25 Mayıs 2011 Çarşamba

Bulls Miami Heat'e Neden Kaybetti?

Kısa cevap: Chicago Cubs taraftarları yüzünden.

NBA Playoff'ları Doğu Konferansı finalinde Chicago Bulls ile Miami Heat serinin 4. maçında karşı karşıya geldi. Maç, A.B.D.'nin doğu yakası saatiyle 8:30'da başladı. Bulls maçın 3. periyodunu 68-63 önde kapadı. Ancak ne olduysa ondan sonra oldu, önce maç berabere bitti, uzatmada ise Bulls adeta dağıldı ve maçı 101-93 kaybederek seride 3-1 geriye düştü. Müsabaka toplam 3:00 (180 dakika) sürdü.
Lebron Rose'u yine geçti

Diğer yanda Chicago Cubs beyzbol takımı evinde New York Mets'i ağırlıyordu. Saat 8:05'de başlayan bu maça Cubs iyi bir giriş yaptı ve 2. inning'de 5-0 öne geçti. 7. inning'e gelindiğinde 7-1 öndeydi. Cubs taraftarları asla böyle bir skorla rahat hissetmez kendini, ama bu inning'de Cubs 4 koşu daha yaparak 11-1 öne geçti. Artık maçın bundan sonra dönmesi zordu ve Cubs taraftarları Bulls maçını izlemek için tribün koridorlarındaki asılı TV'lere yöneldiler.
Atıcı Zambrano Pinch-hit için geldiğinde taraftar çıldırdı. Sonuç: 2 RBI

Peki, Cubs taraftarlarının bu olayla alakası nedir?

Bulls'un çöküşü 4. çeyrekle beraber başlamıştı. Maç 180 dakika sürdüğüne göre, 5 dakika uzatmayı da hesaba katarak, 180'i 48+5=53'e bölüp, tekrar 36 ile çarparsam kabaca 4. periyot başlangıcının 122. dakika olduğunu bulurum.

Cubs maçının son inning'i ev sahibi zaten önde olduğu için oynanmadığından maçın toplam 17 half-inning oynandığını görürüz. Maçın süresi olan 171 dakikayı 17'ye bölüp, tekrar 14 ile çarparsak 140. dakikada maçın garantilendiğini buluruz.

Cubs maçı 25 dakika erken başladığına göre, 4. periyodun başlangıcı 140 - 25 = 115 bulunur. Yani, Bulls maçı terimleriyle toparlarsak, 115. dakikada Cubs maçının anlamı kalmayıp taraftarlar Bulls maçını izlemeye koşuyor, 122. dakikada da Bulls'un çöküşü başlıyor.

Olsun, Cubs Win!

20 Mayıs 2011 Cuma

Cubs Red Sox'a Karşı

İş ve sosyal hayat sebebiyle bir süredir yazamadım. İki üç gündür işler hafifledi, ama bu sefer de konuların arası açıldı, birçok yazı konusunun zamanı geçti. Örneğin Knicks elendi...neyse, bu haftasonu (haftasonuna Cuma da dahil) tuttuğum beyzbol takımı olan Chicago Cubs Boston deplasmanında sevgili repras'ın favori takımı Red Sox ile 3 maç yapmaya gidiyor.

Önce sezon özetini verelim. Chicago Cubs ilk 24 maçta 0-1, 1-1, 2-1, 2-2...12-12 gibi bir %50'in en fazla 1 maç uzağında olmak serisi ile garip bir MLB rekoru kırarak sezona başladı. Sonrasında ise %50'nin aşağılarına doğru kaydı ve şu anda 19-23 ile grubunda liderin 5.5 maç gerisinde bulunuyor. Cubs'ın sorununu şöyle özetleyebiliriz: Batting average'da .279 ile 30 takım arasında 2nci durumda. Gelgelelim, koşucuları 2nci ve üzeri base'lerde iken, yani artık her vuruşun sayı olacağı, ama diğer yandan da gerilimin yüksek olduğu, soğukkanlılık gerektiren durumlarda ise bu ortalama .229 ile 24ncü sıraya iniveriyor.
Red Sox'un atıcısı Josh Beckett

Boston Red Sox ise sezona berbat bir başlangıç yaptı. İlk 6 maçını kaybetti, 2-10'a kadar geldi, ama sonra toparlandı ve şu an 23-20 ile Yankees'in 1 maç gerisinde. Yankees özellikle diyorum, zira Red Sox-Yankees rekabeti deyim yerindeyse beyzbolun Galatasaray-Fenerbahçe rekabetidir. En çok parayı bu iki takım harcarlar. Ulusal medyanın tüm gözü onların üzerindedir, TV'de en fazla reytingi bu iki takımın maçları alır vs vb. Chicago Cubs'ın rekabetleri ise yereldir; St.Louis Cardinals ile olan rekabet iki şehir arasındaki otoban olan I-55 yüzünden maçlar esprili olarak "I-55 Series" diye anılır. Cubs'ın diğer rakibi ise aynı Güney Chicago'nun takımı White Sox  iledir.
Fenway Park, karşıdaki yeşil duvar "Green Monster"

Chicago Cubs ile Boston Red Sox birbirine benzetilir. Cubs en son 1908'de şampiyon olmuş bir takım. Red Sox ise uzun süre en son şampiyonluğunu 1918'de almış bir takım idi; tabii bu şanssızlıklarını 2004'de kırdılar. Bununla yetinmeyip 2007'de bir daha şampiyon oldular. Cubs ise şeytanın bacağını henüz kırabilmiş değil. 2004'de kadar bir Cubs-Red Sox finali "Dream Series" olarak görülüyordu.

İki takım da gayet eski ve tarihi stadyumlarda oynuyorlar. Cubs, duvarlarındaki sarmaşıklarla meşhur Wrigley Field'da,  Red Sox ise sol taraftaki beleştepeyi engellemek için yapılan büyük duvarı "Green Monster" ile bilinen Fenway Park'da. İki takım da stadlarını yıkmak yerine, nisbeten düşük kapasitelerine rağmen iyi pazarlamayı becerebiliyorlar. En büyük değişmeyen gerçeklerden birisi iki takımın da sezon kapasitelerinin %100'üne yakınını doldurmaları.
Wrigley Field'ın meşhur tabelası

Lanetler her iki takımı uzun süreler boyunca bozmuş ve halen bozmakta (ne kadar da inanarak söylüyorum). Red Sox'un gelmiş geçmiş en ünlü beyzbolculardan Babe Ruth'un Red Sox'dan Yankees'e transferi ile alakalı "Curse of Bambino" laneti var. Cubs'ın ise 1945'de (yani son World Series'e yükseldikleri sene) stadyumdan içeri Billy adlı bir keçiyi almamaları ile alakalı "Curse of the Billy Goat" laneti halen mevcut.

Bu kadar benzerlik karşısında en temel fark ise, Chicago Cubs'ın National League (NL),  Red Sox'ın ise American League (AL) takımı olmaları. Beyzbolda çooook uzun süre NL ile AL takımları özel maçlar dışında sadece final olan World Series'de karşılaşabildi. O yüzden en son Cubs-Red Sox maçı 1918'de, yani o seneki finalde oynanabildi. Yani iki takım 93 sene sonra ilk defa karşı karşıya gelecek. İki takımın bu sene karşılaşabilmesi ise tamamen 1997'de başlayan Interleague maçları ile alakalı.
LF Alfonso Soriano iyi bir vurucu olduğu kadar berbat bir savunmacı

Herhalde bu yazıda en az merak edilen şey de bu seride ne olacağıdır. Biz yine de eksik kalmamak bağlamında tahminimizi yapalım. Boston Red Sox batting konusunda Cubs'dan da kötü, ancak pitching ERA olarak 4.23'e 4.59 üstünlüğe sahip. Savunmada ise 20 error'a karşılık Cubs'ın 29 error'u var ve genel olarak savunma oyunu daha berbat. Normalde favori elbette Red Sox, ama neyse ki AL maçlarında designated hitter kuralı var. Yani LF Alfonso Soriano'yu DH olarak oynatırsak daha iyi bir savunma elde edebilir ve seriyi kazanabiliriz. Kimbilir...

6 Mayıs 2011 Cuma

Giro...Zor, Çok Zor...

Paris-Nice koşuldu, Tirreno-Adriatico bitti, Klasikler’de Belçikalılar’ın egemenliğini ve Philippe Gilbert’in muhteşem zaferlerini izledik. Hayırlara vesile olası bir Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nu da eda eyledikten sonra, sıra geldi Il Giro’ya...

İtalya Turu yarış direktörü Angelo Zomegnan, Giro 2011'i tanıtırken "Dünyanın en güzel yerinde, en zor yarış" demişti. Giro her zaman yokuşlarıyla tanınır, yarın başlayacak mücadele ise bu defa gerçekten de görülmedik ölçüde sert bir profil içeriyor. İtalya'nın ilk başkenti Torino'dan başlayacak yarış (ülkenin birleşmesinin 150. yılı şerefine) toplam 3,524.5 km uzunluğunda. Sporcular yirmi bir etap boyunca 3 kez Everest'e çıkacak kadar dikey irtifa tırmanacaklar. Sadece bir etaptaki dikey irtifa yaklaşık 6,500 mt (15. Etap). Alberto Contador’a göre bu etap sonrası hala hayatta kalan olursa, sonraki etaplar bir pazar gezmesi kadar kolay olacak.


Giro 2011'in etapları tüm İtalya'yı kapsıyor

Giro '11'in etaplarını kategorize etmek gerekirse, ilk gün koşulacak takım saate karşı (TTT) etabı yanında 7 sprint , 4 orta dağ ve 6 yüksek dağ etabı var. Ayrıca 1 adet yokuş ferdi saate karşı (ITT) etabı ile son gün koşulacak normal ITT de takvimde yer alıyor. Geçen sene yağmur altında koşulan, sporcuların çamur içinde kaldığı, çok ilgi çeken toprak yollu etabın bir benzeri de yine "Strade Bianche" (mealen: Beyaz Yollar) adı altında bir sınıfa sokulmuş. Bu kadar ağır bir parkura 2 dinlenme gününün yetmeyeceği kesin ama Giro’yu 29 Mayıs’ta küskün Milano’nun gönlünü alarak bitireceğiz.

Giro 2011 etap profilleri, bir arada bakınca, "adagio" başlayıp "moderato“ devam eden ve birden “allegro vivace"'ye dönüşen bir senfoniyi andırıyor. İlk birkaç gün sprinterlere uygun düz etaplarla geçilirken (adagio-andante), 7. Etap’ta ilk yokuş finişi olan Montevergine di Mercogliano yer alıyor (moderato). İlk 12 etap boyunca yokuş temposunun ciddi yükseleceği tek yer Sicilya'daki Etna Dağı. Messina’dan yola çıkıp, masalsı Taormina’dan geçerek Etna yanardağına gidecek sporcular dağın önce kuzey sonra güney tarafını tırmanacaklar (allegro moderato). Hem oralarda dolanmış olduğum, hem de aktif bir volkana bisikletle çıkma fikri çok cüretkar geldiğinden olsa gerek, bu etabı dört gözle bekliyorum....

Bir günlük aradan sonra yarış tekrar ana karada devam edecek. Tiran Denizi’ni izleyerek Sicilya’ya kadar inmiştik, şimdi de Adriyatik kıyılarından Dolomit Dağları’na yollanıyoruz. Bu yolu iki sprint ve bir de kaçış etabıyla başardıktan sonra Zomegnan’ın tasarladığı en zorlu 3 yokuş etabı arka arkaya gelecek. Testere falan diye betimlemeye gerek yok: 13.,14. ve 15. etaplar, arka arkaya sıralanarak Giro’ya katılma talihsizliğine uğramış yarışçıları perişan edecek. Bu 3 günün sonunda birçok favori yarıştan kopmuş, bazı sprinterler abandone olmuş, geriye kalanlar da dinlenme günü için şükrediyor olacaklar.

15. Etap Profili


16. Etap, artık alıştığımız şekilde yokuş ITT ile GK’nın şekillenmesine bir nebze yardımcı olacak. 12.4 km’lik parkur 660mt’lik dikey irtifa sunuyor. Lakin yarışın genel klasman ve yokuş klasman mayoları burada da belli olmayacak. Giro d’Italia cehennemi bir son hafta sunuyor bu sene. Arka arkaya etaplarda, Passo del Tonale, Aprica, Colle delle Finestre ve Sestriere tırmanışları son güne kadar GK favorilerini ve ekiplerini test edecek. 20. Etap’ta bile yarışı bırakan sporcu görme olasılığımız yüksek.

13. Etap’tan 20. Etap’ın sonuna kadar Giro korku salan bir yarış olacak. Bu derece zor bir parkur hazırlayan Zomegnan’ın dopinge davet çıkardığını söyleyen yorumlara daha şimdiden rastlıyoruz. Keza bazı yokuşların ve/veya inişlerin sporcular tarafından çok zorlu/tehlikeli bulunmasından dolayı nötralize edileceği de fısıldanıyor. Spa (TdF2010) ve Milano’yu (Giro2009) hatırlamakta fayda var.

22 Mayıs Pazar günkü 15. etabı kaçırmamanızı öneririm. Yakın tarihin en ağır etabı olacak. Etap mesafes, 229 km ve düz etap için bile uzun sayılır. Biri Coppi Zirvesi olmak üzere (Passo Giau:2,236 mt) 5 zirve geçilecek. Toplam çıkılacak dikey irtifa 6,320 mt... Normal Alp etaplarında 4,000mt, en ağırında 5,000 mt çıkılırken bu değer modern zamanlarda görülmemiş bir yokuş toplamına delalet ediyor. İnsanoğlunun yer çekimiyle imtihanı olacak.

Yarışın Genel Klasman favorileri arasında ilk sırada Alberto Contador var elbette. İspanyol sporcu TdF 2010 sonrası ortaya çıkan clenbuterol davasının CAS’taki sonucunu bekliyor. Olasılıkla bir yıl ceza alacak ve TdF 2011’e katılamayacak. Bu durum karşısında El Pistolero, yeni takımıyla ilk Büyük Tur zaferi için Giro’yu gözüne kestirdi. Ciddi bir istatistiki avantajı var Contador’un; 2007’den beri girdiği her Büyük Tur’u kazandı. Sezon başı katıldığı hazırlık yarışlarında Murcia ve Catalunya’da şampiyon oldu. Müthiş yokuşçu özelliğiyle, bu derece zor bir parkurda ona rakip olacak sporcu yok gibi. Üç tane saate karşı etap oluşu da onun avantajına sayılabilirr. 2010 Fransa Turu’ndaki kurmayları Jesus Hernandez ve Daniel Navarro da kadroda. Daha diyecek bir şey yok. Nasıl kaybeder? Yokuş etaplarından birinde yemeyi içmeyi unutursa (Paris-Nice 2009), tüm rakipleri kendisine karşı ortak bir strateji geliştirirse, bahar alerjisi azarsa ve yıldırım çarparsa...


Contador bu sefer pembe mayo peşinde olacak

Contador’un 2 büyük rakibi İtalyan olacak. Liquigas’dan Vincenzo Nibali ve Lampre’den Michele Scarponi. Nibali, Vuelta’nın galibi ve geçen sene de Giro’da üçüncü oldu. Contador kadar saf bir yokuş ustası değil ama dayanıklılığı ve inatçılığı sayesinde İspanyol’un peşinden ayrılmamaya çalışacak. Hatta 14. Etap’taki Monte Crostis inişinde Contador’u geride bırakmak isteyecektir. Yorumlar bu inişin müthiş hızlı ve tehlikeli olduğu yönünde. Tam ona göre. Vincenzo Nibali’nin takımı da kendisi için bir avantaj. Liquigas Büyük Tur koşmayı çok iyi öğrendi artık. Yarış öncesi tek tatsızlık Ivan Basso’nun yarışa katılmaması oldu. Ivan bir yıldır “Vincenzo’ya Giro’yu kazandıracağım” diyordu ama bu derece ağır bir Giro’ya katılıp TdF şansını tehlikeye atmamak için yarıştan çekildi. Üstelik Fransa Turu’nu da kazanamayacak...

Monte Crostis inişinde Nibali'yi izlemek zevkli olacak

Diğer İtalyan favori de 32 yaşındaki Michele Scarponi (Lampre). Hem Büyük Tur hem de Klasik koşabilen nadir pedallardan. Geçen sene Giro’yu 4. bitiren Scarponi 2011’de 3 yarışa katıldı, hep iyi dereceler aldı. Son hazırlık yarışı sayılan Giro del Trentino’yu kazandı. Gerçek bir tırmanışçı, hiç vazgeçmeyen bir yapısı var. Yeni takımı Lampre’nin üstünde doping soruşturması bulutları eserken konsantrasyonunu bozmaması gerekiyor. Eğer takımından iyi destek alır ve yeni sportif direktör Roberto Damiani’yle kan uyuşmazlığı olmazsa ilk üçün bir diğer favorisi olacak.

Bu yarışta Carlos Sastre ve Denis Menchov da var. Sastre’nin GK’da pek iddiasının olacağını düşünmüyorum. Giro 2009’dan beri fazla bir ışık vermiyor. 33 yaşındaki Denis Menchov ise soru işareti. Murcia’da 3., Romandie’de de 14. oldu. Çok ağır yokuşlardaki becerisi kısıtlı. Ama Geox-TMC’nin kendini göstermesi gerek ve Sastre-Menchov ikilisine bu paraları boşuna vermiyorlar. Sastre yokuş etabı kovalayacak, Menchov da genel klasman.

Performanslarını görmeyi heyecanla beklediğim birkaç sporcu daha var Giro’da. Bunlardan biri Roman Kreuziger (Astana). Nibali-Basso-Pellizzotti üçlüsü nedeniyle Liquigas’da parlayamayan Çek sporcunun ik 10’da yer alması, hatta kazanmaya oynaması sürpriz sayılmamalı. Onun sıkıntısı Kazak politbürosunun zırt pırt işlere müdahale etmesi. Yvon Sanquer’in ayrılmasından sonra takımın sportif yöneticileriyle Kazak patronlar pek anlaşamıyorlar. Diğer ilginç yetenek Radio Shack’in genç yokuş ve saate karşı uzmanı Tiago Machado. Portekizli için Giro büyük bir test olacak. Bir haftalık yarışlarda çok başarılı. Minyon olmasına karşın ITT’lerde gayet parlak sonuçlar alıyor. Ama ilk defa katılacağı üç haftalık cehennemle başa çıkmak hiç kolay olmayacak. İlk 10 içinde yer alırsa yeni bir yıldız parlamaya başladı demektir. Bu sene iyi sonuçlar alan Domenico Pozzovivo’yu (CSF-Colnago) da kuponlarınızda düşünebilirsiniz.

Yarışı kazanmayacak ama ortalığı şenlendirecek olanlar da var elbette. Stefano Garzelli (Acqua e Sapone) yaşı icabı artıkı Sastre gibi etap kovalayacak, Igor Anton (Euskaltel) ve Joaquim Rodriguez de (Katusha) hep önlerde göreceğimiz ama podyumda yer alması zor isimler. Movistar’dan David Arroyo geçen seneki ikinciliğinin kısmet olmadığını bu sene gösterebilir mi? Bayağı zor. Androni Giocattoli’den Jose Serpa ve eski dopé E. Sella yokuş etaplarını kazanarak takımın irili ufaklı 187 sponsorunu sevindirmeye çalışacaklar.

Her ne kadar “yokuş yokuş” dediysek de, Giro’nun ilk haftasında sprint etapları da var (2. ve 4. Etap). Etna’nın önüne arkasına serpilmiş olarak üç tane de ikinci haftada koşulacak (8., 10., 12.) Bir türlü XXL boyunu bulamadığım Kırmızı Mayo’yu Milano’da giymek için sprinterlerden daha çok Giovanni Visconti (Farnese Vini) tarzı yokuş çıkabilen, ara sprint puanlarının peşinde koşan, gerekirse son sprinte de katılan çok yönlü bisikletçilere bakmak gerek.

En hırslı hazırlanan sprinterlerden biri Alessandro Petacchi (Lampre). Dağları aşabilmek için Scarponi’yle Etna’da günlerce çalışan Ale-Jet bu uğurda maksimum hızını biraz kaybettiğini kendi açıkladı ama en az bir etap yazmamız gerek. Buraya neden geldiğini anlamadığım Mark Cavendish de sprinterler arasında. Onun için gereksizce ağır bir parkur. O da sıkı yokuş çalıştığını söylüyor ama son hafta zaman limitleri içinde etapları bitirmesi bile başarı olacak. Bence 13-15. Etap arası bir yerde kepenkleri indirir. Petacchi ve Cavendish’in yanı sıra her takımın birer sprinteri var. Hepsinden burada bahsetmek anlamlı değil ama hala sıçrama yapmasını beklediğim Sacha Modolo (CSF-Colnago) hususi alakama mazhar olacak.

Son söz olarak, Giro 2011 sonrası yarış hayatını bitirecek olan 42 yaşındaki Andrea Noé’den (Farnese Vini) bahsetmek istiyorum. 16. defa Giro koşacak olan Noé bir kez etap kazandı (1998). 2000 ve 2003’de GK’da dördüncü oldu, 2007’de iki gün boyunca Pembe Mayo’nun sahibiydi. Kariyeri boyunca domestik olarak görev yaptı. Yarış hayatının bu kadar uzun sürmesini de buna bağlıyor zaten. Gerçek bir bisiklet emekçisine yakışır bir şekilde veda edecek. Sevgili yarışını koşup bitirdikten sonra, sezonun ortasında...

Kıdemli domestik Noe

Ben Noé’yi ve diğerlerini TV başında, internette, twitter’da, bazan mikrofon önünde, bir sürü yorumun, farklı bakış açısının yardımıyla, tadını çıkararak, mücadeleden zevk alarak, acı çeken sporcuları takdir edip onlara müteşekkir olarak seyredeceğim. Tek bir şartla: Giro’ya dalıp bisiklete binmeyi unutmadan!!