12 Ağustos 2013 Pazartesi

Rakiple İşbirliği

(11 Ağustos 2013 tarihli Evrensel Gazetesi Pazar Eki'nde bir bisiklet dosyası vardı. İçinde güzel yazılar vardı. Aşağıda benim yazım bulunuyor.)




Bisiklet denince, matruşka bebekleri gibi, açıldıkça içinden farklı şeyler çıkan, işe yarayan bir “araç” olmanın çok ötesinde, bir kavramlar kümesi aklıma geliyor. Silsilenin en başında karne hediyesi olarak başlayan bisiklet, diğer uçta çevresel bilincin sembolüne dönüşür. Bu iki uç arasındaysa,  spor olarak yapıldığında, insana dair her türlü güzellik ve çirkinliği bir arada barındıran, oturup tefekküre dalınca, yaşama dair –kimisi uçuk kaçık- çıkarsamalara bile varmayı sağlayan bir değerler zinciri bulunur. İki tekerlek, bir sele, gidon ve bir çekiş sistemiyle bu kadar geniş bir tayfa ulaşmak başka araçlar için pek mümkün değildir. Reklamcıların her tür çabasına rağmen, buzdolabı tek bir işe yarar. Çamaşır makinesinin dönen tamburuna bakarak felsefi açılımlara varmak için bayağı bir promil gerekir. Otomobil bile, “bir yaşam biçimi” diye pompalanan 888 değişik modele karşın, sonuçta insanı bir yerden bir yere götürür, o kadar. 

Çeşitlilik konusunda bisikletle yarışan tek araç “sanat eseri”dir. Sadece bir kitap/resim/müzik/heykel insana asıl amacından farklı şeyler hissettirir, başka mahallere, farklı ruh hallerine götürür. Ama sanat eserinin yaratıcısı bir başkasıdır. Elbette bisikleti de yapan biri vardır ama “bisiklete binme hali”nin tek sorumlusu insanın kendisidir. 

Bisiklet de bir sanat eseri olarak görülebilir


Bisikletin bu kadar katmanlı hale gelmesindeki en önemli neden, insan gücüyle çalışmasıdır. Yürüme hızının çok daha üstüne bisikletle çıkarken zaman ve mekan algısı değişir. Saatte 40 kilometre hızla yokuştan inerken, manzara, rüzgar ve sesler alışılanın çok dışındadır. Arabayla bir dakikada çıkılan herhangi bir yokuş, bisiklet üstünde, kendi ağırlığını oflaya poflaya yukarı taşırken, farklı bir şeye dönüşür. O yokuş bazen ulaşılması gereken bir amaç, bazen savaşılan bir düşman, formsuz bir günde ise lanetli bir şeytan olur.
İşin güzel tarafı, bu farklı duygulara ulaşmak için bisiklete binmek de gerekmez. Televizyonu açıp bir bisiklet yarışının karşısına geçince de –biraz empati yardımıyla- değişik boyutlara gidip gelmek mümkündür. Konuya “Yahu saatlerce pedal çeviren adamları seyretmekten ne zevk alıyorsun?” diye giren çok insan, çekimlerin güzelliğini gördükten, yarışın inceliklerini öğrendikten sonra, yaz sıcağında TV başında 3 hafta Fransa Turu’nu seyreden yarı asosyal birine dönüşebilir. 

Bisiklet yarışının incelikleri dedik ama aslında tüm yol bisikleti yarışlarında ilk ve en önemli şey, hayatın da en önemli parçasıdır: Hava. Daha doğrusu bisiklet sporunda buna “hava direnci” diyoruz. Tüm yarış taktiklerinin temelinde hava direncini yenmek, bunu da en az yorularak yapmak vardır. Sporcular kuşları taklit edercesine grup halinde giderler. Büyük bir grubun ortasında giden yarışçı, tek başına harcayacağından daha az enerji tüketir (%40’a kadar). Böyle bir avantaj söz konusu olunca, haliyle tüm yarışçılar bunu kullanmak ister. İşte zurnanın zırt dediği, bisikletin diğer sporlardan ayrıldığı yer de burasıdır: Bisikletçi rakiple işbirliği yapar.  


Televizyonda görürsünüz. Farklı takımlardan 5-10 bisikletçi küçük bir grup olarak önde yol alırlar. Grubun önündeki kişi sürekli değişir. Öndeki sporcu bir süre rüzgarı göğüsledikten sonra (ya da usulünce söylemek gerekirse “grubu çektikten” sonra), biraz nefeslenmek üzere arkaya geçer, yerini bir rakibi alır. Biraz sonra, o da kayarak arkaya geçip sırayı bir diğerine bırakır (bunun da tabiri “yatmaktır”). Bu küçük grup belki de yarış sonunda zafer için kıyasıya bir mücadeleye girecektir ama, önceki 100 küsur kilometre boyunca birbirine yardım eder, gerekirse su ve yiyecek paylaşır. Tüm sporlar içinde, insanı bisiklet sporuna aşık edecek ilk şey işte bu ikilemdir. Bu imeceyi izlerken, sporu bırakıp, insanlık, dayanışma, işbirliği, ortak bir amaç için fedakarlık gibi, bisiklet dışındaki bir çok kavram da billurlaşmaya başlar. Zaten bunlar olmasa, saatlerce pedal çeviren adamları seyretmekten ne zevk alınır ki?  

Dopingin son otuz yıldır çok kirlettiği bu spor, yine de başka güzellikleriyle o kiri pası biraz kapatıyor bence. Mesela pelotonun saygı gören bir yarışçısının kasabasından geçen bir etapta, o sporcunun öne atak yapıp ailesi ve dostlarını selamlamasına, kasabalı tarafından alkışlanmasına izin verilir. Bu çok zarif bir jesttir (elbette atak yapan sporcu tekrar gruba döner, bir kez ihanet ederse de bu unutulmaz, bütün kariyeri boyunca bu leke peşini bırakmaz). Ya da bir başka örnek: tuvalet molasında ve beslenme noktasında atak yapılmaz. Bu da zaman içinde, grubun ortak çıkarı için gelişmiş ve çok nadir ihlal edilen bir başka kuraldır (ve yazılı bir kaide değildir). Çünkü bir kez bu kural işlemez hale gelirse, kimsenin yarış içinde huzurla iki lokma atacağı yada mesanesini boşaltacağı bir fırsat doğmayacak demektir. Yılda 80-90 gün yarışan insanlar için, takdir etmek gerekir ki, bu büyük bir sıkıntıdır. 

  
Elbette her şey bu kadar romantik ve erdemli değil. Dünyanın en ağır sporlarından biri olduğu kabul edilen bisiklet, dopingle iç içe geçmiş durumda. Sporcular her şeyi bilmelerine karşın, “Omerta”ya uyup on yıllarca susmuş, suça ortak olmuşlardır. Geçmiş büyük şampiyonların hemen hepsinin sahtekar ve yalancı olduklarının ortaya çıktığı bir spordan bahsediyoruz. Ama şampiyon olmak için değil, o yarışı son sırada da olsa bitirebilmek için doping yapanlar olduğunu bilince, belki öfke biraz yumuşar. Ama belki de yumuşamaz, hayata nasıl yaklaştığımızla çok ilgilidir bu. Böylesi ikircikli konuları, sabahın erken bir saatinde, ağaçlıklı sessiz bir yolda, bisiklet üstünde düşünmek çok güzel olur. 

(...)




1 yorum:

  1. bu kadar güzel bir yazı için sizi candan kutluyorum, kaleminize sağlık ... yazının içinde kendimizi bulacağımız birçok paragraf var, mesela “Yahu saatlerce pedal çeviren adamları seyretmekten ne zevk alıyorsun?" sorusu bizim evde de soruldu, ama artık soran yok uğraşmıyorlar bu asosyal adamla, fakat gizli gizli arka plandan fransız kırsallarının güzelliğine bakıp iç geçirenler de yok değil, biraz laflayınca hemen kulak kabartır oldular bir de bu yazınızı okutursam ajitasyon tam olacak, işte böyle ... pisiklet pisikletçinin kafasını çalıştırıyor demek ki ... sevgiler ...

    YanıtlaSil