Gazetelerde ve medyada okumuşsunuzdur. UCI İdare Komitesi, Türkiye Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nu (ToT, TUR) 2020 yılı World Tour takviminden çıkardı. Bu karar Eylül ayında Yorkshire’de yapılacak komite toplantısında kesinleşecek. UCI açıklamasının ToT’u ilgilendiren bölümü aşağıda:
“(…) Moreover, the Presidential Cycling Tour of Turkey will not be registered on the 2020 UCI WorldTour calendar. This decision was taken due to the number of UCI WorldTeams taking part in the last two years being less than the minimum of 10 required by the UCI Regulations (2.15.192). Given the quality of the organisation and the importance of the Presidential Cycling Tour of Turkey for the development of cycling, the UCI is nevertheless open to the registration of the event in another class, such as the UCI ProSeries which will be launched in 2020.”
Mealen şöyle demişler: “Ek olarak, Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu 2020 UCI World Tour takvimine kayıt edilmeyecektir. Bu karar, UCI Talimatları’nca (2.15.192) katılımı gereken en az 10 UCI World Tour takımından daha az sayıda World Tour takımının son iki yıldır [yarışa] katılması nedeniyle alınmıştır. Ancak, organizasyonun kalitesi ve Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nun bisiklet sporunun gelişimi için önemini dikkate alarak, etkinliğin, 2020’de başlayacak UCI ProSeries gibi, başka bir [yarış] sınıfına kayıt edilmesine UCI açıktır”.
Buna karşılık federasyon da bugün bir açıklama yayınladı. O da burada.
Bilgi olarak, TUR'a 2017'de 4, 2018'de 9, bu yıl da 6 World Tour takımı katılmıştı. Olayı yakından izleyenler zaten bu sonucu bekliyordu. Yukarıdaki fotoğraf, federasyonun Lappartient'le yaptığı son "ikna toplantısı"ndan alınmış. Vicdansız Fransız objektife şeker gibi gülümsemiş ama kalemi de kırmış. Şimdi yorumlarıma geçeyim.
Öncelikle, TUR’un World Tour veya ProSeries bir yarış olmasının dünya bisikleti nezdinde yarış puanları dışında pratik bir önemi yok. Prestij olarak bir anlamı var mutlaka ama olmazsa olmaz değil. World Tour olmayan bir sürü güzel yarış var. Lakin bu tenzil-i rütbe başka mahfillerde gereğinden fazla büyütülebilir. Özellikle yarışın hemen hemen tüm bütçesini sağlayan devlet (Spor bakanlığı, Tanıtım fonu, THY, vs.) ve himayesinde olduğu Cumhurbaşkanlığı katında kaşların çatılmasına neden olabilir. Olmayabilir de. Spor bakanlığının pek bozulmadığını duydum. Saray/Külliye kısmını bilmiyorum.
UCI Başkanı David Lappartient, TBF Başkanı Erol Küçükbakırcı ile asbaşkanlar Bayram Akgül ve Berat Alphan |
Öncelikle, TUR’un World Tour veya ProSeries bir yarış olmasının dünya bisikleti nezdinde yarış puanları dışında pratik bir önemi yok. Prestij olarak bir anlamı var mutlaka ama olmazsa olmaz değil. World Tour olmayan bir sürü güzel yarış var. Lakin bu tenzil-i rütbe başka mahfillerde gereğinden fazla büyütülebilir. Özellikle yarışın hemen hemen tüm bütçesini sağlayan devlet (Spor bakanlığı, Tanıtım fonu, THY, vs.) ve himayesinde olduğu Cumhurbaşkanlığı katında kaşların çatılmasına neden olabilir. Olmayabilir de. Spor bakanlığının pek bozulmadığını duydum. Saray/Külliye kısmını bilmiyorum.
Birleşik kaplar kuralını hatırlamalıyız. 2008’de Türkiye yükselen bir değerdi, profili yükselen yarışımız da ilgi çekmiş, katılımcılar iyi izlenimlerle ayrılınca 2.HC ve World Tour seviyesine kadar yükselebilmiştik. 2019’da uluslararası boyutta o kadar önem verilen bir ülke değiliz. Ekonomimiz bozuldu, prestijimiz de on yıl önceki gibi değil. ToT’un da bundan etkilenmemesi imkansız. Ayrıca, UCI başkanlık seçiminde TBF olarak kaybeden adayı destekledik (Emin Müftüoğlu dönemi). Lappartient bunu hatırlıyordur. Ardından Türkiye’de federasyon değişti ve Erol Küçükbakırcı yönetimi UCI İdare Komitesi’nde yer alan eski federasyon başkanını yeniden aday göstermedi (tekrar seçilir miydi bilmiyorum elbette). UCI nezdinde lobi gücümüz düştü. İki stratejik/taktiksel hata.
2016’dan itibaren farklı bir organizatörle çalışmanın etkisini de yadsımamak gerek. Uzun yıllar sonunda takımlar ve sporcularla yakın ilişkiler kurmuş bir şirket gidip, ihaleyi başka bir şirket kazanınca senelerdir geliştirilen iletişim sıfır düzeyine indi ve yeniden bir tanışma dönemi başladı.
Her uluslararası iş gibi, beynelmilel bisiklet yarışı düzenlemek de -bir çok şart dışında- organizatörün UCI yönetimi, UCI hakemleri ve en önemlisi takımlarla (yönetici ve yarışçıları) iyi ilişkiler kurmasına çok bağlı. Hatta sıcak kişisel ilişkiler başka türlü aşılamayacak bir çok sorunun üstesinden gelebilmeyi sağlıyor. UCI başkanı ve yakın çevresiyle olan diyalog, sporculara gösterilen ilgi ve alaka, takım yönetici ve sahiplerine uygulanan yakın markaj, yıl boyu kendini sürekli hatırlatmak, toplantılara katılmak, diğer yarış organizatörleriyle dirsek teması, takımları Türkiye’de yarışmanın yararlı ve keyifli olduğuna ikna etmek yaşamsal önemde. Bıkıp usanmadan yapılması gereken bir PR işi gibi görmek gerek. Federasyon ve organizatörün bu konuda başarılı olduklarını söylemek zor. Yıllık bütçeleri 10 milyon avrodan başlayan World Tour takımlarını sadece 50-100.000 avroluk ekstra motivasyon primleriyle ikna etmeye çalışmak çok mümkün değil. Yukarıdaki resimde kim yok? Organizatör şirketin sorumluları. Neden? Bilmiyorum ama yarışın son dört edisyonunu düzenleyen benim şirketim olsa o toplantıda bulunurdum. Ayrıca, takım ve katılımcılara sportif, kültürel, kişisel çekim noktaları da sunmak gerek. Mesela Patrick Lefevere abimize doğum gününde bir kasa Dom Perignon şampanya gönderdik mi? Sanmıyorum. Lefevere'in hoşuna gider miydi? Bayılırdı. Peki göndermeye cesaret edebilir miydik? I dont zink zoooo ;-))
Öte yandan, Türkiye Turu’nu bir arzu objesi haline getirmek, lüks otellerde konaklamak, güzel havada yarış düzenlemek, keyif veren parkurlar sunmak, etaplar arası minimum transfer gibi kriterler de var. Bunların bir kısmında inişli çıkışlı bir grafiğimiz oldu. Son dört yılda yarışın tarihi iki kez, parkuru da üç kez değişti. Sebepleri ne olursa olsun bunlar yarışın stabilitesini bozan uygulamalardı. Bu seneki parkurda Eceabat gibi nefis bir etapla beraber Balıkesir-Bursa ve Bursa-İstanbul gibi hiçbir görsellik ve heyecan içermeyen (otoyollar hariç) etaplar da vardı.
ToT’un sahibi federasyon. Yani ASO gibi, RCS gibi, Flanders Classics gibi özel bir şirket değil. Yarışı düzenlemek için ihale açar, kazanan şirket işi gerçekleştirir. Şu anda, bilebildiğim kadarıyla, takımlarla ilişkiler, yarışın düzenlenmesi, konaklama, araç kiralama, ulaşım, kurumsal kimlik, tasarımlar, tek bir ihalenin konusu. TV yayını işi ayrı bir ihale. Takım paraları, ödüller, vs.’de federasyonun üstünde. Federasyon ayrıca UCI karşısında da hem yarış sahibi hem de ilgili kurum olarak sorumlu. Dolayısıyla organizatör ve TBF sürekli eşgüdüm halinde ve sadece yarış zamanı değil tüm yıl boyu beraber çalışmak zorundalar.
İhalesi yarıştan sadece 1-2 ay önce açılabilen bir işin organizatörü olsam, ihaleyi almadan kılımı kıpırdatmam. Eh, bir iki ayda da takımlarla ancak bu kadar ilişki kurulur. Tüm yıl sürdürülmesi gereken dirsek teması bu durumda federasyonun üstüne yıkılmış olur.
Ve eğer TUR ihale şartnamesini incelerseniz, ihaleye katılım şartlarını dünyada tek bir şirketin karşılayabildiğini de görebilirsiniz. Rekabetin olmadığı yerde hizmet seviyesini yükseltmek zordur. ASO ve RCS başta olmak üzere, tecrübeli yerli ve yabancı şirketlerin mutlaka ihaleye girmelerinin sağlanması gerekir.
Sözün özü şu: World Tour veya ProSeries veya 2.2. veya 2.1… TUR’un o sınıf veya bu klasman bir yarış olması tek başına bir başarı veya yenilgi değildir. İyi ve cazip bir yarış düzenlemek ilk öncelik olmalıdır. Her sene kaliteyi yükseltmek amaç olmalıdır. Federasyon ve organizatör takım sayısına takılmadan, yarışın her yönünü özeleştiri gözlüğüyle analiz etmelidir. SWOT analizi yapılmalı, eksik ve zayıf noktalara göre hareket planı oluşturulmalıdır.
Bundan önce, bu konuda defalarca yazdım ve konuştum. Yıllar sonra hala aynı şeyleri yazmak gayet saçma ve sıkıcı geliyor. Çok değer verdiğim, eski bisikletçi bir dostumun/ağabeyimin “Yazmayacak mısın?” demesi üzerine yazıya oturdum. Asla niyetim yoktu. Suça teşvik eden kendisidir!
Yazı burada bitti. Bundan sonrasını SG’nin fantezi dünyası olarak da okumlayabilirsiniz. Farklı iki yöntem önerisi yapıyorum. İlki kısa vadede, ikincisi uzun vadede çözüm… Buyrun:
KISA VADE ÇÖZÜMÜ:
- Aigle, İsviçre ve Sarzeau, Fransa’da birer ofis tutmak, David Lappartient’i yakın markaja almak. Ona seçimi kazandıranlardan başlayarak yakın çevresine girmek için çalışmak (Lappartient Sarzeau belediye başkanı).
- ASO ile ortaklık kurmak, 2020’de yarışın adını “Tour de Turquie” olarak değiştirmek, danışman olarak da C.Prudhhomme’un kankalarından birini işe almak.
- Yarışın Cumhurbaşkanlığı himayesinde olması hasebiyle Putin ve Makarov üstünden torpil istemek.
UZUN VADE ÇÖZÜMÜ:
- En az 3 sene ProSeries’de kalacağımızı açıklamak.
- Rekabete açık bir katılımla yarışı 5 yıllık bir dönem için ihale etmek. (kanunen mümkün olduğunu varsayıyorum)
- İhale şartlarından biri 3 sene sonunda en az 9 WT takımının yarışa katılımını sağlamak olacak. Aksi durumda cezai şart konulacak.
- Özel bir komisyon kurarak Türkiye’nin Akdeniz ve Ege kıyılarında, otoyol ve bölünmüş yol kullanmayan 6-7 etaplık bir parkur belirlemek. Parkurun aynı zamanda bisiklet turizmine açılması yönünde bir çalışmayı başlatarak Turizm Bakanlığı-Tanıtım Fonu-Spor Bakanlığı bütçelerinden alınacak parlarla ve Allah’ın izniyle sıcak asfaltlanmasını sağlayarak işaretlemek (hayallerinizi kısıtlamayın)
- İhaleyi kazanan firmanın yabancı dil bilen uzmanlarını Avrupa’daki her WT yarışına gönderip lobi yapmalarını sağlamak.
- Yarışın yerel algısını güçlendirmek için etap kentlerinde en az 3 ay süreli PR çalışması ve o kentlerdeki 12-14 yaş çocuklarına yol bisikleti sporcu kursu açılması.
- ToT’un başlama tarihinden 2 gün önce İstanbul’da 120 km’lik bir kriteryum yarışı düzenlemek. Dünya starlarını davet etmek.
- Ülkede en az 5 Kıta 1 ProKıta takımının kurulmasına olanak sağlayacak bir hareket başlatmak.
- En az üç elit Türk sporcunun yurt dışında Pro Kıta takımda yarışması için program başlatmak.
- Islak rüyalarım gemi azıya aldı, burada keseyim.
altına imzamı atarım... iyiTUR olsun yeter.
YanıtlaSilİki sene önce de direkten dönmüştük, bugün bakınca bir şey değişmemiş
YanıtlaSilYazının son bölümünde ucuz yerli şarapların S.G.üzerindekini etkilerini görüyoruz. 😂😂😂😂😂 Kısa vadeli planda iki madde, uzun vadeli planda tek madde hayata geçirilebilirse mucize olur, S.G.'ye iadeli taahhütlü kargoyla bir şişe Kalecik karası gönderebilirim. Kesin bir şey yok. Göndermeyebilirim de... 😉😉😉😉😉
YanıtlaSilOlmazzzz.Bu fikirler, memleketin hamuruna ters.Uci yi suçlamak varken neden çözüm için uğraşsınlar.
YanıtlaSil