecektir.
Açılış günü atıcısı
MLB'de açılış gününün, yani sezonun ilk maçında takım adına topun kimin fırlatacağı meselesi çok önemlidir ve prestij meselesidir.
Geçen sene oldukça tecrübeli Jon Lester transfer edilmiş ve hiç düşünülmeden açılış günü top kendisine teslim edilmişti. Gelgelelim 2015'de Jack Arrieta çok başarılı oldu ve ligin en iyi atıcısına verilen Cy Young ödülünü kazandı. Bundan dolayı Lester halen takımda olmasına rağmen 2016'da ilk günün topu Arrieta'ya verilecek.
Arrieta sevinirken
Lester bu kararı olgunlukla karşıladı. Lakin Arrieta baş parmak problemi sebebiyle son maçında sadece 1 oyuncuyu oyun dışı bırakabilerek tam 5 run verdi ve oyundan çıkarıldı. Bir süre açılış gününde Lester tekrar başlar mı derken Maddon "Arrieta başlayacak" diye son noktayı koydu. Ama olası bir kötü performans bir sürü soru işaretini gündeme getirebilir. Kötü başlayan kötü gider.
Arılar
Hazırlık maçında arılar Cubs CF Jason Heyward'a saldırdı ve oyun durmak zorunda kaldı. Sonrasında aynı arılar bu sefer Cubs'ın bullpen'ine dalmış ve oyuncular rakip takımın bullpen'ine sığınmak zorunda kalmış.
Sports Illustrated Kapağı
Cubs takımı 2016'da SI'in kapağına çıktı. SI kapağına çıkmak bilinen bir şanssızlık çeşididir, sanki şanssızlığa çok ihtiyacımız varmış gibi...
2016 bisiklet sezonu Ocak sonu gibi başladı. Bisiklet -genelde- sıcak hava sporudur, o yüzden ilk yarışlar Avustralya, Güney Amerika gibi yerlerde başlar, Arap yarımadasının sıcak ülkelerinden devam ederek aniden pek de sıcak havalarda yapılmayan bahar klasiklerine yönelir. Klasikler arifesinde, yani çoğu kişi için sezonun başlangıcı sayılan yarışlardan önce, televizyondan yarış izleme rehberi hazırlayalım dedim. (Bisiklet yarışlarını yerinden izleme deneyimleri için Sarper Günsal'ın bu yazısını, "yol bisikleti de ne la?" diyorsanız bu yazıyı okumanızı tavsiye ederim)
Bisiklet yarışı bütün olarak izlemesi en zor spor olabilir. Bir kere sınırları belli bir saha, olanları daha iyi takip edebilmek için yükseltilmiş bir yapı olan tribün gibi çoğu sporda mevcut olan şeyler yoktur. Onun yerine bizzat yerinde takip etmek isteyecek kadar manyaksanız yolun kenarında durursunuz, saatlerce beklersiniz ve bisikletçiler önünüzden vın diye geçerler. Bitti, haydi eve.
Televizyondan izliyorsanız, devasa bir organizasyonla bisikletçilerin arasında vızır vızır dolaşan motorsikletlerle seyahat eden kameramanların çektiklerini görürsünüz. Bu kameramanlar da çeşitli stratejik yerlerde konumlanırlar: Ana grubun başı, ana grubun arkası, kaçış grubu, favoriler grubu gibi. Ama göremediğimiz yerlerde de bir sürü olay gelişir; bazıları komple gözden kaçar, bazılarına motorsiklet geç gider, bazen yol o kadar dardır ki, kimse gidemez.
Bir de, ana grupta 150-200 kişi yarışır., üstelik kasklarla! 200 kişiyi tek tek tanımak oldukça zordur, zira tanıma kriterleri anca boy/pos, değişik saç/sakal ve gözünüz keskinse sırt numarasıdır. İşin kötüsü, tanımanız gereken takım liderleri, sprinterlar falan yarışın çok büyük bölümünde diğer takım arkadaşlarının arkasına saklanırlar. Moralinizi bozmayın, yazının geri kalanında tüm bu işleri nasıl çözeceğinizi anlatacağım.
Yayın Başladığında
TV yayını başladığında iki ihtimal vardır: Bu ihtimallerden büyük olanı etabın ortasına bağlanılmasıdır. Genelde bu durumdayken yarış bir kaçış grubu (frenkçe "tete de la course") bir de peloton şeklinde devam etmektedir.
Küçük olan ihtimal ise yarışın en başından anlatılmasıdır. Bu şerefe nail olan yarışlar genelde büyük turların çok önemli etaplarıdır. Bu etaplar 6-7 saat sürdüğünden TV sunucuları laf lafı açsın diye tüm arkadaşlarını stüdyoya davet ederler. Yoldaki tüm tarihi yerler öğrenilmeli, olası ayrılıkçı/bölücü topluluklar romantikçe anılmalıdır.
Yarış en baştan başladığında ilk olarak bisikletçileri oldukça yavaş şekilde "neutral ride" yaparken görürüz. Bu sırada önlerinde seyreden yarış direktörünün olduğu arabayı geçmezler. Mayo sahipleri sembolik olarak en önde başlarlar. Bir süre böyle gidip şehir halkına arz-ı endam edildikten ve de ısındıktan sonra yarış direktörü arabasının sun-roof'undan dışarı çıkarak bayrak sallar ve araba kenara çekilir. Yarış resmen başlamıştır.
Yarış başladığı gibi çılgın bir telaş da başlar: Bazı bisikletçiler ok gibi fırlayarak kaçmaya çalışır, bazıları da kaçanları yakalamak için yine ok gibi atağa kalkar, bu sırada daha yan tarafta başka biri fırlar. Tam "şu kaçabildi galiba" dediğinizde birden yavaşlar, arkasına bakmaya başlar. Kimse gelmediği içindir bu; ana grup onu yakalarken ters şeritten bir grup daha kaçar. 10-15 saniye fark açarlar. Kamera onları çok hızlı gidiyor gibi gösterirken bir bakarsınız ki ana grup hızlı tren gibi geliyordur. Yakalanırlar.
Hesaplara gelmeyecek karmaşık grup dinamikleri neticesinde bir kaçış grubu oluşur. Kaçış grubu oluşmak zorundadır, dahası pelotona da en az 4-5 dakika gibi bir fark atar, daha doğrusu fark atmasına izin verilir. Çünkü kaçış grubu pelotonun emniyet subabıdır, ön tarafta bir kaçış grubu varsa artık başkası pek kaçmak istemez, çünkü halihazırda önde birileri varken kaçmak haybeye enerji kaybı olacaktır. Böylece peloton liderliği rahatlar.
Şimdi yayına ortadan daldığımız ihtimale dönelim. Bir kaçış grubu mevcuttur ve üyeleri -genelde- dandik takımların dandik elemanlarıdır. Zaten öyle oldukları için onlara kaçma izni verilmiştir. Kaçma izninin şartları ikidir: genel klasmanı tehdit etmeyeceksin ve sonradan yakalanabilir olacaksın. Bu adamlar/kadınlar büyük ihtimalle önde haybeye rüzgarı göğüsleyecek, kendilerine tahsis edilen motorsikletten yapılan çekimlerde sponsorlarının reklamını yapacak ve doğru zaman gelince yakalanacaklardır. Şu uyarıyı da yapayım: Bisiklet tarihi böyle kaçışlardan elde edilmiş zaferlerle doludur. Burada anlattıklarım meydana gelecek ortalama durumları betimlemektedir.
Bu aşamada kaçış grubu belliyse TV seyircisi için içecek belirleme vakti gelmiştir. Genelde yarışlar hava aydınlıkken yapıldığından gündüz gündüz içki içilmesi pek tavsiye edilmez, bunun sebebi içkinin bilinen zararlarının yanında, feci şekilde uyku da yapmasıdır. Çay, kahve gibi uyarıcı, silkeleyici içecekler daha iyi gidecektir. Gelgelelim yarışı bizzat yerinde seyrediyorsanız içki içmek neredeyse farz gibidir. Örneğin Hollandalılar sabahtan başlarlar ve Fransa Turu'nun meşhur Alpe d'Huez etabında "Dutch Corner" adıyla nam salmış yerleri mevcuttur.
Şubat ayındaki Katar, Dubai ve Umman turlarında ise içki içmek yasak ve tehlikelidir. İçilecekse votka tercih edilebilir, ama kızgın sıcakta çorak otoban kenarında saç kurutma makinesi gibi çöl rüzgarı eserken bir yandan da votka yudumlamanın nasıl bir dayanıklılık gerektireceğini kestirememekteyim.
Peloton Liderliği
Bir bisiklet yarışı seyretmeden önce (veya internet marifetiyle, sırasında) yapılacak şeylerden ilki, takımların mayo renk ve desenlerini öğrenmektir. Çünkü peloton kalabalığına bakarken tek tek adamları değil, takımları tanımak daha önemlidir.
İkinci şey de, takımların yarışın dahil olduğu tur, koşulan etap veya tek günlük yarış için amaçlarını öğrenmektir. Amaçları önden bilince takımların yaptıkları manevralar daha iyi anlaşılabilir.
Peloton liderliği genelde bir veya birkaç takım tarafından yapılır. Bu takım(lar)ın domestikleri sırasıyla önde giderek pelotonun hızını belirlerler. Enayilik gibi gözükse de, pelotonun hızını kontrol edebilmek önemlidir. Bir de, önde olunca olası rakiplerin kaçışlarına anında cevap verilebilir. İyi takımlar pelotona liderlik etmeseler bile, önlerde bulunmaya gayret ederler. Yarışın herhangi bir safhasında fazla sayıda takım önde bulunmak isterse pozisyon savaşından dolayı pelotonun hızı deli gibi artabilir.
Bir ipucu: Eğer peloton hızlı gidiyorsa incelir, yavaş gidiyorsa kalınlaşır. Buna bakarak analiz yapabilirsiniz. Kalınlık ile yanyana giden bisikletçileri sayısının çokluğunu kastediyorum.
Sizce bu peloton hızlı mı, yavaş mı?
Mayolar
Bisikletçilerin giydiği kıyafetlere "mayo" denir. Her takımın kendine özgü renkleri ve sponsorlarının isimleri, logoları heryerlerinde (evet, her yerlerinde) bulunur.
farz-ı misal
Bunun dışında değişik renklerde bisikletçiler dikkatinizi çekecektir. Mesela genel klasman lideri sarı (pembe, kırmızı, turkuaz) mayo giyer. Puan lideri, tırmanış lideri, 25 yaş altı genel klasman lideri hep değişik renkte mayolar giyer.
Ayrıca ülkelerinin şampiyonasında birinci olmuş bisikletçiler kendi ülkelerinin renklerini taşıyan mayo giyme hakkına sahiptirler. Son olarak, sezon sonuna doğru yapılan dünya şampiyonası yarışını kazanan yarışçı, bir sonraki sezon tüm yarışlarda gökkuşağı mayo giyme hakkını kazanır.
TV'den izlerken bu değişik mayolar yarışçıları ayırt etmeyi kolaylaştırır.
Peloton Bölünmesi
Pelotonun arkasında giden takımlar ve bisikletçiler için en büyük kabus pelotonun bölünmesidir. Örneğin 200 kişilik koca grubun 100'er kişilik 2 gruba bölündüğünü düşünelim. Arkadaki grubun öndekini yakalaması için ekstra çaba sarfetmesi gerekecektir. İstatistiki olarak öndeki grup, güçlü takımlar önlerde olmayı tercih ettiği ve başarabildiği için zaten doğal olarak daha hızlıdır.
Bölünme genelde çapraz rüzgarların estiği yerlerde olur. Rüzgar çapraz esince arka arkaya gitmenin sağladığı avantaj ortadan kalkar, onun yerine yan yan girmek gerekir. Ama yan yan gitme de yolun genişliği ile sınırlı olduğu için "echelon" denen gruplaşmalar oluşur.
Kaç tane echelon sayıyorsunuz?
İşin komiği, yolda çapraz rüzgarların olabileceği yerler az çok bellidir. O yüzden arkada yakalanmak istemeyen takımlar o kısımlara yaklaşırken önlerde bulunmak için hızlarını arttırırlar ve böylece hız kaotik olarak artarken bölünme ihtimali daha da yükselir. Hız artınca incelen peloton, her ince şey gibi daha kolay bölünür, kopar.
Bazen kazalar, daralan yollar gibi şeyler de pelotonun bölünmesine yolaçabilir.
Bölünme oluştuğunda en zevklisi arka grupta bir favorinin kalmış olmasıdır. Öndeki diğer favorilerin takımları, o favoriyi elemek için (oluşabilecek zaman farkı genel klasman iddiasının kolaylıkla bitmesi anlamına gelebilir) deli gibi tempo yapmaya başlarlar. Arkada ise öndekileri yakalama işi o favorinin takımına kalmıştır, zira geride kalmak diğerlerinin çok da derdi olmadığı için önde gitme zahmetine girmezler. Pislik yapmak bu işlerin raconudur.
Sonuçta bisiklet yarışında önde gitmek enayilik gibi olsa da, istenmeyen kaçışları engellemek ve olası bölünmelerde ters ayakta yakalanmamak için elzemdir. Bu da organik olarak pelotona belli bir hız verir. Pelotona tempo verme işine aşağılarda değineceğiz. TV'de pelotona bakmak sıkıcı değildir, önlerdeki takımları tanıyınız ve amaçlarını tahmin etmeye çalışınız.
Yol bisikletini ilk öğrendiğim yıllarda pelotonun etiği olduğu, rakiplerin kaza yapanları beklediği vs. türünden bir sürü efsane duymuştum. Yalandır, inanmayınız. Ufak tefek olursa şov içindir. Genelde bir grubu, bisikletçiyi çekmek işine gelmiyorsa çekilmez, zor durumda kalana tekme atılır. Sadece peloton işerken ve yemek alırken atak yapılmaz dense de, kaçış grubu temposuna devam eder. Tavsiyem, bu muhabbete fazla takılmayın.
Sprint Etabı
Bazı takımlar sprinter takımlarıdır. Yani genel klasmanla işleri yoktur, kadrolarında iyi bir sprinter vardır ve etabın toplu finişle bitmesi işlerine gelir. Çünkü toplu finişte sprinterleri acayip hız yaparak yarışı kazanabilir.
Eğer etap, özellikle zirve finişi ile bitiyorsa, bu takımları ortalıkta göremezsiniz. Tek amaçları etabı sağ salim tamamlamaktır. Sprinter denen adamlar kas yığını olduğundan kısa süreler için müthiş hızlara çıkabilseler de, yerçekimi dostu olmadıklarından dağlık etapları sevmezler. Takım arkadaşları, biricik sprinterleri elenmesin diye geride kalarak onu çekerler, zira etap birincisinin zamanından %30 kötü bitiren sporcu yarıştan elenir.
Eğer etap düzlükle bitiyorsa sprint ihtimali vardır. O yüzden sprint takımları kaçış sevmezler, milli birlik ve beraberlik olsun isterler. Zıpçıktılara izin verilmez. Politik söylemle bir nevi muhafazakar partilerdir. Düz bir etabın ilk ve orta kısımlarında genel klasman favorilerinin takımları pelotona liderlik ederken, sonlarına doğru onlar arkalara geçerler ve kaçış grubunu yakalama işini sprint takımları paylaşır.
Etabın bitimine az kala kaçış ya yakalanmıştır, ya da yakalanmasına az kalmıştır. Bu aşamada sprint takımları sprint treni adı verilen oluşuma girerler. Yani takımın hızlı elemanları, sprinterlerini aralarına almak suretiyle ardarda giderler ve başkalarının bunu sömürmesini istemediklerinden yolda habire şerit değiştirirler. O kalabalıkta takım elemanlarının sprint trenini oluşturmak için birbirlerini bulmaları bile başlı başına zor iştir; bazen hiç beceremeyebilirler.
Sprint treni elemanları birbirlerini sırayla çekerler, sonlara çok yaklaşıldığında genelde lead-out ile sprinter kalmıştır. En son lead out'lar da çekilir, ve sprinterler başbaşa kalarak düellolarını yaparlar. Tren iyi değilse bazı sprinterler geride kalabilir, bazılarının takımı ise sprint takımı bile değildir ama, trenler arasında sömürü dansı yaparak düelloya katılabilir, hatta kazanabilirler de.
TV'de seyrederken, takım trenlerinden hangi sprinterin aktif olduğunu anlayabilirsiniz. Sprinterin kendisini göremeyebilirsiniz, sorun değil (puan klasman liderine özel renkte mayo taşıyorsa kolayca göreülür). Bir trenin peşine takılmaya çalışan farklı takımdan biri de büyük ihtimalle fırsatçı bir sprinterdir.
Punch
Bazı etaplar, ve genelde tek günlük yarışların çoğu, sprinte uygun değildir. Böyle bir yarışın nasıl sonuçlanacağını takımların gücü belirler. Mesela, bazı yarışların sonuna doğru küçük ama etkili bir yokuş vardır. Puncheur adı verilen özel yarışçı çeşidi bu tarz yokuşlarda ani atak yaparak pelotonu geride bırakır, kalan düzlükte de basar gider. Bazen bunlardan birkaçı beraber gider ve yarışı kimin kazanacağı esas sprinterlerin olmadığı bir sprintle belirlenir.
Yukarıda anlatılanın olmasını sprint takımları istemez. O yüzden son küçük yokuşa yaklaşılırken pelotonu hızlandırıp puncheur'ün kaçamayacağı bir sürat sağlamaya çalışırlar.
Veyahut puncheur kaçsa bile, yol düzleştiğinde liderliği ele alıp tempo yaparak pelotonun yakalamasını (buna "geri getirme" de denir) sağlamaya çalışırlar. Böylece ortamı sprinterlerinin kazanabileceği hale getirirler.
Bazen fırsatçı veya sprinter takımlarından düşük profilli biri de kaçan esas puncheur'ün peşine takılıverir. Normalde kaçaklar arka grup yakalamasın diye beraber çalışırlar ama kaçanlar arasında bu fırsatçı varsa o asla çalışmaz. Çünkü takımının amacı onun kazanması değildir, veyahut diğeri kadar bunu istemiyordur. Bu durumda esas adam eğer tekrar bir tempo yapıp onu silkeleyemezse önde giderek yorulur, yarışın bitimine az kala arkadaki fırsatçı yorgun rakibine atak yapıp yarışı çalıverir. Ayrıca bkz Omloop'da Oyun Sonu
Cobbles
Bahar klasiklerinin önemli bir kısmında parkurun üstünde cobbles/pave adı verilen arnavut kaldırımı bölümler vardır. Bu kısımlarda giden bisiklet şiddetli ve düzensiz titreşim halindedir. Hem ekipman hem de bisikletçi için oldukça yorucu bir kısımdır. Ayrıca öyle yerlerde yol da daralarak zorluklara zorluk katar.
Bu kısımlar 20. yüzyılın başlarında parkurlarda mecburen bulunuyorlardı. TOKİ bakış açısıyla bu yollar ivedilikle asfaltlanmalıdır. Belki Avrupa adamı da bir süre mevzuya öyle bakmıştır. Ancak zamanla anlaşılmıştır ki, yolun bu kısımları yarışları zevkli hale getirmektedir. Günümüzde bırakınız asfaltlamayı, artık gözleri gibi bakmaktadırlar. (Bkz. Paris-Roubaix)
Sonuçta yolda cobbles kısım varsa, orası öncelikle dardır. Bisikletçilerin birbirini geçmesi zordur. Basit bir tek kişilik kaza bile yolu kapar ve bölünmelere yol açar. Pave üstünde kaza yapmak çok olasıdır, ayrıca lastikler de sık sık patlar ve yol kapanır.
Dahası, baharda yapıldığından büyük ihtimalle yağmur yağar ve koşulları çok daha zorlu hale getirir.
Tüm bu nedenlerden dolayı herkes cobbles kısma önde girmek ister. O yüzden hız deli gibi artar ve daha da çok kaza olur. Birçok yarışçı pave kısımlarda şansını kaybeder. Bunlara dayanan güçlü bisikletçiler (dağlarda esameleri okunmaz) yarışı kazanabilirler.
Aslında yazının bu kısmı belki de çok gereksiz oldu. Çünkü dikkat edilecek ekstra şey pek yoktur, o zorlu koşullarda gidebilen adamı babaanneniz bile takdir edecektir.
Dağlar
Bence yol bisikleti sporunun en büyük çelişkilerin biri şudur: Bisiklet denen alet dünyada düz olan şehirlerde popülerdir, yokuşlu şehirlerde pek tercih edilmez. Gelgelelim yol bisikletinin en bilinen başarıları dağlarda hızlı (veya daha az yavaş) gitmekle sağlanmaktadır.
Bir yol bisikleti yarışı parkur üzerindeki belli yerlerde yapılan ayıklanmalarla ("selection" der ecnebiler) devam eder. Parkuru ayıklanmadan bitiren yarışı kazanır. Şu ana kadar ayıklama noktaları olarak kaçış, çapraz rüzgarlar, punch tepecikleri, cobbles ve sprinti gördük. Dağlar da aslında o ayıklanmalardan biridir. Ama zaman farkı açısından etkisi dramatiktir, o yüzden birden fazla etaplı turların çoğu tırmanışta başarılı bisikletçiler tarafından kazanılır.
Neyse, bir dağlık yarışın/etabın en önemli şeyi profilidir. O da şu tarz bir grafikle gözlemlenebilir:
Fransa Bisiklet turunun en ünlü etabı Alpe D'Huez'in 2015 profili
Bir bisiklet yarışında parkurun son ayıklanma noktası en önemlisidir. Önceki ayıklanma noktalarında yarış kaybedilir ama kazanılmaz. Son yokuş son ayıklanma, ya da diğer deyişle yarışı kazanma noktasıdır. Favoriler birbirlerine ataklarını son yokuşta yaparlar. Çünkü son yokuşta ayıklananın (veya daha yaygın deyimle, düşenin) artık pek yakalama şansı yoktur.
Benzer bir şey turların genelinde de gözlemlenir. Mesela ardarda günlere zirve bitişli etaplar konur. Diyelim 3 gün üstüste. İlk 2 günde favoriler son yokuşta birbirlerini kollarlar ve genelde riske girmezler. Ancak turun son zirve bitişli etabında riske girip atak yaparlar. Bu etabı diğerlerinden ayırtetmek için "kraliçe etap" (queen stage/etape reine) denir. Genelde turlar kraliçe etapta kazanılır.
Dağlık etaplar yukarıda anlattığımızın tersine genelde çok kalabalık ve güçlü bir kaçış grubuyla başlar. Bunun ilk sebebi, kimsenin dağlar öncesi kendini yormak istememesidir. İkinci sebebi de, yokuş devreye girince hem rüzgarı engellemenin görece etkisi azaldığından, hem de yokuşu çıkma konusunda çok farklı seviyelerde bisikletçilerin hepsini birden organize etmenin zorluğu yüzünden peloton gerekli tepkiyi veremez.
Bir de, dağlık etaplar turların sonuna doğru geldiğinden birçok bisikletçi genel klasman için en ufak tehdit oluşturamayacak kadar farkla geridedir. O yüzden kaçışlarına engel olunmasına bir sebep yoktur.
Bu ilk kaçış grubundan birilerinin etabı kazanması ihtimali neredeyse yarı yarıyadır. Çünkü genel klasman favorileri birbirleriyle ayrı hesaplaşırlar. Etabın sonlarına doğru şu patern çok görülür: En önde ilk kaçış grubundan kalanlar, arkasında favoriler grubu, arada dağınık gruplar ve en arkada sprinter ve onları zaman limitine takılmamalarını sağlamakla görevli takım arkadaşlarının oluşturduğu büyük "autobus" grubu ("grupetto" da denir).
Televizyon genelde öndeki kaçaklar ile favoriler grubuna odaklanacaktır. Favoriler grubu oluştuğunda ilk bakılacak şey, favorilerden birinin takım arkadaş(lar)ı olup olmadığıdır. Takım arkadaşı büyük avantajdır, bu arkadaşlara "süper-domestik" de denir. Genelde ünlüdürler, ve yaşları gençse geleceğin takım kaptanı adayıdırlar.
Süper domestik neye yarar: Favoriler grubuna biri atak yaptığında takım kaptanı değil, arkadaşı favoriler grubunun liderliğini devralır ve atağı geri getirir. Süper domestik favoriler grubunun önünde gider ve tempo yaparak zayıf rakiplerin düşmesini sağlayabilir.
Bazen süper domestikler "ulan ben o kadar iyiysem neden takım kaptanı o?" diye düşünebilirler. Bunlardan en ünlüsü 2012 Fransa turundaki kaptan Bradley Wiggins, süper domestik Chris Froome itişmesidir. Froome bir noktada mini bir atakla gücünü göstermiş, muhtemelen telsizdeki takım direktöründen yediği fırçayla geri dönmüş ve turu kaptanı Wiggins kazanmıştır. Ama Froome için güç gösterisi işine yaramış ve bundan sonraki büyük turlarda Sky takımının lideri olmuştur. Wiggins ise şu sıralar pist bisikletine dönüş yapma durumundadır.
Froome sarı mayolu kaptanına atak yaparken
Yarış Sırasındaki Diğer Şeyler
Bisiklet yarışları uzundur. Bunun ilk avantajı, yarış sırasında bu yazıya tekrar dönerek durumu kavrayabilirsiniz. Ama yine de süre uzundur ve bunu doldurmak gerekir. Problem izleyiciler kadar, yarışı anlatan sunucular için geçerlidir.
İlk kurtarıcı şey, parkur üzerindeki doğal güzellikler, muhteşem mimarideki yapılar, yol kenarındaki garip seyircilerdir. Bunlar anlatılarak, bakılarak zaman geçebilir. Ülkemizde yapılan Türkiye Cumhurbaşkanlığı bisiklet turunda "Turkish beauties" adında bir puan kapısı bile vardır. Bu size yetmiyorsa, yarış sırasında parkurun geçtiği ilçelerin kaymakamları ve köylerin muhtarları ile yapılan röportajları dinleyerek hem yöresel sorunlardan haberdar olabilir, hem de necip milletimizi daha yakından tetkik edebilirsiniz (Levent Özçelik'e laf ettirmem, onu peşinen söyleyeyim!)
Yarış sırasında motorsikletler kadar, araba kalabalığı da vardır. Bu arabaların çoğu takım arabasıdır, her takıma ait iki araba vardır. Bu arabalar normalde pelotonun arkasından seyrederler. Eğer bir bisikletçi pelotona 30 saniyeden fazla fark atan bir kaçış grubundaysa, o zaman o bisikletçinin takımı bir arabasını pelotonun önüne, kaçakların arkasına gönderebilir.
Arabaların birinde takımın "directeur sportif"i oturur. Bu Fransız kökenli olsa da, aynen yazılışıyla tüm dünyada kullanılan kelime futbolsal bakışla teknik direktör anlamındadır. Takımı o kurar, kadroları belirler, yarış öncesi stratejiyi belirler. Yarış sırasında tüm bisikletçilerle telsiz bağlantısı vardır ve oradan talimatlar yağdırabilir.
Bazen yarışçının biri bulunduğu gruptan geriye çıkıp takım arabasının yanına gelir. Bu durumda direktör sportifinden doğrudan talimat alabilir, tartışabilir. Bazen de bir domestik pelotondan çıkar, takım arabasından bir sürü su bidonu alıp formasındaki tüm ceplere doldurur. Sonra da gaza basarak pelotonun çeşitli yerlerinde konuşlanmış takım arkadaşlarına iletir.
Belli kuytu yerlerde yarışçılar durup işerler. Çok şükür ki TV bunları göstermez. Bir de yarışın ortalarındaki beslenme noktalarından aldıkları heybelerle beslenirler. Bazen zorlu bir çıkış öncesi de takım arabalarından verilen gofretlerle veya minik kola (evet, bildiğimiz kola) kutucuğundaki sıvıyla beslenirler. Bu besinlerin ne olduğu, ne işe yaradığı o anı dolduracak geyik konusu olabilir.
Eğer tüm bunlara sabredip yarışı bitirdiyseniz, yarış sonundaki seronomilerde yer alan podyum kızlarına bakabilirsiniz. Türkiye turunda podyum kızı olmadığından, yarış sırasında uyanık olup Türk güzellikleri puan kapısındaki müthiş sprint ile yetineceksiniz ne yazık ki...
Bisiklette birçok disiplin var. Yol, MTB, kros, BMX, DH,
trial... Seyretmesi en kolayı ise pist yarışları. Pistte dönüp duran yarışçıları insan oturduğu yerden kalkmadan seyredebiliyor.
19. yy’ın sonlarında dünyanın ilk popüler sporu ve eğlence kaynağı bisiklet
pist yarışlarıydı. Günlerce süren mukavemet yarışlarında seyirciler yemeli
içmeli bir ortamda yarışçıları seyretmeye bayılıyorlardı. Pist
bisikleti, diğer sporların yaygınlaşmasıyla beraber bugün o eski şaşaasından
uzak. Lakin, yol disiplininden sonra bisiklet sporunun en çok seyredilen yarış tipi olmaya devam ediyor. Bugün Londra’da Dünya Pist BisikletŞampiyonasıbaşlayacak ve Pazar gününe kadar sürecek. Bunu fırsat
bilerek pist bisiklet yarışlarını dost ve sevenlerimize tanıtalım dedim. Önce
bisikletler ve velodromlardan kısaca söz edeyim.
Velodrom* dediğimiz şey, hipodrom gibi, iki düzlüğü, iki de
virajı olan bir oval alan. Roma, hatta Antik Yunan’dan beri bilinen bir form. Velodromda virajlar
merkezkaç kuvvetine karşı koymak için eğimli inşa edilir. Pist kısaldıkça
eğimin açısı artar. 250 mt’lik olimpik velodromlarda 45 dereceye kadar eğim görmek
mümkün. Düzlükler de %12 civarında eğimlidir. Kapalı velodromların pist yüzeyi ahşap (çoğunlukla çam ağacı), açık
pistler ise daha çok beton satha sahiptir. Pistin içinde kalan bölümde (apron)
takımlar, sporcular ve hakemler yer alırken, dış kısım tribünlere ayrılmıştır (hadi canım!!). Eskiden apronda zengin/torpilli seyirciler için yemekli masalar
falan da bulunurmuş. 6 gün yarışlarında sporcu çiftlerin dinleneceği yatak, vs.
ekipman da konabiliyor. 250 mt standart olmasına rağmen dünyada 200, 333.33
veya 400 mt’lik velodromlar da var.
Velodrom çizgileri yarış takibi için önemlidir, iki cümle de
onlar için edeyim. En iç bölümde, apronla pist arasında “mavi kulvar” vardır.
Burada gitmek yasak değildir ama başka bir yarışçıyı bu alanı kullanarak geçmek
ihraca neden olur. Saate karşı, takip ve diğer zaman tutulan yarışlarda mavi
alan sünger bloklarla kapatılır. Özellikle virajda mavi zona çok yaklaşan
sporcunun pedalı yere çarpabilir, bu açıdan ikaz görevi de görür. Mavi bölümün
20 cm açığında “siyah hat” çizilidir. Velodromun resmi uzunluğu 5 cm’lik bu
hattın alt kısmından ölçülür. Yarışçıların kullanmaya çalıştığı “ideal çizgi”
burasıdır. Siyah çizginin 90 cm dışında ise kırmızı “sprinter hattı” bulunur.
Kırmızı ve siyah çizgi arasındaki bölüme işin erbabı “sprinter kulvarı” der ki,
bu kulvarda giden yarış liderini sadece dışarıdan geçmeye izin vardır, içeri
dalınmaz. Bir de, en açıkta, son bir mavi çizgi bulunmaktadır (kesiyorum hemen,
biraz sabır). Madison yarışlarında takım arkadaşını sapanla fırlatan sporcu
sıra kendisine gelene kadar bu çizginin üstünde kalarak sırasını bekler.
Pist yarışlarında saliseler söz konusu olduğu için
kullanılan bisikletler aerodinamik randıman göz önüne alınarak son derece
esnemez tasarlanır. Monokok karbon kadrolarda bisikletçinin rahatlığı
akla gelen son şeydir. Tek önemli olan gücü en az kayıpla yola aktarmaktır. Bisikletlerde vites, fren, ruble ve freewheel/roue libre** bulunmaz. Yine de, esnemezlik için karbon elyafını bolca kullandıklarından bisikletler
çokça 6.8kg alt limitten ağır olurlar. Pist yarışlarında yokuş olmadığı
için ağırlık sorun değildir. Pedal sürekli döner. Yavaşlamak için, pedalın
dönüşünü yavaşlatmak üzere geriye doğru bastırmak, bisikleti viraj yokuşuna
sürmek veya dua yöntemleri kullanılır (yani sanırım öyledir, hiç binmedim,
frensiz bir bisiklete binme düşüncesi beni çok geriyor). Pedallar hem kilitli
hem üstten kayışla bağlı olur, gidonlar genellikle çelik veya alüminyumdur.
"Starting Gate"
Bisikletler ve velodromlar kısaca böyle. Biraz da sporculardan bahsedeyim. Gerçek bir pist bisikletçisinin vücudu ve fizyonomik özellikleri yol bisikletçisinden farklıdır. Yolda mukavemet önemliyken pistte patlayıcı güç ve kuvvette devamlılık öne çıkar. Laktat eşiğinin üstünde güç üretimi konusunda daha çok antrenman yaparlar. Bacakları ve üst vücutları yolculara oranla daha kuvvetlidir. Çoğunlukla aynı yapıdaki bir yol bisikletçisinden daha kiloludurlar (yağ olarak değil elbette). Daha Finlandiya
ormanlarının özel çamlarından yapılan parkelerin kurutulması ve yaşlandırılması konusuyla pist bisikletinin diğer incelikleri ve VO2max geyiklerim de vardı ama ama Blog İdare Amiri aşırı
bilgiyle okuru kaçırmamamı tavsiye ediyor. Burada keseyim ve yarışlara geçelim.
Süper didaktik olacağım inşallah!!
SPRİNT YARIŞLARI
FERDİ SPRİNT (Erkek/Kadın): Pist yarışlarının en güzeli.
Eleme usulü yapılır. Ayrıca “repechage” (röpeşaj) denen, kaybedenlere yeniden
şans tanıyan bir ikinci yükselme sistemi de uygulanır. 2 yarışçı üç tur
yarışır, birinci bitiren bir puan alır.
3 ayaktan iki puan kazanan sporcu da bir üst tura geçer. Gücün yanı sıra
taktik de çok önemlidir. O yüzden, seyrederken, insan “Ya bunlar neden yavaş
gidiyor abicim?” diye sorup durur. Burada amaç son 200mt’ye rakibin hava
boşluğunda girip gücü son viraja saklamaktır. İki sporcu da birbirinin arkasına
geçebilmek için yarışın başında neredeyse durup düşecek kadar
yavaşlarlar, hatta çok yetenekli olan pist üstünde hareketsiz bile durabilir. Bu nedenle ilk 400-500 mt çok yavaş geçer.
1 KM ZAMANA KARŞI (Erkek): “Kilo” da denir. 1000 mt saate
karşı yarışıdır. Genelde 2 sporcu pistin karşılıklı düzlüklerinden aynı anda
start alırlar. Başarılı olmak için
patlayıcı güç, maksimum sürat ve dayanıklılığın çok iyi bir karışımı
gereklidir. Dünya rekoru 56.303 sn’dir
(63.94 km/h). Kadınlarda 500 mt olarak yarışılır.
TAKIM SPRİNT (E/K): Erkekler 3 tur ve üç sporcu, kadınlar 2
tur ve iki sporcuyla yarışır. Yine 2 takım aynı anda pistin ters tarafından
başlar. Sporcular startta yan yana dizilirler ama hemen sonra tek
sıra haline gelirler. Her turda önde giden sporcu ayrılır. En iyi zaman
kazanır.
KEIRIN (E/K): Japonya’da en sevilen pist bisikleti yarışı. At ve it yarışları gibi takır takır bahis oynanır. Son yıllarda Japonlar’ın
baskısıyla Olimpiyatlar’da bile kendisine yer bulmuş bir disiplin. Burada da
eleme turları ve repechage uygulanır. 6-9 sporcu yarışır, sekiz tur sürer. Ama
ilk beş buçuk turu gittikçe hızlanan bir “derny”nin (elektrikli motorsiklet)
arkasında geçerler. Motor çekildikten sonra bas basabildiğin kadar. Ama elbette
taktik de önemlidir, finale aynı takımdan iki sporcu kalabilmesi büyük avantajdır.
MUKAVEMET YARIŞLARI
FERDİ TAKİP (E: 4000mt K: 3000mt): “Dört kilometrelik
mukavemet yarışı mı olur yahu?!” demeyin, bu başka bir disiplin. 2 sporcu yine
pistin iki yanından başlarlar ve 4000 mt’lik bir zamana karşı koşarlar.
Elemelerde zaman önemliyken finalde sadece rakipten daha iyi zaman yapmak yeterlidir. Dolayısıyla elemeler daha kritiktir. Sporculardan biri karşıdaki rakibi
yakalayıp geçerse yarışı kazanır. “Takip” lafı da buradan gelir. Bradley
Wiggins bu dalda çifte Olimpiyat şampiyonudur.
TAKIM TAKİP (E/K: 4000mt): Ferdi takip formatındadır ama
dörder sporculu takımlar kapışır. Öndeki sporcular her turda pistin üstüne
çıkıp geri inmek yoluyla arkaya geçer ve dinlenirler. Bu değişimin uyum içinde yapılması,
önden arkaya geçen sporcunun zamanlaması kritiktir. Finişten geçen üçüncü
sporcunun zamanı esas alınır. Wiggo Rio2016’da bu dalda yarışacak.
SCRATCH YARIŞI (E:15km K:10km): En bi basit yarış.
Bir sürü adam/kadın toplu start alır, ilk bitiren kazanır. Ara sprintler, puan hesapları falan yoktur.
MADISON (E: 50km) : Adını New York Madison Square Garden’da
1890’larda koşulan yarışlardan alır. Sporcular aşırı yoruldukları için günde 12
saatten fazla yarışmaları yasaklanınca girişimciler 24 saat yarışlarını devam
ettirmek için 2 sporculu takım yarışını icat etmişler. Her takım iki kişidir ama sadece bir tanesi yarışır, diğeri -yukarıda
bahsedilen mavi çizginin üstünde- sırasını bekler. Takım arkadaşları birbirini
iterek veya sapanla fırlatarak (kolundan tutup ileri itmek) yer değişirler. Her 20
turda bir puan için sprint yapılır (5,3,2,1 puan). Son turda puanlar çifttir.
En çok puan alan takım yarışı kazanır. Ayrıca yarış bittiğinde bir takım tüm
diğer takımlara tur bindirmişse puanlara bakılmaksızın yarışı kazanır.
Özellikle TV’den seyretmesi oldukça karışık bir yarıştır.
PUAN YARIŞI (E:40km K:25km): Madison gibi ama herkes tek
yarışır. Ara sprint kapıları 10 turda birdir (5,3,2,1 puan), son tur burada
da çift yazar. Bir sporcu herkese tur bindirirse 20 puan alır.
OMNIUM: UCI’ın 2007’den itibaren şampiyonalarında
düzenlediği yarış türü. Bir nevi dekatlon/heptatlonun bisiklet
versiyonu olarak düşünebilirsiniz. İki güne yayılan 6 dalda yarışılır:
1. Scratch
2. Ferdi Takip (E:4000mt/K:3000mt)
3. Eleme yarışı (her tur son sıradaki sporcu elenir, gayet
basit ama heyecanlıdır)
4. Zamana Karşı (E:1000mt/K:500mt)
5. Flying lap (hızlanarak başlanan 250mt TT)
6. Puan Yarışı (E:40km/K:25km)
Her yarışın birincisi 40, ikincisi 38…. diye puanlar dağıtılır. 21.’den gerisi 1 puan alır. Puan yarışında ekstra puan kazanmak ve
kaybetmek (sporcu tur yerse) mümkündür. En çok puan alan omnium şampiyonu olur,
beraberlik halinde puan yarışı sonuçları tie-breaker’dır. Mark Cavendish'i bu sene Madison ve Omnium'da seyredeceğiz. Pist bisikleti, kuralları ve yarış tipleri bilinmezse seyretmesi çok karışık bir dal. Madison ve Puan yarışı ise bilerek izleyince bile zor çözüen müsabakalar. Ama artık öğrendiniz, mazerete sığınmayın, seyredin ve zevkini çıkarın. Eurosport Int'l. yarışları vermiyor ama internetten stream bulmak zor olmasa gerek. UCI'ın yayınladığı TV yayın çizelgesi burada. Türkiye'de de artık kapalı bir velodrom yapılması umuduyla... *velodrom: TDK bu kelimeyi "veledrom" olarak kullanıyor ama bu kararı kabul etmiyorum ve uygulamıyorum. Hadi bakalım!!
**freewheel/roue libre: pedal çevirmeden de arka tekerin
dönmesini sağlayan rulmanlı mekanizma. Türkçesini bilen varsa insaniyet namına
bana bildirsin