Esenler istasyonundaki bu tren, giriş turnikelerinde Akbil basan yolcuların yaklaşık 50m uzağında bekler halde göz önünde duruyor. Ne zaman hareket edeceği belli olmadığı için ister istemez insanı telaşa sokuyor bu görüntü. Eğer aceleniz var ve treni kaçırmak istemiyorsanız aradaki mesafeyi koşma ihtiyacı hissediyorsunuz. Zira her an vagonların kapıları kapanıp tren harekete geçebilir ve bir sonraki treni beklemek zorunda kalırsınız.
Sağdaki modern giriş henüz kullanılmayan seçim yatırımı, soldaki insanların yukarı doğru yürüdüğü yer sözünü ettiğimiz |
Gelgelelim, turnikelerle tren arasında önünüzde başka yolcular var ise, hatta bu yolcular bir kuyruk gibi trene kadar 3-5 metrelik aralıklarla dizilmişlerse, aslında çok da depar atmaya gerek kalmıyor; sadece çok ağır davranmayıp öndekiyle aranızı açmamanız yeterli. Çünkü gelen yolcu varsa vagon kapıları hemen kapanmıyor; ne zaman ki yürüyen yolcular arasında belli bir mesafe oluşuyor, görevliler o sırada vagon kapılarını tehlikesizce kapatabiliyorlar.
Bana göre bu peloton benzeri bir gerçek hayat durumu. Kısaca hatırlamak gerekirse, bir yol bisikleti yarışında peloton (tabii peloton yerine belli bir bisikletçi grubu demek teknik olarak daha doğru) halinde finişe varıldığında aradaki mesafe ne olursa olsun tüm bisikletçiler aynı zamanda bitirmiş sayılıyorlar. Bizim metro örneğinde de, sürüden ayrılmadığınız sürece, ne kadar geride kalırsanız kalın, aynı trene binmiş oluyorsunuz. Elbette trene önde varanlar oturma yerlerini kapmış oluyorlar, bu kişilere de sprinter denebilir. Ama trene yetişebilmek için illa depar atmak gerekmediğini billmek bisiklet yarışlarından anlamanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor (yok artık!).
Bu finişte arkadakilerin nasıl sakin geldiğine dikkat buyurunuz
Yol bisikleti yarışlarında, çoğunlukla sporcular toplu halde bulunurlar. Bu gruptan ne zaman ve nasıl ayrılmak gerektiği ve ayrılabilme kabiliyeti/kuvveti önemlidir elbette. Diğer sporlarda ise yarışçılar takımlar halinde olsalar da, genelde kurallar ve şartlar gereği ayrı durmak zorundadırlar. Bunun genel sebebi oyun alanının görece genişliğidir. Görece diyorum, aslında 200 kmlik bir etabın kapladığı alan daha fazladır, ama pratikte yarış sahası aslında o an yoldaki şeridin genişliğinden ibarettir.
Futbolda sporcuların toplu durduğu durumlardan biri frikiklere karşı kurulan "baraj"dır. |
Amerikan futbolunda oyunun başlangıç anında, yani top dururken hücum ve defans hatları oldukça kalabalık halde bir arada bulunurlar. Tabii oyun başladıktan kısa bir süre itişme sonrasında oyuncular sahaya yayılırlar.
Beyzbol ve kriket gibi oyunlarda ise topun hızı oldukça yüksek hızlara ulaştığından ve top yere düşmeden tutmak elzem olduğundan (ayrıca sahalar da oldukça büyük olduğu için) oyuncular sahaya alabildiğine yayılırlar.
Kriket sahasına yayılmış oyuncular |
Slip kordonu |
Bu aşamada spordan daha "ciddi" konulara geçebiliriz. Pelotona benzer şekilde rüzgardan korunma avantajı sağlayan çeşitli gerçek hayat durumları vardır. Örneğin uzun mesafelere göç eden kuşlar hava koşullarına göre değişik formasyonlarda uçup toplu olarak enerji tasarrufu yaparlar:
Uzun yolda giderken askeri araç konvoylarına rastlamışsınızdır. Bazen onlarca araç ardarda sıralanmış şekilde düzenli olarak giderler. Bu, askeri disiplin gereği olduğu kadar, araçların birbirinin rüzgarını kesmesi sayesinde yakıt tasarrufu da sağlar.
Nascar'daki Daytona ve Talladega gibi büyük ve "restrictor plate" pistlerinde gaz pedalına basma eşiği sınırlanmış olduğundan arabalar hep beraber giderler ve drafting sebebiyle beraber giden arabalar tek başına kalan arabadan daha yüksek bir ortalama hıza ulaşırlar. Bu açıdan NASCAR da bisiklet yarışlarına benzer (Aaa, hani sporu bitirmiştik. Neyse :)).
Savaşlarda kullanılan en eski tekniklerden biri falanks tekniğidir. Eski Yunan zamanlarında bulunan bu teknikle ordudaki savaşçılar yanyana ve ardarda sıkı sıkıya yanyana dururlar. Elbette en güçlüler en önde dururlar ve iki ordu savaş meydanında karşılaşıp birbirini ittirerek savaşı kazanmaya çalışırlar.
Falanks formasyonunda karşı karşıya gelen iki ordu |
Bildiğimiz gibi Peloton'da en önde giden bisikletçi tüm rüzgarı göğüsler ve arkadakilerden daha fazla yorulur. Benzer durum iş dünyasında da geçerlidir. Yenilikleri ilk yapan firmalar, her ne kadar ilk olmanın avantajını elde etseler de, sonuçta yeniliğin risklerini de ilk göğüsleyen firma olurlar. Bu firmaları takip edip, yeni çıkan ürünleri izleyip, başarılı başarısız durumları iyi gözlemleyen firmalar ile ilk hareket edenin yaptığı hataları yapmayıp daha başarılı olabilirler. Ya da, en azından ilk yenilik çıkarmanın zahmetine girmemek de bir enerji tasarrufu sayılabilir.
Çok kişinin çalıştığı büyük işyerlerinde yükselmenin en kolay yolu, seviye olarak daha yukarıda olan birinin dostluğunu ve/veya güvenini kazanmaktır. Böylece o yükseldikçe (rüzgarı önde göğüslemek de denebilir buna) altındaki dostları da yükselterek (daha kibar deyişle, uyumlu çalışabileceği kendi kadrosunu oluşturarak) bir nevi peloton benzeri kariyer rekabeti oluşur.
Hatta bir de sosyal sonuç çıkarılabilir pelotondan. Toplum (yada topluluk) ortak bir amaç için beraber çalışırlarsa hedefe daha çabuk varırlar.
Matematik ve oyun teorisine de başka bir yazıda gireriz...